Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET


Скачать книгу

birlikte ağır ağır Barbie House’un sahibi ve de Merkez İdmanyurdu Kulübü’nün başkanı Cem Tümer’e doğru yöneldik. Yanında hangi markanın defilesine çıkarırsanız çıkarın yadırganmayacak güzellikte, ama çıkmayacak olgunlukta bir kadın vardı. İkisi de, çevrelerindeki kalabalığı oluşturan bayi ve bayi karısı ortalamalarının her açıdan üstünde olduklarının bilincinde gibi duruyorlardı. Biraz açıkta, düğünün çağırılacak kadar önemli, ama başköşeye oturtulmayacak kadar uzak akrabaları gibi, ellerinde kadehler, vücutlar dik, bakışlar keskin, sessizce dikiliyorlardı. Cem Tümer de İlhan Karasu gibi smokin giymişti, ama onunki daha bir yakışıyordu ince uzun vücuduna. Yanındaki kadından çok daha uzun saçları ensesinde toplanmış, aşağıya sarkıyordu. Yaşından daha genç durmak için özenmiş diyemezdiniz, apaçık yaşından daha genç duruyordu adam. Çevresini içten bir merakla izliyor, küçümsüyorsa da belli etmemeye çalışıyordu bana kalırsa. Cumartesi günkü maçı aklına getirip getirmediğini merak ettim.

      “Daha fazla ilerleme,” dedi reklamcı arkadaşım. Kolumdaki koluyla durmam için baskı yaptı.

      “Neden?”

      “Adamla karşılaşmayayım şimdi. Her görüşünde Karasu’yu bırakıp kendisiyle çalışır mıyım diye ağzımı aramaya kalkıyor. Zor durumda kalıyorum.”

      “Ne mutlu sana, peşinden koşan yeni müşteriler var,” dedim.

      Ajansın sorunlarını aklına getirmek bile istemiyormuş gibi yüzünü buruşturdu.

      “Ben dolanayım şöyle bir,” dedi. “Kimsenin benim aklıma ihtiyacı yok, ama birine yardımım dokunabilir. Görüşürüz.”

      Reklamcı arkadaşım ileride mutlaka yakalaması gereken birini görmüş gibi kararlı adımlarla uzaklaştı yanımdan. Birden ayılmıştı sanki. Ortalıkta dolanan garsonlardan birinden bir kadeh beyaz şarap aldım. Bardak buğulanmıştı. Şaraptan kocaman bir yudum alıp, içimdeki, boş vakitlerinde özel dedektiflik yapan Karasu Tekstil Kayseri bayiini uyandırmaya çalıştım. Cem Tümer’e doğru yürümeye başladım.

      Adamla konuşmamın doğru olup olmadığından, hele hele konuşmaya başlayınca ne demem gerektiğinden de emin değildim açıkçası. Lafı hafta sonundaki ölüm kalım maçına getirmenin doğru olacağından da kuşkuluydum. Yalnızca bir yoklamak istiyordum. Kiminle dans etmek için piste fırladığımı anlamak için yalnızca bir yoklamak.

      Hayat her zaman olduğu gibi, benim işte de kararsızlığa prim tanımaz. Daha ben Cem Tümer ile yanındakine, onlara doğru geldiğim belli olacak kadar yaklaşamadan arkamızdan, deminden beri dinlediğimiz müziği ninni derecesine düşürecek kadar yüksek volümlü bir müzik başladı. Podyumun hazırlandığı taraftan geliyordu müzik. Bütünüyle bilgisayarda üretilip bilgisayarda icra edildiğini anında anlamak için DJ olmanız gerekmiyordu. Konuşmalar kesildi, yüzler ritmin ve tekdüze melodinin amansızca üstümüze geldiği tarafa yöneldi. Hep beraber ekspozisyonun başlamak üzere olduğunu, izlemek istiyorsak o tarafa doğru yönelmemiz gerektiğini anladık. Kalabalık ağır ağır Esma Sultan Yalısı’ndan artakalanlara doğru yürümeye başladı. Cem Tümer elindeki kadehi en yakınındaki masaya bıraktı, yanındaki güzel kadının elinden tutup kalabalığın arasına karıştı.

      Kendime, kızları en iyi yerden görebilmek için telaş eden kalabalığın dışında, çevremi olabildiğince rahat görebilecek bir yer seçtim elimde şarap kadehimle. Davetliler yıkıntı boyunca uzayıp giden podyumun iki tarafına sıkışarak yaklaştılar. Alabildiğince aydınlanmış podyumun giriş çıkışa ayrılmış bölümünün yakınlarında, herkesten uzun boylarıyla Karasu Güneşsporluların toplandığını algıladım gölgelerinden. Fotoğrafçılar ve kameramanlar, seçkin davetlilerin bir ikisini nazikçe iteklediler, en önlerde sotalandılar.

