Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET


Скачать книгу

dedim.

      “Futboldan anlar mısın?” dedi.

      “Seyrederim,” dedim, oturdum karşısına.

      “İnsandan anlar mısın peki?” dedi.

      “Onları da seyrederim,” dedim.

      “Güzel,” dedi, bir yudum daha aldı birasından.

      “Bu futbol işine şan olsun diye girdim,” dedi. “Dilek Hanım sponsorluk, PR diyor buna. Ona kalsa bir voleybol ya da basket takımı almalıydım. Üstelik kadın takımı. Bize daha çok uyarmış. Dinlemedim. Onu hep dinlerim, bu kez dinlemedim. Hiç olmazsa seyrederim keyifle dedim kendi kendime. Seyir tamam, keyif yok ama.”

      “Belli olmaz, belki düşmezsiniz,” dedim.

      “Ben de öyle düşünüyordum ama Osmanlı’da oyun çok,” dedi. “Geçen hafta biri telefon etti, kafamı bulandırdı.”

      İşi bilen bir özel dedektif tavırlarına girmenin sırası gelmişti. Oturduğum yerde öne doğru eğildim.

      “Buraya mı, kulübe mi?” diye sordum.

      “Eve,” dedi. “Geçen perşembe. Tam yatıyordum.”

      “Evde telefonları siz mi açarsınız?”

      “Kim olursa… Karım, ben, oğlum bizde kalıyorsa. Öyle, ‘Buyurun Karasuların evi,’ diyen bir kâhyamız yok.”

      “Ne dedi peki arayan?”

      “‘İlhan Bey’le mi görüşüyorum?’ dedi. ‘Evet,’ dedim. ‘Size kötü bir haberim var,’ dedi. ‘Hayrola?’ dedim. Fabrikada yangın falan çıktı diye korktum önce. ‘Maçı satıyorlar. Kaleciniz ile solbek önümüzdeki hafta maçı satıyor,’ dedi. O telaşla anlamadım ne dediğini. Aynı lafları tane tane tekrarladı. ‘Kaleciniz ile solbek önümüzdeki hafta maçı satıyor.’ ‘Sen kimsin?’ dedim. Bu kez güldü. ‘Bir Güneşspor taraftarı,’ dedi. Öyle kalakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Benim sessizliğim uzayınca, ‘İnanmıyorsan işi bağlamak için buluşacakları yeri de söylerim size,’ dedi. ‘Söyle,’ dedim. ‘Daha belli değil. Belli olunca haber veririm,’ dedi kapadı telefonu.”

      “Aradı mı bir daha?”

      “Şimdiye kadar hayır.”

      “Burayı arasa bağlarlar mı size?”

      “Santraldeki kıza kendim söyledim. ‘Bir Güneşspor taraftarı’ diye bir herif ararsa atlatmasınlar diye. Ama aramadı kimse.”

      Koltuğumda geriye yaslandım. Aklıma ilk geleni söyledim. İşi kaybetme pahasına da olsa.

      “İlhan Bey,” dedim. “Ortalığı bulandırmak için biri palavra sıkmış olmasın size?”

      “Bunu ben de düşündüm,” dedi. “Ama ya doğruysa?”

      “Haftaya maç kiminle?”

      “İşte bu yüzden, ya doğruysa diye düşünüyorum. Haftaya maçımız bu işleri başıma açan herifin takımıyla. Ya onlar düşecek ya biz.”

      Sabah reklamcı arkadaşımın odasında okuduğum gazetede Karasu Güneşspor’un bir puan altındaki takımın adını hatırlamaya çalıştım, hatırlayamadım.

      Odanın kapısı tıklatıldı. İş olsun diye tıklatılmıştı herhalde, çünkü takım elbiseli orta yaşlı bir adam, kimse ona gir falan demeden alışık adımlarla içeri girdi. Yüzüme bile bakmadı benim. Tek kelime etmeden elindeki çek koçanını aramızdaki sehpaya, İlhan Karasu’nun önüne koydu. İlhan Karasu tek kelime etmeden hızla imzaladı beş tane çeki. Öyle hızlı imzaladı ki, tersten rakamların sıfırlarının sayısını algılamaya fırsat bulamadım.

