Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET


Скачать книгу

bakıyordum yürüyüşüne. Çaprazımdaki sandalyeye de o oturdu. Masadan biraz geride bacak bacak üstüne attı. Dirseği masadaydı. Uzattığım kartviziti diğer eliyle alıp uzun uzun okudu. Masaya bıraktığı kartviziti alıp cebime koydum.

      “Eskiden pilotmuşsunuz…” dedi.

      “Evet,” dedim.

      “Nereden çıktı bu özel dedektiflik?” dedi.

      “Pazarın ihtiyacı vardı,” dedim. “Başkalarının ne yaptığını bilmek isteyenler de çok, ne yaptığının bilinmemesini isteyenler de.”

      “Ben hangi taraftanım sizce?” dedi.

      “Siz ne yaptığını… bilenlerdensiniz,” dedim.

      Bir kez daha beni ilk kez görüyormuş gibi baktı yüzüme, önemli bir şey söyleyecekmiş gibi öne eğildi. Boynundaki madeni yuvarlaklar şıngırdadı. Elini bastırıp kolyesini ve bluzunun hareketlenip arzu edilenden fazlasını göstermeye eğilim taşıyan yakasını denetledi. Kapıdaki hareketi algıladı sonra. Doğruldu.

      “Bak ona göre” etkili olmuştu anlaşılan, Nimet Hanım tepsisinde iki neskafe fincanıyla içeri girdi. Bu sefer servisi yapıp tepsiyi düşürmeden çıkmayı başardı. Konuyu değiştirme fırsatının üstüne atladım.

      “Siz halkla ilişkiler ve reklam işini nasıl seçtiniz peki?” dedim.

      “Benim nedenim açık,” dedi. “Eskiden müşteri temsilcisi olarak çalışırdım bir reklam ajansında. Müşterilerin bitip tükenmez kaprislerinden sıkılıp, biraz da ben kapris yapayım dedim. Masanın öbür tarafına geçtim.”

      Kahvemden bir yudum aldım. Sıcaktı bu sefer. Karasu Tekstil’den içeri girdiğimden beri sigara içmediğimi hatırladım sonra. Nisanın son haftasında, akşama yağmur yağıp yağmayacağı tartışmalı bir gün için seçtiğim ceketimin cebinden bir Chesterfield Light çıkardım.

      “İçebilir miyim?”

      “Elbette,” dedi Dilek Aytar.

      “Siz de içer misiniz?”

      “Yalnızca özel anlarda,” dedi. Hâlâ elinde tuttuğu kartvizitimi bırakıp paketten bir sigara aldı.

      Sigarasını yakmam için eğildiğinde metal yuvarlaklar yine şıngırdadı. Bu kez karşılıklı birer yudum aldık kahvelerimizden. Tuhaf tuhaf şeyler düşünüyormuş gibi birer de nefes aldık sigaralarımızdan.

      “Ekspozisyon saat sekiz buçukta başlayacak akşam,” diye lafa girdi aniden. “Ortaköy’deki Esma Sultan Yalısı’nda. Bilir misiniz?”

      “Evet,” dedim.

      “Dokuzdan önce başlayamayız ama,” dedi. “Ekâbir bayiler ile salak karıları geç gelmeyi marifet sayarlar böyle gecelere. Ben son dakikalara kadar kapıda karşılayacağım davetlileri. Beni görürsünüz gelince.”

      Birinin elinde bir karton kutu olan iki kız girdi içeri. Diğerinin elinde bir ucunda insanın gözünü dayayıp bakacağı bir mercek olan siyah bir küp vardı.

      “Basına dağıtılacak dialar…” dedi kızlardan biri.

      “Çoğaltılmadı mı bunlar hâlâ?” dedi Dilek Aytar.

      “Siz önce görün diye bekledik,” dedi öteki kız. “Murat yetiştireceğine söz verdi.”

      “İnşallah,” dedi Dilek Aytar. Sonra bana döndü.

      “Kusura bakmayın, şu dialara bir göz atmalıyım.”

      Hiç önemi yok jesti yaptım ellerimle. Sigarasını aramızdaki kül tablasına bastırıp, gidip masasına oturdu. Kızların her biri bir yanına geçti. Sağ yanındaki kızın kutudan çıkarıp verdiği çerçevelenmiş diayı o küpün diğer ucundaki girişe takıp mercekten baktı. Küpün içinde diaları görmeyi sağlayan bir ışık kaynağı vardı anladığıma göre. Diaları birbiri ardından ve hiç konuşmadan hızla incelemeye başladı. Beğenmediklerini sol tarafındaki kıza veriyordu.