      Artık kafamızda başka bir düşünceye izin vermeyecek kadar yükselmiş olan müzik, demin Kayahan Karasu’yla konuşurken gördüğüm sunucu podyumda belirinceye kadar daha da yükselerek sürdü, adam çıkınca birden kesildi. Davetlilerden yükselen alkışlar ya sunucu için ya da o dehşet müzikten kurtuluşumuzu kutlamak içindi.

      Sunucunun ağzını oynattığını gördüm ama sesini işitemedim. Kimse de işitemedi. Genel bir şaşkınlık oldu. Gözlerimle podyumun çevresini hızla taradım. Futbolcuların biraz ötesinde duran Dilek Aytar inanılmaz bir serinkanlılıkla duruyordu ellerini göğsünde kavuşturmuş. Bir iki adım arkasındaki reklamcı arkadaşım da sırıtıyordu. Sunucu elindeki mikrofona vurdu hafif hafif. Ses gelmedi. Boynu büküldü. Kalabalıktan sempati dolu bir uğultu yükseldi.

      “Bir şeyler ters gidiyorsa… Karasu…” dedi sunucu sonra. Sesi çıkıyordu şimdi mikrofondan. Kalabalıktan gelen uğultu rahatlamış kahkahalara dönüştü. Podyumun üzerindeki ana ışık huzmesi sunucudan ayrıldı, girişe yöneldi. Müzik yeniden başladı. Bir alkış daha koptu. Şimdi sırtı kalçalarının başladığı yere kadar tümüyle çıplak bir manken, iki elinden tutmuş iki simsiyah giysili delikanlının ortasında, geri geri adımlar atarak ağır ağır geliyordu seyircilere doğru. Davetlilerin erkek çoğunluğunun, manken önünü döndüğünde göreceklerinin heyecanıyla nefeslerini tuttuğundan adım gibi emindim. Televizyoncuların arasında sıkı bir hareketlenme oldu, seyyar ışıklar parıldadı.

      Kız geri geri geldi, podyumun ortalarında dönüverdi önünü. Yeniden alkış koptu davetlilerden erkeklerin hayal kırıklığı ünlemleriyle karışık. İçyüzü benim için tümüyle meçhul olan bir yöntem, mankenin göğsünden başlayarak aşağı inen kumaş parçasını yerinde tutmayı başarıyordu yerçekiminin bütün çekiştirmelerine karşı. Kız kara giysili delikanlıların elinden kurtuldu, salına salına podyumun sonuna kadar geldi kendisini izleyen ışık demetinin içinde. O yürüdükçe alkışlar izliyordu kendisini podyum boyunca. Podyumun sonuna geldiğinde bir an durdu, televizyondaki defilelerde gördüğüm o müthiş kendine güvenli duruşla baktı seyircilere.

      Alkışlar bu kez podyumun baş tarafından yeniden yükseldi. Yine kara giysili başka iki delikanlının iki elinden tutarak geri geri yürümesine yardım ettikleri başka bir manken girmişti podyuma şimdi. Şarabımdan bir yudum daha alıp bu yeni mankenin bize sunacağı sürprizlere hazırladım kendimi.

      Arkamda aniden yükseliveren itiş kakış sesleri Karasu Tekstil’in podyuma taşınan ikinci giysisini algılamama izin vermedi. Seslerini alçak tutmaya niyetli, ama bunu başaramayan iki kişinin duyamadığım konuşmaları geliyordu arkadan. “Hişt, kesin yahu, bir ekspozisyon izliyoruz şunun şurasında,” demeye hazırlanıp arkama döndüm. Bir şey demedim ama. Arka tarafta da kendi çapında dramatik bir sahne oynanıyordu.

      Şu bizim, bu ortama hiç uymayan kim var diye sorsam iki elinizin işaretparmağıyla birden göstereceğiniz beyaz takım elbiseli şişman fotoğrafçı daha önce hiç görmediğim gencecik bir kızla, çok da hoş olmadığı apaçık bir mevzu üzerinde konuşuyor, daha doğrusu konuşmaya çalışıyordu itişmeyle karışık. Kızın üzerinde göbeğini açıkta bırakan bir bluz ve blucin vardı. Bluzun tam ortasındaki koç başının boynuzları iki göğsünün üzerinde dönerek, meme ucunun olduğunu tahmin ettiğiniz yerde noktalanıyordu. Kız başını hızlı hızlı sallıyordu iki yana sürekli. Ağzının kımıldadığını görüyordum, ama arkamda kesintisiz süren salt ritimden oluşan müzik yüzünden ne dediğini anlamak olanaksızdı. Beyaz elbiseli şişman fotoğrafçı kötü bir niyeti olmadığını belli eden bir yumuşaklıkla tutmuştu kızın bileğini. Manzarayı görseniz şişman fotoğrafçının derdinin aşkını itiraf etmekten çok daha başka bir şey olduğunu şıp diye anlardınız. Kız başını sanki “Olmaz!” der gibi salladıkça, elindeki fotoğraf makinesini gösterip bir şeyler söylüyordu. Kıza fotomodellik öneriyor olsa bu anı seçmezdi diye düşündüm.

      Böyle