türlü divane tecellisi16 olan hastalığa tutulmuş ise biraz geç kalmış değil mi? Gene kafamda vızıltı… Onun yukarıdaki yatakta sık sık döndüğünü duyuyorum. Nihayet trenin sallantısı beni de uyuttu.
– Sapanca Gölü’nü geçiyoruz, kalk, sen o gölü çok seversin, Nermin!
Tıraş olmuş, giyinmiş, çantasını indirmiş, pencerenin önündeki sandalyede bazı kâğıtları gözden geçiriyor. Artık her zamanki Tarık.
– Restoranda kahvaltı ederiz değil mi?
Bir zaman cevap vermedi.
– Çantamdaki evrakı gözden geçiriyorum. Buradan ayrılamam. Sen istersen giyin, git. Ben burada çay içerim.
Restoranda zorla yer buldum. İki kişilik küçük bir masada, yaşlıca, fakat makyajı mübalâğalı, süslü bir bayanın karşısına yerleştim. Her halde yüksek bir memur karısı olacaktı. Bazı davetlerde, bilhassa sefaretlerde onu görmüş olduğumu sanıyordum. Hafif bir baş salladıktan sonra ikimiz de kahvaltımıza daldık. Arada bir çantasını açıyor, aynada burnunu pudralıyor, dudaklarının rujunu tazeliyor, sonra yine kahvaltısına dalıyordu. Benim varlığımdan epeyce zaman haberdar değilmiş gibi bir hali vardı. Sigarasını yaktıktan sonra ancak beni birdenbire süzmeye başladı:
– Sizi uzaktan çok gördüm, sanıyorum. Tarık Bey’in hanımı değil misiniz?
– Evet, ben de sizi davetlerde görmüş olmalıyım.
Kim olduğunu söylemedi. Dalgın dalgın pencereden dışarıya bakıyordu. Sonra, birdenbire, içini sıkan bir mesele varmış da çıkarıp nefes almak istiyormuş gibi söze başladı:
– Biraz evvel arkamızdaki masada ne konuşulduğunu duydunuz mu?
– Hayır, ben her halde sizden sonra geldim.
– Dün gece Ankara Palas’ta çok garip bir şey olmuş.
– Yaaa…
– Daktilolar arasında bir müsabaka yapılmış.
– Hangisi daha çabuk yazıyor diye mi?
– Yok, a canım. Beyler, aralarında, seninki güzel, benimki güzel diye bahse girmişler. Sizin anlayacağınız güzellik müsabakası. Daktiloların bir şort giyip görünmeleri eksikmiş…
Tarık daima geceleri evde oturur, nereye gitse beni beraber götürürdü. Onun için içimde acabalar yükselmedi.
– Sizin beyin daktilosu mu kazanmış?
Bunu biraz müstehzi17 ve âdeta kötü bir hisle söylemiştim. Derhal yüzünde bir hınç belirdi. İçine saplanan hançeri bana çevirdi:
– Bizim beyin daktilosu kara, kuru, sakil. (Bu aralık çantasından küçük ayna çıktı. Yüzünün pudrası, dudaklarının ruju tazelendi.) Fakat hınzırın hınzırıdır. Dairedeki bütün erkeklerin yuvasını yıkmaya çalışır. Ama ona bakmak için bir erkeğin karısı umacı gibi bir şey olmalı. (Dişlerini gıcırdattı.) Daktilo milleti öyle melûn, erkek milleti de öyle gençlik elinde zebun18 ki, karılarını aldatmak için bahane aralar. Değil daktilo, karşılarına genç bir zebani çıksa dizlerinin bağı çözülür.
– Her halde sizin beyin daktilosu derece almamış olacak.
Belki sesindeki gizli alaydan, belki başka bir sebepten şişman yüzü pudrasının altında kıpkırmızı oldu, âdeta şişti. Gözlerini gözlerime dikti:
– Kimin birinci olduğuna karar verildiğini bilmek ister misiniz?
– Belki ilân ederler.
– Yok a canım, resmî bir müsabaka değil ki… Hem erkeklerin hepsi bunu karılarından saklamak isterler.
– Bazan karılarıyla beraber gidenler de vardır. Ben de birkaç defa gittim.
– Beyiniz orada değil miydi?
– Hayır.
– Acaba kimin kazandığını ona haber vermediler mi?
