kilise mezarlıklarındaki cesetleri yemek ve parçalamak için ortalıklarda geziniyorlardı. İsveç’teki ilk Yngling krallarından biri olan Vanlandi’yle alakalı eski bir efsane, Huld adında bir cadının Karabasan şekline girerek kralı ziyaret ettiğini ve onu nefessiz bırakıp öldürdüğünü öne sürüyor. Atalarımızın böyle varlıklara olan inancı o kadar derindi ki Eidsifa Dinsel Kanunu şu satırları içeriyordu: “Eğer kanıtlar bir kadının Karabasan şekline girip herhangi birini ya da hizmetçilerini ziyaret ettiğini gösterirse, bu kadın ceza olarak üç İsveç markı ödemeli; eğer ödeyemiyorsa yaşadığı yerden sürülmeli.” Karabasan ve kurt adam, daha önce bahsedilen Karanlığın Yolcuları ve Gece Yolcuları’yla ilişkilendirilmişti, zaten sonraki dönemlerde bunlar arasında çok belirgin bir ayrım da yapılamamış. Dış görünüşünü gizleme yetisine, eski tabire göre “çoklu görüntüye” (eigi einhamr) sahip olan bir kişi zaman zaman “şekil değiştiren” (hamhleypa) olarak da anılıyordu.
Kahramanlar ve Valhalla’da Yaşam
Tanrıların kaderleri ve yaptıkları büyük işlerden sık sık söz ettik, bu kadar sık söz etmediğimiz şey ise dostları haline gelen insanlıkla birlikte Asgard’daki günlük yaşamı nasıl geçirdikleri. Freyja da Odin de huzurlarına çıkan kahramanları bizzat karşılıyorlardı. Freyja kahramanlarını Folkvang’da, Odin ise Vingolf ve Valhalla’da ağırlıyordu. Bu bölgelerin hangisinin tercih edildiği hakkında bir bilgimiz yok ama Odin ve kahramanların Valhalla’da nasıl vakit geçirdiğine dair kayıtlar var. İnsanlık Valhalla’yı, göçen kahramanların dinlenme yeri olarak görüyordu. Kahramanlar, buradayken günlerini neşe ve memnuniyet içinde geçiriyorlardı. Odin, bu kahramanları Valkürler aracılığıyla bizzat seçiyordu. Bu kahramanların çoğu belli başlı Æsir Tanrıları ya da onlarla tanışmak için sabırsızlanan eski cesur kahramanlar tarafından karşılanıyordu. Kahramanlar, Valhalla’da günlerce süren dövüşlerle ve ziyafetlerle eğleniyorlardı. Sabahları, zırhlarını kuşanıp birbirleriyle dövüşüp yine birbirlerini öldürmek için meydana yığılırlardı, ancak tabii ki hiç zarar görmemiş olarak tekrar dirilirler, yemek ve içmek için otururlar, çok yakın yoldaşlar olarak kalmaya devam ederlerdi. Kahramanlardan oluşan birlik çok büyüktü ve sayıları devamlı artıyordu, ama hiçbir zaman Sæhrimnir isimli domuzun etini bitirebilecek sayıya ulaşamıyorlardı. Aşçı Andhrimnir her gün bu boğanın etini Eldhrimnir isimli kazanda kaynatırdı ama akşam olunca hayvan tıpkı önceki günkü gibi canlı ve yaralanmamış haliyle ayaklanıyordu. Kahramanlar, Valkürler tarafından onlar için bardaklara konan biraları ve likörleri içiyordu. Aralarında yalnızca Odin ve onun seçtiği kişiler şarap içme onuruna erişiyordu. İçtikleri likörün tümü, Valhalla’nın çatısındaki Lærad isimli ağacın dallarını kemiren keçi Heidrun’un memesinden akıyordu. Likör, salonda bulunan devasa içki çanağını dolduruyordu ve tüm kahramanları sarhoş edebilecek bolluktaydı. Lærad, yalnızca tüm bu likörü bahşetme niteliğine sahip değildi, aynı zamanda Valhalla’nın çatısında ağacın gövdesini kemiren bir geyik de bulunuyordu. Eikthyrnir adındaki bu geyiğin boynuzları Vergelmir’e kadar uzanıyor; bereketli suları, diğer on üç nehirle birlikte Æsir’in su kaynağı olan on iki nehre taşıyordu.
