sonuca giden hiçbir işaret yok. Cüzdanını almamışlar.”
“Ben patolog ya da adli tıp doktoru değilim, onu neyin öldürdüğünü söyleyemem,” dedi Enander. “Ama kalpten değildi. Eminim.”
Wallander, Enander’in telefon numarası ve adresini not etti. Sonra ayağa kalktı. Konuşma tamamlanmıştı. Daha fazla vakti yoktu.
Wallander, Enander’i danışmaya kadar geçirip odasına döndü. Falk hakkındaki notları bir çekmeceye koydu, devamındaki bir saati de dün geceki olayları yazıya dökmekle geçirdi.
Bilgisayarda yazarken bir zamanlar bilgisayardan ne kadar iğrendiğini hatırladı. Ancak bir gün bilgisayarın aslında çalışmayı kolaylaştırdığını fark etmişti. Çalışma masası artık eline geçen kâğıtlara not edilmiş gelişigüzel notlara boğulmuş vaziyette değildi. Wallander hâlâ iki parmakla yazıyor ve sık sık hata yapıyordu ama artık raporlarını yazdığı zaman hatalarını düzeltmek için Tipp-Ex kullanmıyordu.
Martinson trafo anahtarlarına sahip insanların listesiyle içeri girdi. Toplam 5 kişiydiler. Wallander isimlere göz gezdirdi.
“Hiçbirisinin anahtarı kayıp değil,” dedi Martinson. “Başka birine de vermemişler. Moberg haricinde, son birkaç gündür hiç kimse trafo binasına gitmemiş. Hökberg’in kayıplara karıştığı saatlerde ne yaptıklarını araştırayım mı?”
“Bunu askıya alalım,” dedi Wallander. “Adli tıp raporları gelene kadar beklemekten başka çaremiz yok.”
“Eva Persson’u ne yapalım?”
“Tekrar sorguya çekilmeli, hem de daha ayrıntılı.”
“Sen mi yapacaksın?”
“Hayır, teşekkürler. Bunu Höglund’a bırakırız diye düşündüm. Ben bahsederim ona.”
Öğlen olduğunda Wallander, kadına Lundberg davasındaki son gelişmeleri aktarmıştı. Boğazı daha iyiydi ama hâlâ çok yorgundu. Arabasını çalıştırmayı denemişti ama çaresizlik içinde bir oto servisini arayıp arabayı almalarını istemek zorunda kalmıştı. Anahtarlarını Irene’e bırakıp öğle yemeği yemek üzere şehir merkezine doğru yürüdü. Yemekten sonra eczaneye gidip sabun ve ağrı kesici aldı. Emniyete döndüğünde arabası yerinde yoktu. Wallander tamirciyi aradı ama henüz sorunu tespit etmeye fırsat bulamamışlardı. Tamiratın ne kadar tutacağını sorduğundaysa muğlak bir cevap aldı. Wallander telefonu kapattı, canına tak etmişti. Kendine yeni bir araba almaya karar verdi.
Sonra düşüncelere daldı. Üstünde kafa yordukça Hökberg’in, kazara trafoya gitmiş olamayacağına kanaat getirdi. Ayrıca buranın Skåne’nin elektrik dağıtım sisteminde en hassas nokta olması da tesadüf değildi.
Wallander, Martinson’un listesine uzandı. Beş insan, beş çift anahtar:
Olle Andersson, elektrik hattı tamircisi.
Lars Moberg, elektrik hattı tamircisi.
Hilding Olofsson, trafo müdürü.
Artur Wahlund, güvenlik müdürü.
Stefan Molin, teknik müdür.
İsimler ona ilk baktığı anki kadar az bilgi veriyordu hâlâ. Wallander telefona uzandı, Martinson hemen cevap verdi.
“Anahtarı olan bu insanlar var ya,” dedi. “Polis kayıtlarında isimlerini arama şansın olmadı, değil mi?”
“Aramalı mıyım?”
“Şart değil ama sen çok titizsindir, bilirim.”
“İstersen şimdi yapabilirim.”
