olarak görüldüğünü gösteriyor. Sigyn, Skadi ve Gerd’den zaten daha önce bahsedildi.
Nornlar
Büyük tanrılar ve tanrıçaların hemen ardından, güçlü ilahlar ve daha aşağı derece bazı doğaüstü yaratıklar geliyor. Bunlar arasında en saygın görülenleri muhtemelen Nornlar, yani Kader Tanrıçaları’dır. Her ne kadar sayıca fazla olsalar da üç isim diğerlerinin önüne geçiyor: Urd, Verdandi ve Skuld. Bu üç Norn; Yggdrasil’in altında bulunan, iki kuğunun üzerinde yüzdüğü, Yggdrasil’in dallarının bal özü damlattığı, tanrıların kutsal toplantılarını gerçekleştirdiği ve adını Urd’dan alan Urd’un Kuyusu’nun hemen yanında yaşıyorlardı. Nornlar yalnızca insanların değil aynı zamanda Æsir’in de kaderini kontrol eder, bunun yanı sıra evrenin değişmez yasalarını yönetirlerdi. Çocuklar doğduğunda Nornların huzuruna çıkarılır, onlar da bu çocukların kaderini belirlerlerdi. Hiç kimse, Nornların izin verdiğinden daha fazla yaşayamazdı. Hem iyi hem de kötü Nornlar vardı, ama kim olduklarına bakmaksızın hepsinin hükmüne uyulmalıydı.
Dost Ruhlar – Koruyucu Ruhlar
Dost ruhlar (hamingjur) ve koruyucu ruhlar (fylgjur) Nornlara benzer. Dost ruhlar, genelde insanlara yoldaş olan ve onlara refakat eden görünmez, feminen ve doğaüstü canlılardı. Herkesin kendisine iyi şans getiren bir dost ruhu vardı. Bir başkası uğruna tehlike göze almak söz konusu olduğunda kişi, dost ruhunu tehlikeyi göze alacak kişiye ödünç verebilirdi. Bunun dışında koruyucu ruhlar ise genelde insanların önünde veya ardında yürüyen hayvanlar şeklinde görülürlerdi. Atalarımızın inancına göre her insanın bir ya da daha fazla koruyucu ruhu vardı. Hatta bazı insanlar, koruyucu ruhları görerek öncesinden kimin yaklaştığını tahmin edebiliyormuş gibi davranırlardı. Koruyucu ruhlar, genelde söz konusu kişinin karakterine uygun olarak tayin ediliyordu. Güçlü kumandanların koruyucu ruhları ayı ya da boğa şeklini alırken kurnaz kişilerin de tilki vs. şeklini alırdı. Bu tür doğaüstü varlıklara tapılmaz ya da dua edilmezdi. Bugünlere dek gelen öykülere göre bu tür doğaüstü canlılar seçtikleri kişilere kendilerini gösterirlerdi. Böylece onları gören kişiler diğer insanların kaderlerini sıradışı bir şekilde bilirlerdi. Dost ruhlar ve koruyucu ruhlara olan inanç, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından sonra bile varlığını sürdürdü. Hatta Olaf Tryggvason ve Aziz Olaf gibi dindar Hıristiyanlar bile bu tür inançları tümüyle terk edemedi. Bu iki hami güç sınıfının sınırları zaman zaman Nornlar ile karışırdı, bu açıdan günümüzde Nornlar ile bu ruhlar arasında keskin bir ayrım yapmak pek mümkün değil.
Valkürler
Nornlarla yakından ilişkilendirilen ve insanların kaderleri üstünde etkisi olan diğer feminen varlıklar Valkürlerdi. Zafer ve savaştaki ölüm onların hükmü altındaydı. Odin, “katledilecekleri” ya da ölmeye mahkum kahramanları seçmek için Valkürleri gönderirdi21. Bu sebeple Odin’in Bakireleri olarak da anılıyorlardı. Valkürler, silahlanmış ve zırh kuşanmış güzel genç kızlardı, diyarın bir ucundan diğer ucuna havadan ve suyun üzerinden giderlerdi. Valhalla’da Æsir’e ve Odin’in salonlarındaki kahramanlara içki dağıtırlardı. İki tür Valkür sınıfı bulunuyordu: Gök Valkürleri yani asıl sınıf ve bir süre ölümlü olarak insanların arasında yaşayan ama sonradan Valhalla’da Odin’in huzuruna çıkan yarı ölümlü yarı kutsal sınıf ki bu sınıftaki Valkürler bir nevi Valhalla’ya gelen kahramanların dişi versiyonuydu. Gök Valkürleri’nin sayısını hesaplamak için çeşitli yollar izlenirdi, dokuzun katlarını kullanmak bunlardan biriydi. Genelde üçlü gruplar halinde gezdikleri düşünülürdu. En çok bahsi geçen Valkürler arasında Gondul, Skogul (Geir-Skogul yani Mızrak-Skogul olarak da geçer), Lokk, Rist, Mist, Hild ve diğerleri bulunur. Skuld da Valkürler arasında sayılırdı. Bunlar dışında, kahramanlar arasında fitne çıkaran ve yalnızca bayağı vazifelerle görevlendirilen Valkürler de vardı.
