tanrılara bir ziyafet vermesi için mecbur bıraktı. Daha sonra Ægir, kendisini dostça karşılayan Æsir’e iadeyi ziyaret gerçekleştirmeyi ihmal etmedi. Ægir’in ziyafetleri gerçekten de tam bir cümbüş havasında geçiyordu. Biralar sular seller gibi akıyordu, salon kandiller yerine parlak altınlarla aydınlatılıyordu, ziyaretçilere Ægir’in eli çabuk uşakları Eldir ve Fimafeng hizmet ediyordu. Buna rağmen zaman zaman Ægir’in içindeki kötülük üstünlüğü ele geçiriyordu. Kendisine emir verebileceğini sanan Thor’dan intikam almak için planlar yapıyordu. Nihayetinde bir fikir buldu: Tüm Æsir’e bira yapmaya yetecek kadar büyük bir kazan bulması için Thor’u görevlendirecekti. Bu kadar büyük bir kazana sahip olan tek kişinin Dev Hymir olduğunu biliyordu. Thor, bu kazanı ele geçirip beraberinde getirmek için birçok tehlikeye atıldı. Ægir’in eşi Ran da insanlığın başına türlü dertler açmak için her yolu deniyordu. Ran’ın bir ağı vardı, bu ağ ile sürekli olarak denizcileri okyanusun derinliklerine çekmeye çalışırdı. Ægir ve Ran’ın dokuz kızı vardı, çocukların hepsi adını çeşitli dalgalardan almıştı. Bu da zaman zaman ozanların, dalgaları Ægir ya da Ran’ın Kızları olarak adlandırmasını açıklıyor. Altın için kullanılan tabirde de Deniz Tanrısı’nın ismini görmek mümkün: “Ægir’in Ateşi”. Zira daha önce dediğimiz gibi Ægir’in ziyafet salonunda kandiller yerine altınlar kullanılıyordu.
Gece – Gündüz
Gündüz ve Gece tanrıları da dev ırkındandı. Dev Norvi’nin Nott (gece) adında, tıpkı akrabalarının kalanı gibi esmer ve siyah bir kızı vardı. Nott, önce Naglfari ile evlendi ve bu evlilikten Aud isminde bir oğlu oldu. Daha sonra Anar ile evlendi ve bu evlilikten de Jord adında bir kızı oldu ki bu kız daha sonra Odin’in eşi oldu. En sonunda da Æsir ırkından Delling ile evlendi, bu evlilikten ise Dag (gündüz) adında bir oğlu oldu. Bu çocuk, tıpkı babasının ailesi gibi açık tenli ve ışıl ışıldı. Herkesin Babası, Gece ve oğlu Gündüz’ü alarak onlara iki at ve iki araba verip göğün üstüne yerleştirdi. Gece ve Gündüz, burada değişimli olarak on iki saatlik dilimler boyunca dünyanın etrafında döneceklerdi. Gece, Rimfaxi (Hrímfaxi, “kırağı yele”) adıyla tanınan atı sürüyordu, böylece tarlalar her sabah onun dizginlerinden damlayan köpüklerle kaplanmış oluyordu. Bu ata Fjorsvartnir da deniyordu26. Gündüz ise Skinfaxi (parlak yele) adlı atı sürüyordu; dünya ve gökyüzü, bu atın yelesinden saçılan ışıkla aydınlanıyordu.
Hel
Yggdrasil’in kökünün çok çok altında, karanlık ve soğuk Niflheim’de, Loki ve Angerboda’nın kızı Hel’in27 korku veren bölgesi uzanıyordu. Hel’in vücudunun yarısı kurşun gibi bir tona, diğer yarısıysa insan teninin rengine sahipti. Hel zalim ve gaddardı, açgözlü bir avcı gibiydi ve hükmü altına bir kere giren kişileri kolay kolay bırakmazdı. Hükümdarlığını çevreleyen karanlık ve derin vadilere Cehennem Yolları deniyordu, buraya gidecek kişi önce altınla döşenmiş Gjoll Köprüsü’nün altında uzanan Gjoll (gürleyen, çağlayan) nehrini geçmeliydi. Hel’in meskeni yüksek duvarlarla çevriliydi, buraya açılan kapıya Cehennem Kapısı deniyordu. Sarayının adı Eljudnir’di. Yemeği ya da çorbası Açlık, bıçağı Kıtlık, erkek esirleri Ganglati, kadın esirleri Ganglt (iki kelime de “ağır hareket eden” anlamına geliyor), kapı eşiği Yıkıma Giden Çöküntü, koltuğu Hasta Yatağı, yatağının çarşaflarıysa Feci Talihsizlik adıyla biliniyordu. Devasa bekçi köpeği Garm’ın boynu kan içindeydi ve ağzında bir ağızlık vardı. Külrengi horozu, evrenin çöküşünü müjdelemek için ötüyordu. Niflheim’in ortasında Vergelmir kuyusu bulunuyordu, bu kuyunun içindeyse Yılan Nidhogg yatıyordu. Vergelmir’in kenarlarına Nastrand (Cesetlerin Kıyısı) adı veriliyordu, burası Niflheim’deki en korkunç noktaydı. Savaşta ölenlerin dışında kalan herkesin cehenneme gideceği söyleniyordu, ancak görünüşe göre genel inanç dahilinde, oraya giden kişiler yalnızca kötü insanlardı.
