Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET


Скачать книгу

denen şeyi sesine yansıtmayı çok iyi biliyordu bu İsmet. “Amcası” sözcüğündeki özel vurgu mükemmeldi.

      “Anladım,” dedim. “Yine de görürsen haber ver, Tarsus’u arasın.”

      “Söylerim,” dedi.

      “Sınav nasıl geçti?” dedim.

      “İdare eder,” dedi.

* * *

      Liberal kantinden çıktım. Çim alanın yanından yürüyerek ilk girdiğim kantinin merdivenlerinden aşağı indim. Koridorda Fotoğraf Kulübü’nün panosunun önünde durdum. Panoda iki ay önceki bir serginin afişinden başka bir şey yoktu. Kantinin oturulan bölümüne girdim. Demin konuştuğum çocuklar gitmişti. Tek başına oturan bir kızdan önündeki tükenmezini istedim, panonun önüne döndüm. İki ay önceki serginin afişinin arkasına kocaman harflerle “İbrahim Sarı! Beni ara!” diye yazdım. Altına ev ve araç telefonumu ekledim. Afişi taşıyan iğneyi kullanarak, bu kez benim mesajım bulunan kısmı görünecek şekilde tutturdum.

      Tükenmezi iade etmek için dönmüştüm ki arkamdan gelen sesle durdum.

      “Aslında oraya bir duyuru asmak için benden izin almanız gerekir…” diyordu kendinden emin, dostça tonlar taşıyan, gençliğini yeni yitirmeye başlayan bir ses.

      Döndüm.

      Kısa kollu gömleğine kravat takmış, kumaş pantolonunun altına süet bir ayakkabı giymiş, gözlüklü, sabah özenle tıraş olmuş, bana göre genç ama ortalıktaki çocukların dayısı olacak yaşlarda bir adam duruyordu karşımda. Kantinin, koridorun, panoların, dışarıdaki çim alanın, neredeyse bütün Boğaziçi’nin sahibi gibi duruyordu. Kendine güvenli ve gülümseyerek bakıyordu bana.

      “Kuralları mı çiğnedim?” dedim ben de dostluğuna uyarak.

      “Çok da önemli değil,” dedi. “Ben Öğrenci Faaliyetleri Dekanı Kurtar Toprak. İbrahim’i arıyormuşsunuz, çocuklar söyledi.”

      Anlaşılan Boğaziçi kantinlerinin istihbaratı hızlıydı.

      “Tanıyor musunuz?” dedim. “Demin bir iki arkadaşına sordum, gören yok epeydir.”

      “Tanıyorum tabii,” dedi. “Öğrenince ben de merak ettim. Finalleri olmalı bu ara. Akrabası olduğunuzu söyledi çocuklar…”

      “Sizin çocuklar meraklı,” dedim.

      “Özellikle bu kantindekiler kendilerinden yaşlı her yabancıdan kuşkulanır,” dedi Kurtar Toprak. “Siyaset yapıyor olduklarını düşünürler de. Üstelik siz de Adanalı değilsiniz bana kalırsa…”

      “Değilim,” dedim. Biraz hareket katabilirdim işe. “Akrabası da değilim.”

      “Gelin odamda konuşalım,” diyerek koluma girip beni dostça sürükledi Kurtar Toprak.

      4. Bölüm

      Aynı binanın içinde bir kat yukarı çıktık. Yan yana odaların olduğu bu koridorda kulüp panolarının yerine, bilgisayar çıktılarının yapıştırıldığı resmi duyuru panoları vardı. Kurtar Toprak, dosyalarla tıka basa dolu bir masada MAD okuyan bir kadının yanından geçip odası olduğu anlaşılan kapısı açık küçük odaya yönelirken mizaha düşkün sekretere seslendi:

      “Esin, bize iki neskafe lütfen.”

      Esin, kahveyi her zaman kendin alırsın, şimdi misafirine hava atmana gerek yok tavırlarıyla MAD’i kapadı.

