Альберт Генри Вратислав

Slav masalları


Скачать книгу

ve keçinin yanında sıkıştı kaldı. Böylece bu hayvan da George’un alayına katılmış oldu.

      Nihayet sarayın önüne vardılar. Dışarı çıkan hizmetçiler gördükleri manzarayı hemen Kral’a anlattı. “Efendim, nice maskaralıklar gördük ama böylesine hiç şahit olmadık,” dediler. Hiç vakit kaybetmeden Prenses’i sarayın önündeki alana götürdüler. Kız gördüğü manzara karşısında öyle bir kahkaha kopardı ki gürültüsü sarayı sallamıştı.

      Delikanlıya “Kimsin, neyin nesisin?” diye sordular.

      “Adım George. Bir çobanın oğluyum,” dedi.

      George, Kral’ın kızını doya doya güldürmeyi başarmıştı lakin soylu bir aileden gelmediği için onunla evlenemeyeceğini söylediler. Bunun için zorlu bir görevi daha yerine getirmesi gerekiyordu. “Ne yapmam gerek?” diye sordu genç adam. Saraydan yüz mil uzakta bir pınar vardı. Bir dakika içinde bu pınardan bir kupa su getirebilirse Prenses’le evlenebiliecekti.

      George ayağı omzunda olan adama döndü: “Ayağını indirdiğinde yüz mil öteye atlayabileceğini söylemiştin.”

      Adam, “Evet, çok kolay iş benim için,” dedi.

      Sonra ayağını indirip atladı. Göz açıp kapayana dek su pınarının yanındaydı. Fakat çok az zamanı vardı, hemen geri dönmesi gerekiyordu. George ikinci adama döndü: “Gözlerindeki bağı çıkardığında yüz mil öteyi görebileceğini söylemiştin. Haydi bak bakalım, orada neler oluyor.”

      “Ah, efendim!” dedi adam, gözlerini açtıktan sonra. “Uykuya dalmış!”

      “Bu çok kötü,” dedi George, “Zamanımız yok. Sen, üçüncü adam, başparmağını şişeden çektiğin takdirde yüz mil öteye su fışkırtabilirim demiştin. Çabuk ol, uyandır onu! Sen de bak bakalım uyandı mı.”

      “Uyanıyor efendim. Üstündeki tozu silkeleyip su çekiyor.”

      Ardından adam bir kez daha zıplayıp tam zamanında geri döndü. Ancak bir görevi daha yerine getirmesi gerektiğini söylediler. Uzaktaki kayalıkların arasında vahşi bir hayvan yaşıyordu, tek boynuzlu bir at. Bu acımasız canavar onlarca insana saldırıp hepsini helak etmişti. İşte George bu atı yok ettiği takdirde Kral’ın kızını alabilecekti.

      Bunun üzerine genç adam yol arkadaşlarıyla birlikte ormana gitti. Burada üç vahşi hayvan vardı. Yattıkları yerde yuvarlana yuvarlana üç çukur açmışlardı. İkisinin kimseye zararı yoktu fakat üçüncüsü insanları öldüren canavarın ta kendisiydi.

      George ve arkadaşları ceplerine birkaç taş ve kozalak alıp bir ağaca tırmandılar. Hayvanlar yere uzanınca tek boynuzlu ata bir taş attılar. At hemen yanındaki hayvana şöyle dedi: “Sessiz ol, rahatsız etme beni.”

      “Ben bir şey yapmıyorum,” diye cevap verdi hayvan.

      Sonra George ve yoldaşları tek boynuzlu ata bir taş daha attılar. “Sessiz olun! İki kere rahatsız ettiniz beni,” diye bağırdı tek boynuzlu at.

      “Biz bir şey yapmadık,” dedi diğer iki hayvan. Sonunda birbirlerine saldırıp dövüşmeye başladılar. Tek boynuzlu at, hayvanlardan birini boynuzuyla delip geçmek istedi ama onu elinden kaçırmıştı. Peşinden hızla koşayım derken bir ağaca çarpıp boynuzunu sıkıştırdı. Bu arada diğer iki hayvan kaçmıştı. George ve arkadaşları fırsattan istifade yere atladılar. Hemen tek boynuzlu atın kafasını kesip saraya götürdüler.

      Saray halkı George’un bu görevin de üstesinden geldiğini görünce şaşkına dönmüştü. “Nasıl olur, ne yapacağız? Belki de kızımı onunla evlendirmem gerek!” dedi Kral.

