milyon dolar asgari paraya biz çok daha güzel yaparız.” diyen bir Genelkurmay Başkanı var. Fakat hükûmet bunu buraya yaptırmak istemedi. İlla o şirketlere verilecek. Tabii “Bunların Yahudi şirketi olduğunu nereden biliyorsunuz?” sorusu gündeme getiriliyor. Biz Yahudi, Ermeni veya Yunanlı, Rus diye düşünmüyoruz. Millî menfaatlere aykırı buluyoruz. Yabancı kim olursa olsun, isterse Türk asıllı bir yabancı ülkenin vatandaşı olan birisi de olsa biz yabancıya böyle bir şeyin verilmesini istemiyoruz. Ordumuz tecrübe kazansın. Zaten bu işi biliyorlar. Daha çok tecrübe kazansınlar ve bu toprakların altında petrol var. Maden var. Bir de organik tarım… Niye verelim? Biz buna şiddetle karşı olduk. Muhsin Bey de karşıydı. Sonra bu hükûmet tarafından getirildi. Kanun geçti geçecek. Ben o zaman tanıdığım, öğrencim olan milletvekillerinin çoğunu aradım. Dedim ki, “Bakın vakıflar konusundaki davranışla mütekabiliyet esasına uymayan sınırların yabancıya verilmesi, üstelik de Orta Doğu ülkelerinin açık düşmanı olan, birbirine düşman olanlardan birisinin tercih edilmesi dış politika bakımından da bizim rahatımız, istikrarımız bakımından da yanlıştır. Buna karşı çıkın.” Çok fazla ses çıkarılamadı ve kanun çıktı. Kanun çıkmadan evvel biz 34 kişi toplandık. 6 tane bakan vardı. Diğerleri de siyasi partilerden müsteşarlık yapmış, başbakanlık müsteşarlığı da yapmış arkadaşlar. Toplandık ve bir yazı kaleme aldık. O yazıda bunun ne kadar mahsurlu, ne kadar yanlış olabileceğini anlattık.
Bir de ben şunu çok iyi biliyorum, orada etkili olduğumu söylemeliyim. Bor Madenlerini Osmanlı döneminde İngiliz şirketleri çalıştırıyordu. Bu İngilizler kadar Türkiye’ye kötülük ve düşmanlık yapan ikinci bir ülke yoktur. Herkes Rusya zanneder. Evet Rusya çok kötülük yapmıştır ama İngilizler kadar kötülük yapan başka bir millet yoktur. Birinci sıra ona aittir. Tarih bunu ortaya koyuyor. Kültürel anlaşmalardan ölüme kadar giden yerde hep bunu görürüz. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Kendileri de inkâr edemiyor zaten. Sadece konuşulmasını istemiyorlar.
O ocaklarda çalıştırılan yabancı işçiler var. Bunlar gündüzleri ocakta çalışıyormuş gibi istirahat ediyorlar, talim yapıyorlar. Geceleri de Yunan ordusunun elemanı gibi köy basıp, birlik basıp adam öldürüyorlar ve oralarda yayılma hareketini sağlamaya çalışıyorlar. Atatürk’ün yazdığı Nutuk’ta da uzun uzun anlatılır. O mektuba bunu da koyduk. Çünkü orada çok enteresan bir madde var. Diyor ki; “Burada herhangi bir inzibati bir hadise, bir olay çıkarsa İngiliz şirketi talep etmedikçe Osmanlı zabitanı buraya asla müdahale edemez.” Çünkü müdahale ederse casuslar yakalanacak. Bu madde maalesef bu kanuna da girmiş. Bu böyle çıktı. O zaman Abdullah Gül benim fakülteden öğrencim olduğu için, zarif de bir adam, ona da götürdük yazılı olarak. Bazı arkadaşlar gidip görüştüler. İmzaladı. Nasıl beyninizden vurulmazsınız. Vurulduk. Sonra Anayasa Mahkemesi ittifakla çok ağır bir gerekçeyle iptal etti.
Demirel’le cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra görüşme yaptınız, niçin gittiniz?
Süleyman Bey cumhurbaşkanlığından emekli olmuştu. Politika dışındaydı. Birisinde yine 4 kişi beraber Süleyman Bey’e gitmeyi, bir konu hakkında malumat sahibi olunması için kararlaştırdık. Sanıyorum ya eşinin ya birisinin kızının bir rahatsızlığı oldu. Baki Tuğ, Giresun milletvekilliği de yapmış Refaattin Şahin ve ben Süleyman Bey’e gittik. Muhsin Yazıcıoğlu ile gittiğimizde Baki Bey vardı galiba ama Refaattin Bey yoktu. O görüşmelerde İstanbul’da bir otelde yemekte karşılaşmış olduğumuz zaman “Çocuklar nasılsınız? Sizin gidişatınızı çok beğeniyorum.” dediği için “Efendim bizim sizin tavsiyelerinize ihtiyacımız var.” diye bir espri yaptı Muhsin Bey. “Bekliyorum.” dediği için gidildi. Daha sonra o konulara başka konular da eklenince Süleyman Bey’e hadiseyi doğrulatmak niyetiyle gidildi, çok yalan söyleniyor çünkü. Özellikle Hasan Ekinci adını vereyim. Onun ağzından çok şey üretiliyordu bizim partiyle ilgili. Hasan Ekinci bizim partide hasım adam şeklinde görülüyordu. Onları da öğrenelim diye biz gittik. Tabii hepsinin uydurma olduğu ortaya çıktı. Sayın Demirel’in de görüşlerini aldık. Bize çok da faydalı görüşler söyledi.
