elde ettiler (5. şekil). Dr. Alan H. Gardiner tarafından son zamanlarda yayımlanan olağanüstü fotoğraflara86 göz gezdiren birisi, bu inancı gerekçelendirmek için girişilen çabayı takdir edecektir. Bu harika gözler heykeli ışıl ışıl ve canlı kılıyordu. Mısırlıların somut zihin yapısı için sanattaki bu üstün övünç kaynağı yalnızca teknik bir başarı ve estetik bir kazanım olarak görülmedi. Sanatçının heykeli gerçekten canlandırdığı düşünüldü. Aslında heykel, kelimenin tam manasıyla “yaşayan bir imge”ye dönüştü. Gözler, heykele verilen canlılığın ana kaynaklarından birisi olarak kabul edildi.
5. şekil: Piramitler çağı döneminden bir asile ait heykel. Bu heykel, gözlerin yapımında kullanılan teknik beceriyi göstermektedir.
Suni göz yapımına bu kadar özen gösterilmesinin, böyle bir sanat ortaya konulmasının ardında yatan sebep buydu. Şüphesiz ki bu sanat, gözün canlandırıcı gücüne dair bu dikkate değer inancın sınırlarının çizilmesinden de büyük ölçüde sorumluydu. Ancak gözün dölleyici gücüne ilişkin rasyonelleştirme sürecindeki bütün aşamaların muntazam bir şekilde düzenlenemeyeceği, karmaşık bir teorinin kurulmasında pek çok farklı türde etmen rol oynamıştır.
Burada bir soru yönelterek meselenin belirli bir veçhesini sunuyorum. Bunlar, bazı erken dönem Mısır literatürü çalışmalarını konuyu daha derinlemesine incelemelerini teşvik etmek açısından değerli incelemeler gibi görünüyor.87
Ölümün bir nevi uyku olarak kabul edilmesi ve gözlerin kapalı olması ikinci durum için ayırt edici bir işaretti. Gözlerin açık olması doğal olarak uyanıklığın ve canlılığın açık bir belirtisi olarak görülüyordu. Aslında, gerçekçi bir insan için gözlerin mumyada veya heykelde geri getirilmesi hayata uyanmakla eşdeğerdi.
Aynadaki veya sudaki yansımanın, her bir insanın “tamamlayıcı eş”inin varlığını ispatlamanın oldukça kesin bir belirtisi olarak düşünüldüğü ve “ruh”un veya daha somut bir ifadeyle “hayat”ın anlık bir görüntü veya homunkulus olarak tasarlandığında gözdeki yansımanın, gözün içinde yaşayan “ruh” olarak yorumlanmış olması pek muhtemeldir. Göz kesinlikle, bilhassa “ruhsal öz” bakımından zengin olarak görülüyordu. Osiris, Set’le ikinci mücadelesinde sökülen gözü Horus’tan aldığında, “bir ruha” sahip olabilmiştir.88
Gözün canlandırıcı gücüne ilişkin bu inanç, inanılmaz bir şekilde, doğuda Polinezya ve Amerika’ya, batıda ise Britanya’ya kadar yayıldı.
Şüphesiz ki sahibiyle sahibinin etrafındaki dünya arasında bir iletişim aracı olarak gözlerin fizyolojik işlevi çok belirgindir. Gözler, konuşmaya gerek kalmadan görüş ve duygu ifade etme gücüne sahiptir. Mısır yazınında, gözün kapalı hali ile açık hali arasındaki benzerliğe ve gün ışığı ve karanlıktaki değişimine değinilmektedir.
Bununla birlikte gözler hakkındaki bu genel fizyolojik fikirlere kesinlik kazandırdığı anlaşılan bazı özel etmenler vardı. Diğer bütün vücut sıvıları gibi gözyaşı da genel olarak suyun hayat verici özelliklerini paylaşmaktadır. Cenaze merasimlerinde gözyaşı dökülerek duygular doğal bir şekilde ifade edilir. Kuvvetle muhtemeldir ki gözyaşı, cenaze ritüellerindeki diğer bütün su sembolleriyle özdeşleştirilmiştir. Aslında erken dönem Mısır literatüründe, Osiris’in yeniden canlandırılmasında İsis ve Neftis’in yas içinde döktükleri gözyaşlarıyla tanrıyı yeniden hayata döndürürken oynadıkları rolden bahsedilmektedir. Ancak İsis’in bereket bahşedici gözyaşları daha geniş anlamıyla hayat verici bir özelliğe sahipti. Gözyaşlarının, Mısır topraklarına bereket getiren su baskınlarına sebep olduğu söyleniyordu. Bu, muhtemelen, yağmuru “Ra’nın Gözü”nün yağdırdığı anlamına gelmekteydi.