Ozanların kullandığı terimlerde Hel; sık sık Loki’nin Kızı, Kurt Fenris’in Kız Kardeşi ve daha birçok isimle kendine yer buluyor. Hell (cehennem) ve Niflhel kelimeleri ölüler diyarı için kullanılan isimlerdendi, bu da Norveççe bir ifade olan å slå ihjel (ihel) yani “cehenneme göndermek” ya da “öldürmek” ifadesinden geliyor. Hayaletler ortaya çıktığında şu cümle de sık sık duyuluyordu: “Cehennem Kapıları açıldı,” (hnigin er helgrind) zira o zamanlar ruhların cehennemden kaçması mümkündü.
Devler
Æsir ve insanlığın azılı düşmanı olan devler, vahşi ve kaba yaratıklardı ama her zaman kötü niyetli değillerdi. Hatta zaman zaman, iyi bir mizaca sahip saf varlıklar olduklarını aleni bir şekilde gösterebiliyorlardı. Muazzam cüsseleri, genelde birden fazla kafaları ve ikiden fazla elleri vardı, tenleri ve saçları da koyuydu. Dev kadınların çoğu, örneğin Gerd, güzel görünüşlüydü ama kalanlar korkunçtu; birinin kuyruğu, bir başkasının iki başı olabiliyordu. Devlerin büyük sığır sürüleri, altın boynuzlu boğaları, koyunları, atları ve köpekleri vardı. Karanlığı ve karanlık işleri seviyorlardı. Kadınları, gün ışığından kaçınırlardı ve gece vakti yollara düşerlerdi, bu yüzden onlara bazen Karanlığın Yolcuları ya da Gece Yolcuları denirdi. Eğer bir devin üzerine gün ışığı düşerse, o dev aniden taşa dönüşürdü. Devler, zaman zaman kendi aralarında dövüşürler, birbirlerine devasa kayalar fırlatırlardı ama genelde Æsir ve insanlarla savaşmakla meşgul olurlardı. Tanrılara adanmış mabetlerden nefret ederlerdi, Æsir geri çekilip yerini Tanrı’ya ve azizlere bıraktığında devler nefretlerini yeni tanrılara kustular. Hıristiyanlığın gelişinden çok sonraları bile devler, popüler inançlarda var olmaya devam ettiler, hatta devlerin kiliselere ve kilise çanlarına karşı olan düşmanlıkları birçok efsanede kendine yer buldu. Bugün bile büyük kayalıklar ve dağlarla ilgili yerel efsaneler, bu kayaların devler tarafından kiliselere fırlatıldığını öne sürüyor. İlkel dönemlerde Thor ve Odin’e düşman oldular, daha sonra ise Başmelek Mikail’le birlikte olan yüce azizlere, en çok da Aziz Olaf’a düşmandılar. Besili ve şişman siyah sığırların Dağ Trolleri ya da Jutullar’a ait olması, uzun kuyruklarını saklayamayan dev kadınlar, trollerin dağ şekline bürünüp sık sık kandırdıkları insanlığa karşı besledikleri kötü niyetler ve planladıkları hileler hakkındaki efsaneler günümüze kadar ulaşmış durumda.
Devler yetenekli yapı ustalarıydı, bilge varlıklardı ve tüm esrarengiz sanatlara hâkimlerdi. Sinirlendikleri zaman, dev damarları tutardı ve güçleri öncekine kıyasla iki kat artardı. Daha önce açıklandığı gibi devler Jotunheim’de ya da insanların meskenine yakın civarda uzanan dağlarda yaşıyorlardı. Utgard bölgesi, daha büyük bir üne sahipti ki bu bölge aslında insanlık için Midgard ne ifade ediyorsa devler için de ona karşılık geliyordu. Üstü asla buz tutmayan Iving Nehri, devler ve tanrılar arasındaki sınırı çiziyordu. Kuzeydeki buzul denizinde yapılan keşifler başladığında, Jotunheim ya da Dev Diyarı adını gerçek bir bölgeye verdi (Beyaz Deniz veya Gandvik [Trollerin Koyu] civarındaki geniş Rus bozkırlarına, daha açık olmak gerekirse Dwina Nehri’nin çevresindeki bölgelere). Dev krallar Geirroed ve erkek kardeşi Glæsisvoll Godmund burada hüküm sürüyordu. Onları ziyaret edecek kadar cüretli gezginler, emsalsiz tehlikelerle karşı karşıya kaldılar. Ne var ki Utgard’ın asıl hükümdarı, Kurnaz Utgard-Loki’ydi.
Cüceler
Aralarında tam olarak belirgin bir ayrım olmayan Cüceler ve Kara Elfler, yeryüzünün derinlerinde veyahut büyük kayaların ya da tümseklerin içinde yaşıyorlardı. Cüceler bodur yapılı çirkin yaratıklardı, Kara Elfler