“İlk önceliğimiz olmayabilir. Patologlardan bir ses çıkmadı mı?”
“Bence en erken yarından önce bize bir bilgi veremezler.”
“O zaman isimleri kurcala bakalım. Vaktin varsa.”
Wallander’in aksine Martinson bilgisayarını severdi. Emniyette bu konuda sorun yaşayan birisi olduğunda hep ondan yardım isterdi.
Wallander, Lundberg cinayet dosyasına döndü. Saat üçte kahve içmeye gitti. Kendini daha iyi hissediyordu, boğazı da normale dönmüş sayılırdı. Hansson ona, Höglund’un o sırada Persson’la konuştuğunu söyledi. Her şey su gibi akıyor, diye düşündü. İlk kez yapmamız gereken her şeye ayıracak zamanımız var.
Tam evrakları önüne çekip oturmuştu ki Holgersson kapıda göründü. Elinde akşam gazetelerinden birini tutuyordu. Wallander kötü bir şey olduğunu kadının suratından anladı.
“Şunu gördün mü?” diye sorarak ona gazeteyi uzattı.
Wallander fotoğrafa uzun uzun baktı. Eva Persson’un sorgu odasında yerde yatan bir resmiydi bu. Düşmüşe benziyordu.
Wallander boğazı düğümlenerek manşeti okudu: Ünlü polis genç kıza saldırdı. İşte resmi.
“Kim çekti bu fotoğrafı?” dedi Wallander gözlerine inanamayarak. “Orada gazeteci yoktu, değil mi?”
“Varmış demek ki.”
Wallander koridora çıkan kapının hafif açık olduğunu ve sanki birisinin gölgesinin geçtiğini hayal meyal hatırladı.
“Basın toplantısından önceydi,” dedi Holgersson. “Belki muhabirlerden biri erken gelmiş, koridorda takılıyordu.”
Wallander kalakalmıştı. Otuz yıllık kariyeri boyunca itip kakıştığı ya da yumruklaştığı olmuştu ama hep zorlu gözaltılar esnasında olurdu bu. Ne kadar sinirlenirse sinirlensin daha önce sorgu ortasında karşısındakine saldırdığı olmamıştı.
Hayatında ilk kez böyle bir şey yaşamıştı ve onda da fotoğrafçı oradaydı.
“Bu mevzu sorun olacak,” dedi Holgersson. “Neden kimseye bir şey demedin?”
“Kız annesine saldırıyordu. Annesine daha fazla vurmasın diye ona bir tokat attım.”
“Ama bu resim böyle demiyor.”
“Olay bu ama.”
“Neden bana söylemedin?”
Wallander’in verecek cevabı yoktu.
“Umarım bununla ilgili bir soruşturma yapmak zorunda olduğumu anlayışla karşılarsın.”
Wallander kadının sesindeki hayal kırıklığını duydu. Buna öfkelenmişti. Bana inanmıyor, diye düşündü.
“Görevden alındım mı?”
“Hayır ama tam olarak ne olduğunu duymak istiyorum.”
“Anlattım işte.”
“Persson, Ann-Britt’e farklı bir versiyonunu anlatmış. Senin durup dururken ona saldırdığını söylemiş.”
“O zaman yalan söylüyor. Annesine sorun.”
Holgersson cevap vermeden önce duraksadı. “Sorduk,” dedi. “Kızının ona hiç vurmadığını söylüyor.”
Wallander sessiz kaldı. İstifa edeceğim, diye düşündü. İstifamı verip teşkilattan ayrılacağım. Bir daha da dönmem. Holgersson bir cevap bekliyordu ama Wallander hiçbir şey demedi. Sonunda kadın odadan çıktı.
9
Wallander hemen emniyetten ayrıldı. Kaçıyor muydu yoksa hava almaya mı çıkmıştı, emin değildi. Olanları doğru hatırladığını biliyordu ama Holgersson ona inanmıyordu ve bu canını sıkmıştı. Ancak dışarı çıkınca arabası olmadığını anımsadı. Küfretti. Kafası atmışken sakinleşene kadar araba kullanıp boş boş dolaşmayı