      Oda gerçekten küçüktü. Aslında çok daha büyük olan bir odayı, sonradan kontrplak benzeri bir malzemeyle birkaç parçaya bölüp küçük küçük odalar elde etmişlerdi, onlardan biriydi. Üstelik elde edilen alanı ağzına kadar dolduran dosya ve kitaplarla dolu beş dolap, rektörün eski misafir koltuklarına benzeyen iki koltuk ve yarısını bilgisayar ile yazıcının kapladığı bir masa vardı odada. Sonuçta oda olduğundan da küçük görünüyordu.

      Yusuf Sarı’nın aksine kendi koltuğuna oturdu, masanın üstündeki Marlboro Light’tan bir tane ikram etti bana.

      “Dışarıda, çocukların yanında içmemeye özen gösteriyorum,” dedi, sanki ben sormuşum gibi.

      Sesimi çıkarmadım. Adanalı ya da Tarsuslu ve de İbo’nun amcası olmadığımı nasıl sindireceğini görmek istedim.

      Çocuklardan daha açıksözlüydü.

      “Polis değilsiniz, değil mi?” dedi.

      “Hayır,” dedim.

      “O zaman?”

      “Eskiden pilottum,” dedim. Eski ya da yeni pilot olmak, sıkıcı bir konuşmayı daha yumuşak götürmeye yarayan tuhaf bir özellikti, deneyle sabitti bu.

      “Ve şimdi?” dedi. Yukarıdaki kural her zaman çalışmazdı.

      “Bana bazı araştırma işleri verecek birileri çıkıyor her zaman,” dedim.

      “Hiç özel dedektif tanımamıştım,” dedi.

      “Sayımız öyle çok değil,” dedim.

      “İbrahim’i görev gereği arıyorsunuz o zaman?” dedi.

      “Amcası Yusuf Sarı, bir haftadır haber alamayınca endişelenmiş. Dün Tarsus’ta yanındaydım. Boğaziçili bir çocuğu aramaya başlamak için en iyi yer Boğaziçi’dir diye düşündüm,” dedim.

      “Önce yönetime başvurabilirdiniz,” dedi.

      “Kurtar Bey…” dedim. “Aslında İbo’nun ortadan kayboluşunun öyle çok ciddi bir nedene dayandığını düşünmüyorum. Belki bir gençlik kaprisi, ne bileyim, çocukça bir heyecan arayışı. İşi resmiyete dökmek istemedim.”

      “Bakın bu tutumunuzu beğendim,” dedi. “Adınız neydi?”

      Söyledim.

      “Remzi Bey…” dedi. “Ben de ufak tefek anlaşmazlıkları, hadi kabahatleri diyelim, resmiyete dökmeden halletmeyi severim. Bu çocuklar genç… En hafif deyimle kanları kaynıyor.”

      “Evet,” dedim. “İbrahim’i bulmam için bana nasıl yardım edebilirsiniz?”

      “Bana biraz zaman verin,” dedi. “Çocuklara sorabilirim. Resmi bir soruşturma yapıyor gibi olmadan. Çocukları daha da meraklandıracak bir insan avına dönüştürmeden. Bazı çocuklar… her toplulukta vardır bu… diğerlerinden daha çok şey bilirler. Sonra Kayıt İşleri’ne bir sormak lazım, sömestr izni filan için başvurmuş mu diye.”

      “Dersleri iyiymiş anladığım kadarıyla,” dedim. “Ama bu sabahki finale girmemiş.”

      “Hiç belli olmaz,” dedi Kurtar Toprak. “Akıllarına eser, sınavlara girmekten daha eğlenceli şeyler bulduklarına inanabilirler. Finallere yakın artar bu eğilim.”

      Aklına daha eğlenceli bir şey gelmiş gibi sordu:

      “Sevgilisi var mıymış okulda?”

      “Amcası olmadığını söylüyor,” dedim.

      “Adana’daki amca ne bilir?” dedi. “Burda saat başı değişir bu durumlar.”

      Bu Kurtar Toprak’ı sevmeye başlamıştım.

      “Çok teşekkür ederim,” dedim. Bir kartımı çıkardım, arkasına araç telefonumun numarasını da yazdım. “Bir şey bulursanız lütfen hemen arayın.”

      “Elbette,” dedi. “Siz de bir daha okula yolunuz düşerse önce bana gelin.”

      “Bunu unutmam,” dedim. Kurtar Toprak küçük egemenlik alanının sınırlarını korumaya meraklıydı.