Deniz salyangozuyla ilişkilendirilen inançların kökeninde değilse bile, gözün bereket verici güçlerine bir şekilde vurgu yapılırken bu hikâyede rol oynamış olması da ihtimal dahilindedir. Deniz kabuğunun sembolleştirilmesinde göze çarpan özelliklerden daha önce bahsettim. Afrika’nın pek çok yerinde ve başka yerlerde bu kabukla yarı açık gözkapağının benzerliği kabuğun, mumyalarda insan yapımı göz olarak kullanılmasına neden olmuştur. Deniz salyangozunun dişi üreme organlarını ve gözü sembolize etmek için kullanılması, ilkinin doğurganlık özelliğinin ikincisine devredilmesinde rol oynamış olabilir. Tanrılar, Ptah’ın gözünden yaratılmışlardır. Gözün, cinsel organla karıştırılması bu ifadeye bir anlam veremez miydi? Deniz kabuklarının bu iki anlamlılığını gösteren belirtiler vardır. Deniz salyangozları, muhtemelen gözü iki şekilde temsil ettiğinden ve gemiye canlılık bahşetmesinden dolayı hem İran Körfezi’nde hem de Pasifik’te, botların süslenmesinde de kullanılmaktaydı. Bu vakalar, gözün dölleyici gücüne olan inancın, bir dereceye kadar deniz kabuğuyla ilişkilendirilmesinden kaynaklanabileceğini göstermektedir. Bildiğimiz kadarıyla deniz salyangozları, mumyaların gözü olarak ilk defa görece geç bir dönemde kullanılmıştır ve Mısır’da böyle bir amaç için kullanıldıklarına dair herhangi bir veri yoktur. Ancak, deniz salyangozlarının yalnızca gözkapağına olan benzerliğinden dolayı Hanedan öncesi dönemlerde bile mezarlarda ölülerin yanına yerleştiriliyor olması, deniz salyangozu ve gözün özelliklerinin birbirleriyle ilişkilendirilmiş olabileceğini rahatlıkla göstermektedir.
Hathor’un “Ra’nın Gözü” ile özdeşleştirilmesi muhtemelen aynı fikrin bir başka ifadesiydi. Ancak “Ra’nın Gözü”nün rolü esas olarak onun ayla ilişkisinden kaynaklanmaktaydı.
Arapsaçına dönmüş Hathor düşüncesinin çözülmesi gerekecektir. Zira “Hathor biçiminde hücuma geçtiğinde hiçbir göz seninkinden (Ra’nınkinden) daha korkunç olamaz” (Maspero, a.g.e. s. 165). Ra’nın gözünün Hathor’la özdeşleştirilmesine yol açan şey gözün hayat verici cömert özelliği olsa da zaman içinde bu ilişkinin kurulma sebebi unutulduğunda göz; kötücül güçlerle, tanrıçanın ölüm saçan avatarıyla ilişkilendirilmeye başlandı. Göz, tanrının öfkesi ve düşmanlarına karşı nefretinin simgesi haline geldi. Hiç şüphe yok ki gözler, nefreti ifade etmek, bir dostun gözünü korkutmak ve onu yıldırmak için başlıca bir araçtır. Bu genel psikolojik gerçekliğin somut bir ifade kazanmasına muhtemelen böylesi bir karmaşa sebep olmuştur. (“Afrodit’in Doğuşu” adlı bölümde bu çelişkilere yol açan belirgin durumları açıklayacağım).
“Kötücül göze” yaygın bir şekilde inanılmasına ek olarak, çok sayıda efsanede insanları taşa çevirenin göz olması da önemlidir. “Soğuk bakış” ölüme sebep olur ve ölü, heykele dönüşür. Bununla birlikte bu heykeller genellikle, heykellere özgü canlanma özelliklerinden mahrumdurlar. Bu hikâyeler E. S. Hartland tarafından Legend of Perseus adlı eserde derlenmiştir.
Gözle doğurganlık fikri arasındaki ilişkide muhtemel bir bağ daha söz konusudur. Daha önce değindiğim gibi, ölüye can verme ritüelinde çok mühim bir rol oynayan tütsü yakma canlandırıcı özelliklere sahiptir. Glaser, Mısır Puntu’ndaki kabartmalardan hareketle tütsü kokusu önleyicinin “ağacın gözleri” anlamına gelen Arapça a-a-nete kelimesi olduğunu ve bu kelimenin ağacın gözyaşları veya ağacın kanı olduğu düşünülen ufak yuvarlak damlalardan ayrılmış şekilde geniş yumrulara atıfta bulunduğunu ortaya koymuştur (Punt und die Südarabischen Reiche, s. 7).
Ay ve Semavi Âlem
Afrodit inancının Kızıldeniz taraflarından ilham alınarak geliştirildiğini varsaymak için çeşitli sebepler