tüm tanrıçalar, en çok da ilkel bereket tanrıları zümresi, makul sebeplerden dolayı başlangıçtan beri ayla ilişkilendirilmiştir.89 Ancak, kadınların fizyolojik âdet döngüsüyle benzerlik hissi veren ayın periyodik evreleri, yalnızca ayın kadınlarla ilişkilendirilmesini açıklamaktadır. Ayın, çiy ve gelgit üzerindeki etkisi belki de ayın su üzerindeki hâkimiyetinin bir göstergesiydi ve kadınlarla ilişkilendirilen hayat verici güce vurgu yapmaktaydı. Daha önce açıkladığım sebeplerden ötürü, suyun dölleyici özelliği bilhassa erkeklerle özdeşleştiriliyordu. Bu yüzden ay sembolü hem eril hem de dişil üreme süreçlerinin kontrolünü içermeye başladı.90
Aya ilişkin bu fikirlerin gelişimiyle ilgili literatür, Profesör Hutton Webster tarafından bir araya getirilip özetlenmiştir.91
Webster’a göre, “İlkel insanlar arasında güneşten, gezegenlerden ve diğer takımyıldızlardan ziyade duyguları coşturanın, batıl inanç korkusu hissi ve dini saygı uyandıranın ay olduğuna inanılması için yeterli sebep vardır.”
Aya ilk defa, insanların tarımla uğraşması sonucu zamanın ölçülüp mevsimleri belirlenmesi gerektiğinde özel bir ilgi duyulmuştur. Ayın su üzerindeki hem çiy hem de gelgit etkisi, üremeyle ilgili o zamanın güncel biyolojik teorilerinin kapsamını belirlemiştir. Bu düşünce ayın evreleri ve kadının aybaşı periyotlarının paralelliğiyle kuvvetli bir şekilde desteklenmiştir. Ay, kadının üreme işlevlerini kontrol eden güç olarak görülmüştür. Böylelikle doğurganlık gücüyle kişileştirilen tanrıçalar ayla ilişkilendirilmeye ve bazı durumlarda özdeşleştirilmeye başlanmıştır.
Bu, ayın canlı olarak görülüp ona tapınılmasına yol açmıştır. Bu ilk semavi tanrılar, yalnızca deniz salyangozunun özelliklerini, yani dişi üreme işlevlerini kazanmamış, ayrıca daha sonradan Osiris’le ilişkilendirilecek olan “suyun hâkimi” sıfatını da kazanmıştır. Osiris’in eril üreme güçleri ile Hathor’un ve İsis’in dişil üreme işlevlerinin karışması, bazı bölgelerde ayın nasıl eril bir ilaha dönüştüğünü açıklayabilir. Çünkü bu ilah, kadın soyu üzerinde kontrolünü hâlâ sürdüren ve erkeksi güçlerini kullanarak aybaşı hadisesine sebep olan eril bir ilahtır.92 Ancak, ay tanrısı diğer taraftan zamanın ölçüm aracıydı ve özellikle bu yönüyle Thoth ile kişileştiriliyordu.
Ayın bu ilk ilahlara olan benzerliği, muhtemelen ilk semavi tanrıların oluşmasına sebep olmuştur. Çünkü ay ile bir ilahın kişileştirilmesi fikri ve ölü bir krala tapınma ile ilişkilendirilen Osirisçi inanç gelişir gelişmez ay, ölüm yoluyla ilahlık kazanan bazı fani kadınların ruhunun temsilcisi olmuştur. Ayın ölü bir insanın ruhu olarak kabul edildiği bu fikir geliştikten sonra, zaman içinde güneşin ve yıldızların aynı düşünce zincirine dahil olması ve ölülerin tanrısallaştırılmış hali olarak kabul edilmeleri çok doğaldır. Bu gerçekleşince, güneş doğal olarak kısa süre içinde üstün bir konuma terfi etmiştir. Ay, tanrısallaştırılmış kadın özünü temsil ederken, güneş baskın erkek ilah Ra’ya dönüşmüştür. Yıldızlar da ölülerin ruhlarını temsil eder hale gelmiştir.
Gökyüzü dünyasına ilişkin bu yeni fikirler belirmeye başlayınca, yeni düşünceleri eskilere benzetmek ve rasyonelleştirmenin karmaşık yapısıyla uyuşmayan karışık düşünceleri desteklemek için yeni bir inanç gelişti.
