Dr. Ecz. Metin Uyar

Mutluluk Doktoru


Скачать книгу

için kariyer tavsiyeleri istediğinde, belki de en akılda kalıcı olan yanıtı vermiş: “Kendiniz olun ve bunun için asla özür dilemeyin.” (Be yourself and never apologize for it) Devamı ise şöyle: “Bu, zaman içinde kendinizin farklı versiyonları olabileceğiniz anlamına da geliyor. Umarım her birini seversiniz…”15

      Kendimizin farklı versiyonları? Nasıl yani? İşte düştüğümüz tuzaklardan biri, ‘ben’i tek ve sabit olarak algılamak. Ne kadar çok kez duymuşuz ya da söylemişizdir bir düşünün: “Ben öyle bir şey yapmam”, “O öyle biri değil”, “Kulağa hiç sen gibi gelmiyor…” Ben dediğimiz, yaşadıklarımızla, deneyimlerle, değişen dünyayla sürekli olarak değişen, gelişen, çok fazla yönü olan ve diğer tüm insanlar gibi kusursuz olmayan bir ‘ben’. Tabii bu demek değil ki prensiplerimiz, inançlarımız, yapmayacağım deyip yapmadığımız şeyler olamaz. Sadece algoritması ne emrederse onu yapan bir robot gibi sınırları belli, tek bir ‘ben’ değiliz. Dolayısıyla ‘kendin’ olmak için dışarıda bir yerde ‘ben’i aramanın derdine düşmek de anlamsız. Aranılan bir tane değil ki…

      Her insan eşsiz, özel, farklı olmayı ister. İşte bu farklılık da aslında kendin olmakla birlikte geliyor. Birçok alanda öncü olanların, adını hafızalara kazımayı başaranların geldikleri noktalara bu eşsizlikleri sayesinde geldiklerini paylaşmaları tesadüf değil. Örneğin Apple’ın kurucusu Steve Jobs, “Zamanınız sınırlı, o yüzden onu başkasının hayatını yaşayarak harcamayın. Dogmanın tuzağına düşmeyin. Yani başka insanların düşünüp buldukları sonuçlarla yaşamayın. Başkalarının fikirlerinin sesinin, sizin iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. Ve en önemlisi, kalbinizi ve sezgilerinizi takip edecek cesaretiniz olsun. Onlar bir şekilde gerçekten ne olmak istediğinizi çoktan biliyor oluyorlar,” diyor. Hindistan’ın bağımsızlık hareketinin siyasi ve ruhani lideri olan Mohandas Gandhi’ye göre de mutluluk “Düşündüğün, söylediğin ve yaptığının uyum içinde olması” ile elde ediliyor.16

      Alıntılar için çok uzağa gitmeye gerek yok aslında. Ülkemizin megastar lakaplı şarkıcısı Tarkan’ın ünlü bir şarkısında da geçiyor bu bölümün adı. “Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin.”

      Kendinin Arkadaşı Ol

      Özgüven, kendini ne kadar değerli bulduğun ve bunun sonuçlarıyla ilgili bir kavram. Örneğin kendini çok güzel, çok başarılı, değerli buluyorsun veya karşına çıkan güzellikleri hak etmediğini, yetersiz olduğunu, başarısız olacağını düşünüyorsun. Her halükârda, yargıcın sensin ama hükmünü verirken ne kadar tarafsızsın, işte o kısım sorunlu olabiliyor çünkü kararı gerçeklerle değil de nasıl algıladığınla verebiliyorsun. Senin başarısız dediğin skor, bir başkasının kendini usta ilan ettiği skor belki de… Senin çirkin bulduklarınsa, öteki için güzelin sınırları dahilinde. İnandığımız şeyler davranışlarımızı, davranışlarımız da çevremizi ve kurduğumuz dünyayı etkiliyor. Özgüvenle mutluluk arasında güçlü bir bağ olduğunu doğrulayan pek çok araştırma mevcut. Özgüveni yüksek insanların daha mutlu olduklarını açığa çıkaran çalışmalar var. Ayrıca araştırmalarda özgüvenli insanların daha optimist ve motive oldukları, depresyon, anksiyete ve olumsuz ruh hallerine, düşük özgüvene sahip insanlara kıyasla daha az yatkın oldukları sonuçlarına ulaşılmış.17 Tabii düşük özgüven gibi özgüvenin çok yüksek olması da negatif sonuçlar doğurabiliyor. Narsisistler en mutlu insanlar değil, hatta genelde şişkin egoları ve bencil davranışlarıyla insanları çevrelerinden uzaklaştırıyorlar.

      Kendine inanmak ve güvenmek dediğimizde, en basit şekliyle kendi kendinin arkadaşı olmak diye düşünemez miyiz? Çünkü pek çoğumuz kendimizi başkalarını yargıladığımızdan çok daha sert yargılıyoruz. Arkadaşlarımıza tanıdığımız hata yapma lüksünü kendimize tanımıyoruz. Sevdiklerimiz yaptığında affettiğimiz yanlışlar, yapan biz olduğumuzda gecelerce uykumuzu kaçırabiliyor. Bu yüzden kendimizle de arkadaş olabilmek çok önemli.

      Tabii arkadaştan arkadaşa fark var. Burada bahsettiğimiz, haksızca eleştirmeyen, anlayışlı, kırıp dökerek değil destekleyici bir üslupla konuşan, kibar, nazik bir arkadaş. Bir sorun olduğunda, durup dinlenmek gerektiğinde ya da düştüğümüzde, “Hadi kalk, duramazsın” diye zorlamak yerine, peki deyip battaniye ve sıcak bir çorba öneren bir arkadaş. Öyle bir arkadaş ki, bir yandan dert ve acının boğmasına izin vermiyor, bir yanda da gerçeklerden kopmana engel oluyor… Kendi kendimizin arkadaşı olduğumuzda göz ardı etmememiz gereken şeylerden biri de “Kimse mükemmel değil, ben de değilim ve olamam”ı kendimize hatırlatmak. Yaşanan negatif olayların, duyguların sadece bizim başımıza geldiği sanrısından uyanmak. Bu daha da az yalnız hissetmemize olanak sağlıyor. Tek değiliz, dışarıda bir yerde bunları bizim gibi tecrübe etmiş insanlar var. Belki de çok yakınımızda, tanıdıklarımız arasında…

      Kendinizi gözleriniz kapalı olarak geriye doğru bırakın, bu kez sımsıkı tutup düşmenizi engelleyen de yine kendiniz olun. Bir bakın bakalım, en iyi arkadaşınız kendiniz olduğunda hayatınızda neler değişecek.

      İçindeki Mutluluğu Keşfet

      Mutluluğun bir seçim olduğunu söyledik. Bu bölümde de mutluluğu keşfetmek üzere kendi içimize yapılacak bir yolculuktan söz ediyoruz. Ön koşulumuzsa bir soru: ‘Sen’ mutlu olmaya hazır mısın? İçindeki mutluluğu çıkamayacağı bir kuyunun dibine atmış, güneş görmesini engelleyecek bir zindana hapsetmiş olabilir misin mesela?

      Mutluluğu sürekli olarak dış dünyada, başka bir insanda ya da maddi değeri olan şeylerde aramak, onu tamamen bizden bağımsız bir olgu haline getirmek demek. Durum bu değil, ki olsa bile içimizde mutluluk yoksa, kendimize mutlu olma izni vermiyorsak bizim dışımızda gelişen tüm bu güzellikler renklerini kaybedecek demektir. Terfi almak, âşık olmak, çok para kazanmak ve benzerleri beklediğimiz seviyede bir mutluluk getirmeyecek demektir. Ee ama hayallerimizde böyle değildi, hani mutluluktan uçacaktık…

      Mutluluk duyduğumuzda, içimizde her şeyin tam da olması gerektiği gibi olduğu hissi filizlenir. O an bizi mutlu eden şey neyse, kendimizi tamamen ona bırakmışızdır; plansız, hesapsız… Beraber hayali bir sahne canlandıralım gözümüzde: Bütün sevdiklerimizle birlikte bir sofraya oturmuşuz. Herkes evinden bir şeyler getirmiş, bir yandan konuşuyor, bir yandan yemeklerimizi yiyoruz. Kahkaha sesleri birbirine karışmış, kimsenin ağzından iğneleyici, kırıcı bir söz çıkmıyor. Kimse yanında oturana fısıldayarak çaprazındakinin dedikodusunu yapmıyor. Herkes günün stresiyle birlikte egosunu da kapının dışında bırakmış, oraya o sofrada birbiri eşliğinde olmak amacıyla gelmiş. Başka bir niyet olmadan. O masadan ne kadar da mutlu kalkılır, değil mi?

      Diğer senaryomuzdaysa başrole bizi mutlu edeceğine inandığımız şeyleri koyalım. Bu paraysa örneğin, diyelim ki bir miras davası neticesinde elimize büyük miktarda para geçeceğini öğreniyoruz. Başka bir seçeneğe göz atalım. Âşık olduğumuz kadın ya da adam bize mesajlar atıyor, iltifatlar ediyor ve görüşmek istediğini söylüyor. Ya da mucizevi bir şekilde yıllardır hayalini kurduğumuz seyahate çıkacak parayı ve zamanı ayarlıyoruz mesela… İşte tüm bu senaryoların getireceğini düşündüğümüz mutluluk, bizim içimizdeki mutlulukla birebir bağlantılı. İlk senaryoda, parayı öğrendiğiniz andaki şaşkınlık ve mutluluğu, “Herkes benimle param için arkadaş olacak şimdi”, “Harcarsam hemen biter” veya “Kimse bilmemeli” gibi kendi yarattığınız şüpheler takip edebilir. İkincisinde, “Nereden çıktı şimdi?”, “Bir şey mi duydu?”, “Oyun mu oynuyor?” gibi onlarca soru beyninizi kemirmeye başlayabilir. Peki hangi durumlarda