      Adam aynı hızla çıkarken İlhan Karasu arkasından seslendi.

      “Ankara’dan ödeme çıkmış mı?”

      “Çıkmış ama bankanın sisteminde bir arıza var, hesaba geçemediler,” dedi adam arkasını dönüp.

      “Kim başınıza bu işleri açan adam?” diye sordum.

      İlhan Karasu light birasından bir yudum daha almak için kutuyu ağzına götürdü. Kalmadığını görünce yüzünü buruşturdu, kalktı içki dolabına doğru yürüdü. Yere eğilmiş buzdolabının içini kurcalarken bana seslendi.

      “Bir şey içmeyeceğinden emin misin?”

      “Bir kahve olsaydı…” dedim.

      Keşke Tanrı’dan başka bir şey isteseydim. Kapı bu kez çalınmadan açıldı, saçları bir eşarpla toplanmış, önlüklü bir kadın elindeki tepsinin üzerindeki bir neskafe fincanıyla içeri girdi.

      “Dilek Hanım yolladı misafirinize,” dedi patronuna bakıp. Sonra komik bir şey söylemiş gibi kıkırdadı.

      Bana kadar gelmesini beklemeden kalkıp tepsiden kahvemi aldım. Doğruydu, sütsüz neskafe benimdi.

      “Teşekkür ederim Nimet Hanım,” dedim kadına.

      Nimet Hanım tepsiyi yere düşürdü. Tepsi tangırdadı. Yerime oturup kadının tepsiyi korkunç bir telaşla yerden alıp kaçar gibi çıkmasını izlerken bir yudum aldım kahveden. Tahmin ettiğim gibiydi, soğumaya başlamıştı.

      İlhan Karasu elinde bira kutusu, karşımdaki yerine oturdu.

      “Bizim piyasada rekabet önemlidir,” diye söze başladı. “Çok sayıdadır rekabet, bir sürü firma, bir sürü marka vardır. Birbirimizi kollarız hep. Fiyatta, modellerde, reklamda, promosyonda, indirimde, bayi ilişkilerinde… Birbirimizin gözüne bakarız.”

      Birasından bir yurdum daha çekti.

      “Ama bir tanesi, bir tanesi benim için diğerlerinden bütünüyle ayrılır. Herhangi bir konuda Barbie House’un arkasında kalmak asabımı bozar. Belki çok ticari bir yaklaşım değil ama gerçekte olması gerekenden daha önemli bir rakiptir benim için Barbie House.”

      “Bunun bir nedeni olmalı,” dedim.

      “Nedeni var, nedeni var. Sahibi eski ortağımdır ve ayrıldığımızdan beri birbirimize gülümser ve masanın altından tepişiriz. Çok düşledim deposuna girip kumaşlarını ellerimle makaslamayı…”

      “Ama makaslamadınız,” dedim.

      “Makaslamadım. Tepişiriz tepişmesine ama medenice. Piyasa kurallarıyla. Belden aşağı vurmadan.”

      “Rakip forvete sakatlamak için girmeden,” dedim.

      Yüzüme baktı.

      “Evet,” dedi. “Bu futbol işini o icat etti önce. Gitti bir takım aldı kendine. Adını koyamadı tabii enayi.”

      “Barbiespor!” diyerek güldüm.

      “Ben de ona, ‘Barbiespor nasıl gidiyor?’ diye sorarım gördüğümde. Gıcık etmek için. Takımın göğsünde kocaman harflerle yazar Barbie diye.”

      Gazetede Karasu Güneşspor’un bir puan altındaki takımın adını hatırladım birden.

      “Merkez İdmanyurdu,” dedim. “Bu haftaki maçınız Merkez İdmanyurdu’yla mı?”

      “Evet. Yenilen düşer.”

      “Yenilen düşer,” dedim.

      “Bu yüzden, ‘Ya doğruysa?’ diyordum,” dedi İlhan Karasu. “Bizim iki oğlanı satın aldılarsa Karasu Güneşspor düşer.”

      “Medenice kapışırız demiştiniz?”

      Birasından bir yudum daha aldı.

      “Her şeyin bir ilki vardır,” dedi. “İşte ondan korkuyorum.”

      Böyle