Güneş Tanrısı Horus, halihazırda Osiris’in oğluydu. Hem nehirlerin ve sulama kanallarının hem de yağmur bulutlarının denetimi Osiris’in elindeydi. Tütsünün dumanı yeryüzündeki tapınanların yakarışları olarak semavi tanrılara ulaşıyordu. Tütsü, yalnızca “tanrısallaştırılmış bir koku” değildi. Tütsü ayrıca, ilahların ve ölülerin, yeni yaratılmış gök cennetinde tamamlayıcı eşlerine kavuşmasının bir aracıydı. Güneş Tanrısı Ra, tapınağında yalnızca insan suretindeki bir heykelle değil, bunun yanı sıra bir de obelisk93 ile temsil ediliyordu. Cenneti ve “aşağı doğru inişi” işaret eden, tepesi yaldızlı bu obelisk cilalı yüzeyinden güneşin baş döndürücü ışınlarını yansıtıyordu. Böylelikle tüm tapınanlar tanrının, tapınağındaki tezahürünü görebiliyorlardı.
Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi bu sayede semavi tanrılar ve gökyüzünde bir cennet yaratılmıştır. İkincisi, muhtemeldir ki insan formunun ilk defa tasarlandığı bir taş sütunun bile ilahı temsil edebileceğini, daha doğrusu tanrı tarafından canlandırılmış “vücut” haline gelebileceği fikrini göstermiştir.94 Heykellerin canlanmasıyla ilgili bu kadim düşüncelerin anayurdunda bile putun insan suretinde şekillenmesi o kadar da mühim değildi. Bunun yapılabileceği bir defa kabul edilince heykel yontmak için teknik beceriden mahrum olan kültür seviyesi düşük topluluklar için bile bu mümkün oldu. Canlandırma için uygun bir ritüel icra edildiğinde, tanrılarının içine girebileceği basit taş sütunlar ya da şekillenmemiş taş veya tahta yığınları dikiyorlardı.95
Tanrıların, insanların veya hayvanların taşların içinde ikamet edebilmesi fikri zamanla tüm dünyaya yayıldı. Ancak, taşı canlandırmanın bazı keyfi ayrıntılarının bulunduğu her yerde, bütün efsanelerin aynı kökenden türemiş olması gerektiği gerçeği açığa çıkmaktadır.
İnsanların veya hayvanların taşlaşmasının mümkün olduğuna dair bu tamamlayıcı inanç, geniş kapsamlı benzer coğrafi dağılıma sahiptir. Bu olağanüstü olayın hikâyesini “Ejderhalar ve Yağmur Tanrıları” adlı bölümde96 açıklayacağım.
İneğe Tapınma
İneğe tapınma, ele aldığım konuyla son derece yakından bağlantılıdır. İlkel ana tanrıçaların inekle çok yakından ilişkilendirildiği ve hatta özdeşleştirildiği sürecin ayrıntılarına ve ineğin boynuzlarının niçin Hathor’un simgeleri arasındaki ayla ilişkilendirildiği konusuna girmek beni konunun çok dışına çıkaracaktır. Ancak konunun bazı taraflarına değinilmesi gerekmektedir.
Ayın hilal şeklinin inek boynuzuna benzerliğini çağrışımla açıklayan alışageldik bir teoriyi doğrulayacak herhangi bir bulgu olduğunu sanmıyorum. Diğer taraftan hem ayın hem de ineğin birbirlerinden tamamen bağımsız bir şekilde ve çok farklı dönemlerde, Ana Tanrıça’yla özdeşleştirildikleri de bir gerçektir.
İnek ve Ana Tanrıça’nın bu ilişkilendirilmesinin gelişiminde rol oynayan ana sebep muhtemelen, sütün insanlar tarafından bir besin kaynağı olarak kullanılmasıdır. İnek anneliğe ilişkin bu işlevi yerine getirebiliyorsa, aslında insanoğlunun bir nevi üvey annesi de olabilirdi; zaman içinde insan ırkının gerçek annesi olarak kabul edilmeye başlanıp Ulu Ana’yla özdeşleştirildi.
Pek çok değerlendirme bu benzetme sürecini destekler. Sığırın hem beslenmek için et olarak tüketilmesi hem de ölüler için genel ve en karakteristik hayat verici özellikleri taşıması, ineğe ilahlık verilmesinde doğal olarak rol oynamıştır. Buna benzer bir ilişki tütsüyü kutsal bir töz mertebesine çıkarmış ve tütsü ağacının tanrıça olarak kişileştirilmesine sebep olmuştur. Bu tesir sığır için halen pek çok açıdan geçerlidir. Çünkü sığırlar ayrıca, ritüellerde ölülere ve zamanla tanrılara bilinç verilmesi amacıyla kullanılan kanın tedarikçisidir. Bunun yanı sıra sığırlar, ibadet edenlerin yakarışlarını duyup karşılık verebilirler.
Diğer başka olaylar da ineğin önemini vurgulamaktadır. Ancak,