Valkürler, Nornlar, dost ruhlar, koruyucu ruhlar ve hatta Freyja gibi bazı tanrıçalar, zaman zaman Disir’in bir üyesi olarak karşımıza çıkarlar. Dís (çoğul dísir), hiç şüphesiz en başta ayrı bir tanrı sınıfını nitelemek için kullanılan bir terimdi22. Onlara tapınmak, özel bir tür kurban törenini gerektirirdi (dísablót). Kuşku yok ki bu mezhep, yalnızca kadınların dahil olduğu daha kapalı bir inançtı. Disir, evin ve ailenin huzuruyla alakalı olarak görülüyordu ve bu bakımdan bir ailenin koruyucu ruhlarından (kynfylgjur, spádísir) çok da farklı değillerdi ki bu ruhları daha önce yukarıda açıkladık. Bununla beraber aralarından biri, odak noktası haline gelmiş ve daha genel bir mezhebin tanrıçası olmuştu. Uppsala yakınlarında, Disarsal içinde tapılan tanrıça da (muhtemelen Vanadis, Freyja) bu olmalı23. Uppsala’da Disir için gerçekleştirilen kurban töreninde ayrıca bir yargı toplantısı (dísaþing) gerçekleşir, bir de pazar kurulurdu; hatta çok yakın döneme dek, şubat ayının başlarında Meryem Ana Yortusu geldiğinde, Uppsala’da kurulan pazar panayırına Distingen yani Disir’in Toplantısı denirdi.
Thorgerd Hoelgabrud ve Irpa
Büyük ailelerden birinin bünyesinde bulunan ve Disir’in soyundan geldiği düşünülen bir kişi, tanrıça mertebesine ulaşıp daha özel bir tapınma objesi haline gelebilirdi. Bu duruma örnek olarak Haloigja ailesinden gelen tanrıçalar, Thorgerd Hoelgabrud ve kız kardeşi Irpa gösterilebilir. Thorgerd, Halogaland’a ismini veren efsanevi eski kral Hoelgi’nin kızıydı. Yani Hoelgi, aslında bölgeye adını veren bir kahramandı. Kahramanın adı, bölgenin adının nereden geldiğini izah etmek için söylencenin etkisi kullanılarak türetilmişti aslında. Thorgerd Hoelgabrud, çok doğru olmasa da Horgabrud24 ve Horgatroll olarak da anılır. Daha yakın zamana ait bir efsane geleneğine göre “trol” tabiri, hiç şüphesiz Thorgerd’in Lade Earl’ü Hakon’a, Hjorungavag Muharebesi’nde sağladığı düşünülen yardımla ilişkilendiriliyor. Snorri’nin Edda’sına göre (I, 400), Thorgerd’in babasına da tapılırdı. Gömüldüğü tepe birbiri ardına konan toprak, taş, gümüş ve altın tabakalardan inşa edilmişti. “Bunlar, ona sunulan hazinelerden birkaçıydı.”
Doğanın Güçleri – Ægir
Büyük tanrılardan oluşan Æsir doğanın tüm güçlerini yönetip onları insanlığın yararına yöneltmek için çaba gösteriyorlardı, ancak doğanın hemen hemen her gücünün ya da elementinin kendine has bir tanrısallığı da mevcuttu. Doğanın gücünün ya da elementinin bir tür kişileştirmesi olan bu tanrılar, doğa etkilerini harekete geçirme yetisine sahipti, fakat bu etkileri bütünüyle kontrol edemiyorlardı. Nitekim Njord, rüzgârları yönetip yönlerini tayin edebiliyordu, ancak rüzgârı asıl harekete geçiren kişi o değildi. Bu vazife, bir kartal şeklinde gökkubbenin kuzey uçlarında oturup kanatlarını çırparak rüzgâr oluşturan Dev Ræsvelg (Hroesvelgr yani Ceset Yiyen) tarafından gerçekleştiriliyordu. Yani doğanın bu kaba güçleri kendi hallerine bırakılınca yararlı olmaktan çok zarara yol açıyorlardı, dolayısıyla atalarımızın bu doğa elementlerini genel anlamıyla “devler” olarak düşünmesi çok da şaşılacak bir durum değildi. Zira Æsir ile iyi anlaşamamak devlerin ayırt edici bir özelliğiydi ve bu yüzden sürekli olarak kontrol altında tutulmaları gerekiyordu. Bu daha ast tanrısal kişiliklerin en güçlüleri, Fornjot ve akrabalarıydı. Hikâyeye göre Fornjot’un üç oğlu vardı: Ler, Logi ve Kari. Ler denizleri, Logi ateşi, Kari ise rüzgârı yönetiyordu. Kari’nin de bir oğlu vardı, adı Jokul ya da Frosti olarak biliniyordu; Frosti’nin oğlunun ismiyse Snjo’ydu. Snjo’nun da dört çocuğu vardı: