olarak icat edilmesini sağlayan şartları yeniden oluşturma girişiminde, meselenin özünün çözülmesi gerekliliği kendisini tekrardan hatırlatır. Ölümün en açık göstergeleri tenin soğukluğu, terlememe ve canlı kokusunun olmayışıdır. “Canlı kokusu” tabirinin erken dönem Mısır diline kadar uzanıyor olmasına dikkat edilmelidir. Mısır’da hanedan öncesi dönemin erken zamanlarından beri reçineyi, kozmetik ürünlerin başlıca malzemesi (bir eczacının yapıştırma “aracı” diye adlandıracağı) olarak yaygın bir şekilde kullanmak alışageldik bir durumdu. Sıcak bir coğrafyada böyle bir uygulama yapıldığında reçinenin veya balsamın kuvvetli kokusu ile yaşayan birinin kokusu birbirine geçiyor olmalıydı.57 Tütsü yakmanın yaşayanlara zevk verip vermediği bilinmiyor. Halefleri arasında böylesi bir uygulamanın gelenek olması, bunun çok kadim bir uygulama olduğu anlamına gelebilir. Diğer taraftan bunun tamamen ritüele uygun amaçlarla geliştirilen bir uygulamanın, sonradan bozulmuş hali olabileceği ihtimal dahilindedir. Bir cesedin veya bir heykelin önünde tüstü yakma işlemi; onların ısı yaymasını, terlemesini ve canlı kokusu salmasını sağlamak için icat edilmiştir.
Tütsü yakmanın etkin bir canlandırıcı güç olduğu ve özellikle ölüye hayat verdiği inancı iyice yerleşince, tütsü yakma doğal olarak diriltme gücüne sahip olması bakımından ilahi bir töz olarak kabul edilmeye başlandı. Tütsünün zerreleri ağaçların dışa akıttığı sıvılardan ya da antik metinlerin ifade ettiği gibi “onların terlerinden” oluştuğu için, zaman içinde canlandırmanın ilahi gücü ağaçlara devredilmeye başlandı. Ağaçlar artık yalnızca hayat veren tütsülerin kaynağı değildi. Ağaçlar, ter damlaları mumyaya hayat veren bir ilah tarafından canlandırılmıştı.
Bu ağaçlarda ikamet eden tanrının genellikle niçin ana tanrıçalarla özdeşleştirildiği ilerleyen sayfalarda açıklanacaktır. Bu, muhtemelen esas olarak tütsünün ana kaynağının, ilkel doğurganlık tanrıçalarına da ev sahipliği yapan Güney Arabistan’a dayandığı örneğinde de gördüğümüz gibi coğrafi şartlardan dolayı böyledir. Zira bu tanrıçalar aslında, Kızıldeniz’deki hayat verici deniz salyangozu tılsımlarının kişileştirilmesinden başka bir şey değildir.
Nitekim Robertson Smith’in ifadesi şu yöndedir: “Bir tılsım olarak akasya sakızının değerinin âdet kanaması pıhtısıyla, yani ağacın bir kadın58 olduğu fikriyle ilişkilendirilmesi, muhtemelen sebeple sonucun birbirine karıştırılmasıdır. Sakızı değerli yapan, ağaca canlılık veriyor olmasıydı. Efsanenin geri kalanı yalnızca, ağacın ana tanrıça ile özdeşleştirilmesi fikri üzerine kurulu olan hikâyenin rasyonel hale getirilmesidir. Samora (akasya) ağacı sakızının (…) canlandırıcı veya ilahi bir bitki olduğu fikri gibi öne sürdüğü görüşlerinden dolayı benzer eleştiriler ‘tütsünün dini değerine’ ilişkin öteki görüşleri için de geçerlidir” (s. 427).
Pek çok unsur ağaca tapınmanın gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak ağaçların kutsal görülmesinin asıl sebebi muhtemelen, bünyesinde ölüyü canlandırma gücü olduğu inanılan tütsü ve kokulu tahtaları barındırması olmalıdır. Çok daha erken bir dönemde başka düşünceler tapınma fikrinin desteklenmesini ve genişletilmesini sağladı. Osiris toprağa gömüldüğünde, kutsal bir çınar, “Osiris’in ölümsüzlüğünün görünür bir sembolü” olarak meydana çıktı. Ancak ağacın özü, hayat verici su ile ilişkili hale getirildi ve böylelikle Osiris’le başka bir bağlantı kuruldu. Öz ayrıca, ağaçların kanı ve ter olarak dışarı attığı tütsü olarak kabul edildi. Tıpkı su dökmenin Osiris’in vücut sıvısı olarak görülmesi gibi, bu rasyonelleştirme süreciyle, tütsü de benzer bir değere sahip oldu.
Libasyon meselesinde açıklananlara çok yakın olan sebeplerle tütsü yakma geleneği, başlangıçta cenaze heykelini canlandırmak için icra edilen bir ritüelken, nihayetinde ilaha hürmet etme yöntemlerinden birine dönüştü.
Semavi tanrılar kültü ortaya çıktığında,59 tütsü yakma ayrıca özel bir önem kazandı. Çünkü yanan tütsünün dumanını çekmek, ölünün ruhunu gökyüzüne ulaştırmanın veya yeryüzünde yaşayanların dileklerini oraya iletmenin bir aracı olarak kabul edilmeye başlandı.60
“İnsan ruhu genellikle insan şeklinde ve özelliklerinde, nadiren de bir hayvanın özellikleriyle tasavvur edilir (Çinliler tarafından) (…) hayvan ruhu, bu hayvanın veya insan özelliklerine sahip ve konuşan bir varlığın şeklidir. Ama bitkilerin ruhları hiçbir suretle bitki şeklinde veya özelliklerinde tasavvur edilmez (…) ruhlarına ne zaman bir şekil verilse, bu ruhlar çoğunlukla bir erkek, bir kadın, bir çocuk veya genellikle bir hayvan olarak bitkinin içinde veya yanında tasvir edilir. Zaman zaman zarar vermek ya da nimetler dağıtmak için zuhur eder (…) bitkilerin canlanması kavramı insanların hayaletleri hakkındaki fikirlerden önce Çin düşüncesinde ve ibadetinde gelişsin ya da gelişmesin (…) düşünce yapısında ve gelenekte hâkim olmuştur. Biz, bununla birlikte, söz konusu durum makul görünüyor diyemeyiz” (De Groot, a.g.e. s. 272-273). Canı yanınca kan döken ve haykıran ağaçların hikâyeleri, Çin yazınında oldukça yaygındır (s. 274) (Güney Arabistan’da olduğu gibi). Ağaçlar saplanıp kalabilir ya da aşk güzelliğinin masumluğuna dönüşebilir (s. 276).
İnsan ruhlarının ağaçları veya bitkileri mesken olarak seçip onlara can vermeleri hakkındaki hikâyelerde, insanın “bir tilki, bir köpek, bir yaşlı kuzgun veya benzerleri” eşliğinde bir kadın olarak tasvir edilmesi dikkate değer bir başka husustur” (s. 276).
Dr. Rendel Harris, Afrodit kültünün insanımsı bitkinin canlılığı, bitkinin insani çığlıkları ve güzel bir bakire ve bir köpekle ilişkilendirilmesiyle Kıbrıs’ta yoğunlaştırıldığını düşünür.61 Çin’de de bu unsurların hepsi mevcuttur.
De Groot’a göre (s. 277), Çin’de mezarlara bitki dikilmesi gibi çok kadim bir geleneğin var olmasının sebebi “gömülü kişinin ruhunu kuvvetlendirme arzusudur.” Böylece ölen kişinin vücudunun çürümesinin önüne geçilir. Çam ve servi gibi ağaçların, diğer ağaçlardan daha fazla shen’e sahip oldukları için ulu canlılığın taşıyıcısı olarak kabul edilmeleri sebebiyle böylesi amaçlar için tercihen kullanılırlardı. Ancak bu inançlar, mezarın üzerinde büyüyen bir ağacın ölüden beslendiği ve ölü ile kişileştirildiği düşüncesinin bir dışavurumu da olamaz mı? Çam ve servinin seçilmesinin önemi Babil’de, Mısır’da, Fenike’de “dağservisi” denen ağaç ile Arabistan ve Doğu Afrika’daki ağaçlarda yetişen mürrüsafi ve akgünlükle ilişkilendirilmesiyle karşılaştırılabilir. Bunların “ruhsal öz” olduğuna inanılmaktadır. Çünkü bunların mumyalamada, tütsülemede ve tabut yapımında kullanılması, bunların gelecekte de varlıklarını sürdürmesini sağlamıştır. Dolayısıyla zaman içinde bunlar, canlılığın özüyle, shen’le, yani “ruhsal öz”le yüklü olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
Ayrıca Çin’de çam, köknar ve mazı ağaçları tabut ve yeraltı mezarı yapımında kullanıldığından, çamsakızı ise ölümsüzlüğe ulaşmanın bir aracı olarak görüldüğünden (De Groot, a.g.e. s. 296-297), bu ağaçlara böylesine saygın sıfatlar bahşedilmiştir. “Anlaşılan ölümsüzlüğü arayan Taoistler erken bir tarihte, pıhtılaşmış ruhsal özü, insan ve hayvan kanının muadili olarak gördükleri için bu ağaçların (sağlam uzun yaşayan köknar ve mazı)62 reçinesini tüketerek canlılığını kendilerine aktardılar” (s. 296).
Hindistan’da tanrının