      Elimi masanın üstündeki broşürlere attım işleri bitene kadar göz gezdirmek için. Reklamcı arkadaşımdan telif ücreti almalıydım çünkü benden ilham almıştı sanki broşürün konusunu bulmak için. Benim yanımda yöremde hiç görülmeyen güzellikte üç kadın, hayali bir dedektiflik bürosunun içinde, her karede değişik giysilerle poz vermişlerdi. Bana hiç benzemeyen, ince, yakışıklı, genç bir adam, hayatımda hiç giymediğim ve hiç giymeyeceğim giysilerle kadınlara kötü kötü bakıyordu. İki elinde iki toplu tabanca, patlattığı muhtemelen kurusıkı kurşunların dumanını üflüyordu namludan başka bir karede.

      Üçlü inceleme ben kahvemi, ikinci sigaramı ve salak broşürün sayfalarını bitirene kadar sürdü. Baktıkları diaların yarısı elenmişti bu sürenin sonunda. Kızlar malzemelerini alıp sessizce çıktılar odadan.

      “Davetliler kimler?” dedim kaldığımız yeri hatırlayacağından emin olarak. Beni yanıltmadı.

      “Ekspozisyon esas olarak bayilerimize,” dedi masasından bana bakarak. “Pazarlama Türkiye’sinin dört bir tarafından bayiler ve karıları.” Ellerini iki yana açarak ikinci sınıf bir sirk takdimcisini taklit etti. “Innnn nı nınnnn… Basın ve televizyon da gelecek… umarım yeterince. Rakip firmalardan da çağırdı, merakını yenemeyenler gelir. Aslında bu gösterinin herkesin bildiği asıl amacı bayilerin başını döndürüp ertesi günkü gala yemeğinde olabildiğince çok sipariş almak. Biraz da hava atmak sektöre.”

      Sonra masadan kalktı, yeniden çıplak mankenlerin arasından dolaşıp bir tur attı.

      “Futbol takımı ne yapacak?” diye sordum bana doğru yürüyüşünü seyrederken.

      “Asıl olarak yalnızca boy gösterecekler. Televoleci televizyoncuların, paparazzilerin falan gelmesi için bir neden daha güya. Aslında İlhan Bey de biliyor ya, gelirlerse yalnızca uçuşan eteklerden görülen iç çamaşırları ve transparan giysileri çekmek için gelirler. Üçüncü ligden bir takımın oyuncularını çekip de ne yapsınlar?”

      Biraz önce oturduğu sandalyeye geldi oturdu. Soğumuş kahvesine umutsuzca bir göz attı.

      “Bayilere ilginç gelir belki,” dedim.

      “O da doğru ya,” dedi.

      “Siz tanıyor musunuz takımdakileri?” dedim. Bir yerden başlamam lazımdı.

      “Doğru dürüst tanımam,” dedi Dilek Aytar. “Bir tek o kaleciyle merhabam var. O da birinci ligden transfer edildiğinde gazetecilerle imza törenini ben organize etmiştim, oradan.”

      “Nasıl razı oldu Karasu Güneşspor’a gelmeye birinci ligden?”

      “Çok anlamam bu işlerden ama galiba suyu ısınmıştı zaten birinci ligde,” dedi Dilek Aytar. “Bir iki yıl da burada takılayım diye düşünüyor olmalı. Hani son vurgun. Ama törende gazetecilere öyle bir birinci lige döneceğim, ama yeni takımımla beraber dedi ki, ölürsünüz. Benden daha iyi PR’cı.”

      “Maçlara gidiyor musun?”

      “İlhan Bey her seferinde çağırır. Bir iki kere gittim. Feci sıkıldım.”

      “Bu hafta sonu gidin ama,” dedim. “Ölüm kalım maçı.”

      “Şu ekspozisyonu sağ salim atlatıp bayileri de kalın siparişlerle evlerine yollayabilirsem gelirim,” dedi.

      Ayağa kalktım.

      “Teşekkür ederim,” dedim, elimi uzattım. “Zamanınızı çok aldım. Akşama görüşürüz.”

      Dilek Aytar da ayağa kalktı. Elimi sabahki tanışmamızdakinden çok daha uzun sıktı. Kartvizitim bu kez diğer elindeydi.

      “Görüşürüz,”