Yozlaşma
Asgard ve Valhalla’nın henüz yeni inşa edildiği şafak vaktinde tanrılar; hayatlarını saflık, mutluluk ve huzur içinde geçiriyorlardı. Voluspá’da Æsir’in bu altın çağıyla ilgili, “Satranç oynadıkları bahçelerinde hayat güzeldi, altınları hiç eksik olmazdı,”diye yazıyor. Ardından üç büyük Thursar Kadını, Jotunheim’den çıkıp Æsir ve Vanir arasındaki nefreti körükledi. Kavgadaki halkalardan biri, Gullveig isimli kadının Valhalla’da yakılmasıydı: “Üç kez doğanı üç kez yaktılar ama o her defasında tekrar canlandı.” Æsir, barışın hâlâ korunup korunamayacağını konuşmak için birbirlerine danıştı. Artık çok geçti. Odin, mızrağını düşman hatlarına doğru savurdu ve tanrılar arasındaki ilk savaş böylece başladı. Æsir kalesinin surları delindi, bunun üzerine Vanir bu gedikten geçerek Asgard’a yığıldı. Nihayetinde Æsir ve Vanir arasında barış ilan edildi ki bu hikâye daha önce anlatıldı. Artık saflığın altın çağı sona ermişti. Tanrılar kendilerini korumak zorunda kalacaklardı, hatta bunu Yapı Ustası Dev’i kandırdıkları seferde olduğu gibi zaman zaman hileyle yapacaklardı. Skadi ve Gerd gibi bazı dev kadınlar Æsir’in meskenine girme hakkı kazandılar ve böylece Asgard’ın kutsallığı bozuldu. Huzur döneminin yerini çalkantılı savaş dönemi aldı ve tanrılar bu dönemde büyülü silahların yanı sıra kahramanların yardımına hiç olmadığı kadar çok ihtiyaç duydular. Tanrılar, artık dünyayı huzurun elçileri olarak yönetmiyorlardı, aralarında en öne çıkanları savaş tanrılarına dönüşmüştü. Bu dönem, yiğitçe eylemlerin ve hilebaz oyunların sıkça geçtiği birçok efsaneye yol açtı. Tanrılar, zafere ve şana giden yolda tökezlemeye başladılar. Yozlaşma, tanrılardan insanlara geçti. Savaş Tanrıçaları Valkürler, ölümlülerin diyarına at sürdüler ve barış bu diyarda da yalnızca dilden dile geçen bir hikâyeye dönüştü.
Tanrıların Hazineleri
Loki’nin kötülüğü aslında, Æsir’in devlerle olan savaşında onlara çok yarar sağlayan tüm değerli silahları ve hazineleri ele geçirme üzerine kuruluydu. Bir keresinde Loki, Sif’in tüm saçını kesti. Thor, neler olduğunu öğrenince Loki’yi ele geçirdi ve vücudundaki tüm kemikleri kıracağını söyleyerek onu tehdit etti. Loki, Kara Elflere gidip Sif’in kendi saçının tıpatıp aynısı gibi büyüyecek altından bir saç getireceğini söylediğinde Thor yumuşadı. Loki, bu vazifeyi yerine getirmek için Ivaldi’nin Oğulları olarak bilinen cücelere gitti. Ivaldi’nin Oğulları, yalnızca söz konusu saçı yapmakla kalmadı, aynı zamanda Skidbladnir adlı gemiyi ve Gungnir adlı mızrağı da yarattı. Loki sonrasında hemen başka bir cüce olan Brokk’a gitti. Brokk’un kardeşi Sindri’nin, bu üç hazine kadar değerli nesneler ortaya koyacak yeteneğe sahip olmadığını öne sürerek başının üstüne bahse girdi. Bunun üzerine Brokk ve Sindri demir ocağını hazırladılar. Sindri, ocağa bir domuz derisi koydu ve deriyi ocaktan alana dek Brokk’a ateşi körüklemesini söyledi. Sindri oradan ayrılmıştı ki bir sinek çıkageldi ve Brokk’un koluna konup cüceyi soktu, cüce buna rağmen ateşi körüklemeye devam etti. Nihayetinde Sindri deriyi ocaktan alınca, altın kılları olan bir yaban domuzu ortaya çıktı. Sonra ocağa biraz altın koydu ve tıpkı öncesinde olduğu gibi Brokk’a ateşi körüklemesini söyleyip oradan ayrıldı. O gider gitmez sinek de hemen geri döndü, Brokk’un ensesine konup öncekinden iki kat daha sert bir şekilde cüceyi ısırdı. Brokk, buna rağmen Sindri dönene kadar dayandı. Nihayetinde Sindri geri dönüp ocaktan altın yüzük Draupnir’i çıkardı. Sonra ateşe biraz demir koydu ve Brokk’a körüklemesini söyledi, eğer körüklemeyi bırakırsa nesnenin bozulacağını söyledi, ancak sinek tekrar çıkageldi. Brokk’un gözlerinin arasına kondu ve cücenin gözkapaklarını soktu; akan kanlar nedeniyle Brokk göremez olmuştu. Cüce ister istemez ellerinden birini, sineği kovmak için körükten ayırdı. Tam o sırada demirci cüce yetişti ve eserinin neredeyse çöp olacağını haykırıp demiri ocaktan kaldırdı; ocaktan çıkan şey bir çekiçti. Bu üç nesneyi de Brokk’a verip bir an önce Asgard’a gitmesini ve bahsin karşılığını istemesini söyledi. Æsir Tanrıları yargı koltuklarına oturdular. Loki ve Brokk arasındaki bahsin sonucuna Odin, Thor ve Frey karar verecekti. Loki hedefinden hiç şaşmayan Gungnir adlı mızrağı Odin’e, Sif’in başına konar konmaz kök salacak altın saçı Thor’a, rüzgârı her zaman lehine kullanan ve gerektiği durumda katlanıp cepte taşınabilen gemi Skidbladnir’i de Frey’e verdi. Brokk ise her dokuz gecede bir kendisi kadar ağır sekiz yüzük daha “doğuran” Draupnir’i Odin’e teslim etti. Frey’e de hem havada hem de denizde bütün atlardan çok daha