“O devrimi yaptı.”, “O değil lan.”, “Bu devrimi yaptı.”, “O değil lan.” düşünüyor. Rahmetli Reis, askerin bilişsel durumunun hangi seviyede olacağını anlayınca çocuğa yaklaşarak diyor ki “Dayısının çiftliğinden kargaları kovaladı komutanım.” diyor. “Hah şöyle lan.” diyor. “Geç yerine.” diyor. Bunu rahmetlinin kendisinden kuliste dinlemiştim.
Yazıcıoğlu sizce öldürüldü mü, Türk siyasi hayatı neyi kaybetti?
Ben önce şunu söylemek istiyorum; ister öldürülmüş olsun ister kaza ile vefat etmiş olsun. İkisi de Cenabıallah’ın takdiri dışında değildir. Bence evvel emirde bu vefatın oluş şekli, onun şahsiyetine, hatırasına, şahsı manevisine çok uygun düşen bir şey olmuştur. Ben bunda bir hikmet olduğunu, Mevla’nın bir ihsanı olduğunu düşünüyorum. Hani Yunus’un kendi için dilediği hikâyeye benzedi; “Bir garip ölmüş diyeler, 3 günden sonra duyalar, şöyle bir bencileyin…” Öyle bir adamdı. Derviş gönüllü bir adamdı. Şair yönüyle de Yunus’a vâris olacak biriydi. Çünkü bu milletin, toprağın ruhu üstünde buram buram tüten bir adamdı. Birine ruh adam nitelemesi yapılacaksa benim çağdaşlarım arasında bu sıfata yakışacak kimseyi görmedim. Gerçekten o bir ruh adamdı, milletin, tarihin, toprağın içinden sürekli tütüp duran bir şeydi. Tam onun hâline yakışır bir hikâye oldu, vefatı.
Ben çok tereddüt yaşadım, ulaşabildiğim imkânlarla öğrenmeye çalıştım. İlk başlarda bana söylenen, o helikopterle o hava şartlarında yolculuk etmesinin yaşananların kaza olma ihtimalini çok güçlendirdiği yolundaki kanaatlere bir nebze itibar etmiştim. Şüphelerim hâlâ bulunmakla beraber ne zaman ki 15 Temmuz oldu, Hava Kuvvetleri içinde örgütlenmiş birtakım şer güçlerin, nelere tevessül edebilecekleri, kalkışabilecekleri somutlaştı; yaşanan şeyin bir suikast, cinayet olduğuna iman ettim. Çünkü olay anında cep telefonu ile iletişim kurulabilen bir lokasyona, saatlerce GSM sinyalinin alınmaya devam ettiği bir lokasyona 3 gün boyunca ulaşılmamasının hiçbir izahı yok. Bunun arkasında yatan asıl faktör Malatya Valiliği, Emniyet ve 2. Ordu Komutanlığı… Bunlardan bunun hesabı sorulmalı. Bugüne kadar sorulmadıysa da bir gün mutlaka sorulmalı. Ben bunun yapılan hatalar manzumesinin, masum yanılmalar olduğuna artık asla inanmıyorum.
Yaşamış olsa siyasetteki yeri, siyasetin ne kaybettiği…
Ne kaybetti meselesi çok izafi bir meseledir. Ama milliyetçi/ ülkücü siyasanın ya da geleneğin mensuplarına sonradan kabul ettirilen, hazmettirilen pek çok siyasi pratiğin, olgunun, o hayatta olsa idi başarılamayacağını düşünüyorum. Rahmetlinin korkusuzluğu ama hiç korkusuzluğu hiç kimse ve hiçbir şeyden korkmamasının “Öldürüp kurtulmaktan başka çare bırakmamış.” olacağını düşünüyorum, zannediyorum. Kime? Devlete, millete ihanet etmiş birtakım insanlara, örgütlere. Peki, bunun Yazıcıoğlu ile ilgisi ne? Muhsin Yazıcıoğlu benimle olduğu gibi devletin hemen her noktasında tanıdığı, onu seven pek çok insan olan birisiydi. Sadece kendi siyasi örgütünden bahsetmiyorum, onun dışında kendisine hürmet eden binlerce insan vardı. Vâkıf olduğu bilgiler ve buna karşı takınmış olduğu tutumun rahmetlinin suikastına zemin hazırladığını düşünüyorum. Eğer esaslı bir inceleme yapılırsa 2006’da başlayıp 2007’den sonra hızlanan suikastlar, cana kıymalarla ilintili insanların hangi merkezin sevk ve idaresi ile hangi imkânlarla kullanılarak yapıldığı açığa kavuşursa Muhsin Yazıcıoğlu suikastının da açığa kavuşabileceğini düşünüyorum. Hrant Dink, Rahip Santara, Malatya Zirve Kitabevi, Danıştay baskını… Bunların hepsi birbiri ile iltisaklı olaylar. Bunları tasarlayan, organize eden aklın kendini gizleme kastı ile Yazıcıoğlu’nun canına kastettiğini düşünüyorum.