      “Hayır, efendim,” dedi hizmetçilerinden biri. “Kızınızı ona veremezsiniz. Bu adam bir prensesle evlenmeye layık asil bir soydan gelmiyor. Onu yok etmemiz şart!”

      Bunun üzerine Kral, genç adamın öldürülmesini emretti.

      Sarayda bir kadın hizmetçi daha vardı. Hemen koşup delikanlıya haber verdi: “George, seni öldürmek istiyorlar.”

      “Hiç korkmuyorum,” dedi George. “Ben daha on iki yaşındayken onlar gibi bir düzinesini tek hamlede öldürdüm!”

      Oysa bahsettiği olay şuydu: Bir gün ekmek pişirirken annesinin üstüne on iki sinek konmuş, George da hepsini tek hamlede öldürüvermişti.

      Bunu duyan saray sakinleri “Ancak silahla kurtulabiliriz ondan,” dedi. Hemen askerleri topladılar. George’a düğünün sarayın önündeki açık alanda yapılacağını ve düzenlenecek askeri tören için prova yapmak istediklerini söylediler. Sonra genç adamı dışarı çıkardılar. Askerler hücuma hazır bekliyorlardı. O sırada George elindeki şişenin ağzını başparmağıyla kapatan arkadaşına döndü: “Başparmağını çektiğin an nişan aldığın her şeyi sırılsıklam edeceğini söylemiştin. Hemen çek parmağını, çabuk!”

      “Ah, efendim. Bu iş çok kolay.”

      Adam hemen kendisine söyleneni yaparak askerlere nişan aldı. Suyun şiddetiyle hepsinin gözleri kör olmuştu.

      Böylece Kral ve yanındakiler başka çarelerinin olmadığını anladı. Prenses’i George’a vereceklerdi. Genç adama şık bir kaftan giydirdiler ve düğün yapıldı.

      Ben de o düğündeydim. Şarkılar çalındı, yemekler yendi. Çeşit çeşit et yemekleri, çörekler, leziz meyveler ve kova kova içki sunuldu.

      Bugün gittim, dün geldim. Ağaç dibinde bir yumurta buldum, bir adamın kafasına attım, adam kel kaldı. Hâlâ da kel.

      Bu masal, Grimm Kardeşler’in "Altın Kaz" masalına benzer ama çok daha rasyonel biçimde düzenlenmiştir ve daha ilginçtir. Yüz mil öteye zıplayabilen adamın gökkuşağı, gözleri bağlı adamın şimşek ve elinde şişe olan adamın bulut olduğunu söyleyebiliriz. Bu masalı, “Uzun, Geniş ve Keskin Bakışlı” masalına benzer şekilde yorumlayabiliriz. Ancak masalın alegorisi aynı derecede açık ya da iyi yapılandırılmış değil. Masalın sonundaki saçma sözlere gelince, tüm Slav dillerinde anlatıcıların masalları bitirirken kullandıkları tekerlemelere bir örnek olduğunu belirtmeliyiz.

      Moravya Masalları

      Giriş

      Moravya7, adını Morava Nehri'nden (Almanca Maehren) alır. Bu nehir ve kollarının kapladığı havza Moravya bölgesidir. Morava Nehri, Presburg’un biraz yukarısında Tuna Nehri’ne dökülür.

      Çok eski dönemlerde Moravya’nın, Bohemya’dan çok daha medeni ve güçlü olduğu anlaşılıyor. Ancak sonraları Bohemya büyük bir krallık haline gelmiş, Moravya da bu krallığa bağlanmış. Nihayetinde Bohemya’nın bir uç beyliği olmuştur.

      Moravya masalları, yapı ve özellikleri bakımından Bohemya masallarına çok benzer.

      Bohemya’dan farklı olarak Moravya bölgesinde çok sayıda lehçe konuşulur. Ancak edebi dil Bohemya dilidir. Doğuda Moravya dili, “Deniz Lehçesi” olarak da bilinen Silezya diliyle birleşir.

      Bu kitaptaki 8 numaralı masal olan “Vaftiz Anne”, Grimm Kardeşler’in derlediği “Vaftiz Baba” adlı Alman masalının ilginç bir varyantıdır. Bu Moravya masalında ölümün Vaftiz Baba yerine Vaftiz Ana ile temsil edilmesinin nedeni tüm Slav lehçelerinde ölüm (smrt) kelimesinin dişil olmasıdır. Bu temel üzerine kurulmuş olan masal, ölümün erkek olduğu Alman masalından daha zarif ve detaylıdır.

      “Dört Birader” adlı masal da “Doğa Bilimleri Alegorisi” başlığı altında değerlendirilebilir.