– Tarık öyle şeylerle pek alâkadar olacak mizaçta değildir.
– O halde ben haber vereyim. (Evlerinden fırlamış hınçlı gözlerini zaferle gözlerime dikti.) Tarık Bey’in şu meşhur daktilosu, Sevim denilen sarışın kız kazanmış.
– Öyle ise Tarık’a müjde vereyim.
O kadar tabiî söylemiştim ki, yıkmak için kafasını vurduğu kalın duvarda kendi kafası patlamış gibi kendinden geçti. Neden benim içime bir şey sokmak istiyordu? Acaba aldırmadığım için kızmış mı idi? Yoksa, kocası Roma’daki delegeliğe talip olup da muvaffak olamayanlardan biri miydi? Her halde ya Tarık’a veya bana mutlak bir darbe vurmak istiyordu. Bundan sonraki cümlesi kafamda son zamanlarda hasıl olan vızıltının temposunu hızlandırdı:
– Artık Tarık Bey ne yapar yapar, onu mutlak Roma’ya götürür. (Gülerek) Tabiî siz de yanında olacaksınız. Bir şey olmaz ama, dikkatli davranmanızı, ocağınıza incir dikilmesine fırsat vermemenizi tavsiye ederim.
– Ben gitmiyorum ama Tarık’tan eminim. Hem Sevim Hanım’ın rabıtalı bir kız olduğundan şüphem yok. Başka türlüsü Tarık’ın yanında çalışamaz.
Bilmem neden, son zamanlarda Ankara’da yalnız kadın değil, erkek muhitlerinde de, çalışan kadınlara karşı korkunç bir kin, bir gayz hissediliyordu. Erkeklerin de, kadınların da bu kini başka başka şekilde bir kıskançlık eseri idi. Erkekler belki çalışan kadının ekmeklerini ellerinden almaya namzet bir vaziyete geldiklerini tahayyül ediyorlardı. Kadınların ise saikı19 daha fazla hissî idi. Fakat bundan dolayı bütün çalışan kadınlara, bilhassa daktilolara karşı bu garip gayz belki tabiî idi.
O aralık garsona yemiş ısmarladıktan sonra hâkim bir tavır aldı:
– Ankara’da inşaallah görüşürüz.
– Ben şimdilik İstanbul’da kalacağım. Tarık döndükten sonra inşaallah görüşürüz. Müsaadenizle ben gidiyorum.
Kalktım, kompartımanımıza döndüm. Yataklar toplanmış, Tarık gene pencerenin önünde kâğıtları sıralıyordu. Beni görünce:
– Sana bir müjdem var…
– Ne imiş o müjde?
– Dün gece Ankara Palas’ta baylar en güzel daktilonun senin Sevim Hanım olduğuna karar vermiş.
Güldü:
– Ya, öyle mi? Her halde kızcağız sevinir. Çok iyi ve çalışkan bir kızdır. Biraz sinirlidir ama çok faydalıdır.
– Azıcık teklifsiz değil mi?
– Ben farkında değilim. Teklifsizliğe benim hiç tahammülüm yoktur… Her şeyin hazır mı? Haydarpaşa’ya geliyoruz.
Tavrı o kadar tabiî idi ki… Hamal gelmeden çantalarımızı indirdi. Aynada şapkasını düzeltti. Koyu renk kostümü ile kibar ve âmir tavırlı bir insan, her halde daktilodan uzak düşünceleri var. Kafamdaki vızıltı gene kesildi.
Garı kol kola geçtik. Vapurda yan yana oturarak denizi seyrettik. Ankara’dan gelenler için deniz her halde bir göz ziyafeti. Tarık, sıkıntılı bir çalışma devrinden sonra kısa bir vakans20 elde etmiş gibiydi. Bana her zamandan fazla sokuluyor, muhabbet gösteriyordu. Fakat pek de belli etmiyordu. Arabaya kadar konuşmadık. Arabada, onun İstanbul’da kalacağı üç gün zarfında nereleri gezeceğimizi tesbite çalışıyorduk.
Beyazıt’ta arabadan indik. Çantamızı bir hamala vererek, oradaki bir büyük bakkala girerek sokağı sorduk. Garip olarak Ahmet Kemal Sokağı’nı bilmemelerine hayret ettim. Fakat eniştemin ismini verince o sokağa