Erbakan’la görüşmeniz oldu, ne önerdi size?
O görüşmede Sayın Erbakan bizimle görüşmeyi teklif etti. Bizde bunlar nasıl olabilir, neler yapılabilir, hangi konularda fikri nedir diye görüşmeye gittik. Tabii zannediyorum araya bir ikindi namazı da girdi ama bunları çıkarırsanız en az 2-2,5 saat sürdü bu konuşma. Bunun 2 saatini rahmetli Erbakan, kalan yarım saatin de 5 dakikasını Muhsin Bey, 2 dakika ben, Bahri Zengin, Asiltürk falan kalabalık bir heyet. 7-8 kişi onlardan, bizden de 3 kişi. Orada öyle şeyler anlattı ki biz çıktıktan sonra Muhsin Bey ile “Yahu hayalinden geçenleri hakikat mi zannediyor, rahatsız da olduğu için.” diye böyle birbirimizle konuştuk. Bana da öyle geldi, sana da öyle geldi falan. Bizim aklımıza yatmaz gibi geldi. Ama sonra hepsi doğru çıktı.
Yani meselelerin derinliğine takibini yapan birisiymiş ve öldükten sonra benim nazarımda “Daha fazla dinleyebilseydik bu adamı. Fikrine uymasak da particilik yapmasak da olabilirdi.” diye. Ama şunu hiç söylemedi; ”Bu partileri bir araya getirip niye birleşmiyoruz?” demedi Erbakan. Bize ne gözle bakıyordu, o çok yorum götürür. İtaat etmemizi teklif etmedi. İttifaka açık ama aynı partide beraber olmamıza kapalı gibi geldi. Muhsin Bey’e “Muhsin Bey evladım değil, Muhsin Bey kardeşim, aziz kardeşim.” bu sıfatlarla bize hitap ediyordu.
Öyle şeyler anlattı ki orada. Bu sanayileşme meselesinin nasıl engellendiğini ve birinci derecedeki engelin de İsrail taraftarı insanların devlet içerisine nasıl çöreklenip kendilerini nasıl sakladıklarını, bu saklanmayla beraber yetkili durumların Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı nasıl işi ipe un serer hâle getirdikleriyle ilgili öyle şeyler anlattı ki ibretlik. Ağzınız açık kalır. Rahmetli oldu gitti. Şimdi dönüp ben o konulara şöyle baktığımda, daha beteri de oluyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Erbakan haklı çıktı.
Erbakan’ın o görüşmelerde Tayyip Bey’le ilgili düşüncesi nasıldı?
Recep Tayyip konusu konuşulmadı. O toplantıda konuşulmadı. Başka bir toplantıda o konuya başından beri soğuktu. Bir türlü Recep Tayyip’i bağrına basamadı, sevemedi. “Ücretli, görevli” lafı onun ağzından çıktı. Ben neyin ücretinin, neyin verilip de görev yaptırıldığını sağa sola sordum. İl başkanlığı veya daha evvelki görevlerde maaş ödenmiş Tayyip Bey’e. Gönüllü hizmet değilmiş. Ücretli hizmetmiş. Bunları sonradan öğrendik. Ondan dolayı kullanılacak, etkisiz hâle getirilecek, tehlikeli olursa itibarı zedelenecek, oynanacak.
İşte sizin gördüğünüz bu kadar adamın hakaretine uğramak istemediğim için hiçbir teklifi kabul etmedim. Hele birisi gece yarısı, -“Allah da istemedi” diyeceğim- “Mutlaka Başbakan sizinle görüşecek.” dedi. Necati Çetinkaya. Özellikle ben tabii dönem arkadaşım olduğu için üniversiteden, bizim de Meclis başkanı oldu ya Yozgatlı Cemil Çiçek. Daha bir sürü arkadaş. Onlar düğün, bayram hâlinde. İşin garibi Başbakan sizinle muhtemelen 00.00-01.00 arası gece görüşecek. “Niye?” dedim. Şöyle bir şey dediniz mi, “Bu tür teklifler Başbakan’dan veya Genel Başkan’dan gelmediği müddetçe ben saymam.” dedim bunu. Çünkü bir sürü aracı oluyor. Sizi oraya getirirse kendi kredisi artacak. Ben bunları defalarca gördüm, yaşadım. Dolayısıyla ben bunu ciddiye almam. Bu tür meselelerin dışında kalmak istiyorum. Bir talebim de yok. Bir de “Ben orada uzun süre geçinebileceğimi zannetmiyorum.” dedim. “Biz seni göstereceğiz.” Çetinkaya çok hevesli. O arada da bir telefon geldi albay arkadaşın hanımından. Trafik kazası geçirmiş hastanede. “Enis Hoca’nın