Bir kısmı 15 Temmuz öncesinde, bir kısmı 15 Temmuz’dan itibaren yargılanmakta olan, bir kısmı hiç yargılanmamış olan birtakım adamların bu işin arkasında olmalarını çok muhtemel görüyorum. Herkesin telefonlarını, yaşadıklarını hem teknik hem fiziki takiple izleyen, dinleyen, kayıt eden örgütlerin Yazıcıoğlu’nun da son birkaç yılını dakika dakika kayıt ettikleri konusunda en küçük bir kuşku duymuyorum. Dakika dakika kayıt edilmiş hayatın detayları nerede? Bu kayıtlar kimin elinde? Bu soru benim kitaba katkı sunmam için tek gerekçedir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir millî devlet ise, tarihte millî bir devlet olarak anılacaksa Muhsin Yazıcıoğlu gibi sembol bir millî şahsiyetin suikastını örtülü bırakamaz, o örtülü kaldıkça, bu devletin millî olma karakteri de kuşkulu kalacaktır. Bu benim asla değişmeyecek yargımdır, başka bir şey söylemek istemiyorum.
EROL DOK KİMDİR?
12 Eylül öncesinde Ülkü Ocakları yöneticisi. 1980 Darbesi sonrasında Yazıcıoğlu ile birlikte Mamak Cezaevinde kaldı. 1993’te BBP’nin kurucuları arasında yer aldı. Genel sekreterlik ve genel başkan yardımcılığı yaptı. Yazıcıoğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarındandı.
YAKIN ÇALIŞMA ARKADAŞI EROL DOK:
Yazıcıoğlu ile tanışıklığınız ne zaman başladı?
Aslen Trabzonlu ama 1957 Ankara doğumluyum. Ziraat Fakültesinde okurken rahmetli Başkan’ı tanıdım, 1976’lı yıllar. Onun vesilesi ile de Ülkü Ocaklarına girdim. 77-78’li yıllarda yanında oldum. Sonra Ülkü Ocakları Genel Merkez yönetiminde bulundum.
1980 darbesini yaşadık, aynı evde darbeye yakalandık. Evi 3-5 kişi biliyordu. O benden önce yakalandığı için Allah’a şükrettim çünkü evin adresini ben vermemiştim. Onun yakalandığı eve ben düştüm. C-5’te beraber olduk. Sonra Mamak yılları. Birçok hatıra ve değerlendirmeler. Ben kendisinden 1 yıl önce tahliye oldum. Cezaevinden kendisi çıktıktan sonra da siyasi hayata atıldığı gün, rahmetli Başkan milletvekili adayı olmuştu. 1991 yılında. “Başkan ne yapıyoruz?” diye sorduğumda “Hazırız, Sivas’a gidiyoruz.” dedi. “Dur eve geleyim.” dedim ve Dikmen’deki eve gittim. “Nasıl gidiyorsun?” diye sorduğumda Şahin marka bir arabası vardı. “Benzini dolu, 1000 lira da param var.” dedi.
Başkan’a “1-2 gün erteleyelim.” dedim ve bizim arkadaşlarla değerlendirme yaptık. “O, inançlarımızı Meclise taşıyacak.” sloganını bulduk. Arkasından ilk Sivas’a gittiğinde “O kim?” diye afiş astık. Sivas adayı olduğumuzda, diğer arkadaşlarına da destek olmamızı istedi. Destek olduk, Kavaklıdere’de ona bir büro oluşturduk. O zaman MÇP milletvekili idi. Sonrası MÇP’den bir vesile ile ayrıldık…
MÇP’den ayrılma gerekçeniz size göre nelerdi?
Ayrılmamızın gerekçeleri çok uzun olmakla beraber, aslı şu idi; “Her şey devlet için.” derken, bir anda “Her şey insan için.” oldu. Temel sorun burada idi. İkincisi de “Allah’ın kabul etmediği hiçbir şeyi bundan sonra yapmayacağız.” diye ortak bir söz vardı. Bunlar bizim düşüncelerimizdi, tartışılır. Biz mi MÇP’den ayrıldık, rahmetli Türkeş mi bizi kovdu, onu bilmiyorum. Bunlar derin konular.
İstifa günü geldi. Maltepe’de bir düğün salonu tutmuştuk. Ben o zaman MÇP’nin GYK’sındayım. Beni çağırdı, “Hayırdır Başkan’ım?” dedim. “Çabuk bir an önce başlat, şu işi bitirelim.” dedi. “Niye Başkan’ım?” diye sordum. ”Şimdi Türkeş kapıdan içeri girse, ‘Ne yapıyorsunuz lan burada, hadi bakayım!’ dese ne yapacağız?” dedi. Bu Başkan’ın, aynı zamanda Türkeş’e olan saygısının bir ifadesi idi.
Millî