Альберт Генри Вратислав

Slav masalları


Скачать книгу

vermem. Benim onlar. Ben aldım hepsini.”

      “Ama altın saçlı kız, saçlarını tararken yere düşen saç tellerini ilk once ben gördüm. En azından ikisini bana ver.”

      “Bir tane bile vermem!”

      Bunun üzerine öteki kuş bir hamleyle altın saçları kaptı. Didişen iki kuşun gagasında bir tel vardı. Üçüncü saç teli ise yere düşmüş, bu sırada bir çınlama sesi çıkmıştı. Tam o anda George başını çevirip saç teline bakmış, sonra şarabı doldurmaya devam etmişti.

      “Başın gitti bil!” diye bağırdı Kral, hizmetçisinin kuşları anladığını fark etmişti. “Ama eğer altın saçlı kızı bulup karım olması için bana getirirsen, sana merhamet göstereceğim,” dedi.

      George ne yapacaktı şimdi? Canını kurtarmak istiyorsa o kızı bulmak zorundaydı. İyi de nerede arayacaktı onu? Bu kız nerededir bilmiyordu ki!

      Atına binip rasgele dolaşmaya başladı. Kara bir ormana vardı. Ormanın kenarında yanan çalılıklar gördü. Bir sığır çobanı burayı yakmıştı. Çalıların altında bir karınca yuvası vardı. Alevler yuvalarına düştüğü için beyaz yumurtalarını alıp dört bir yana kaçışıyorlardı.

      “Yardım et, George! Bize yardım et!” diye bağırdılar. “Yanarak öleceğiz burada. Yavrularımız da öyle!”

      George hemen atından inip çalılığı dağıttı ve ateşi söndürdü. “Başın ne zaman derde düşse bizi düşün. Hemen yardımına koşacağız,” diyerek teşekkür etti karıncalar kurtarıcılarına.

      George orman boyunca yola devam etti. Ulu bir çam ağacına varmıştı. Ağacın tepesinde bir kuzgun yuvası vardı. Yerdeyse iki kuzgun yavrusu ağlayıp sızlanıyordu: “Anne babamız uçup gitti, kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız ama henüz uçamıyoruz bile. Bize yardım et George, ne olur! Bizi besle yoksa açlıktan öleceğiz!” George hiç düşünmeden yere inip kılıcını atının böğrüne soktu. Böylece kuzgun yavruları yiyecek bulmuş ve açlıktan kurtulmuştu. “Başın ne zaman derde girse, bizi düşün. Hemen imdadına koşarız,” dedi kuzgun yavruları.

      Bundan sonra George yoluna yayan devam etmek zorundaydı. Uzunca bir yol yürüyüp nihayet ormandan çıktıktan sonra engin bir denize ulaştı. Sahilde iki balıkçı tartışıyordu. Ağlarında kocaman bir altın balık vardı. İkisi de balığın kendisine ait olduğunu söylüyordu. “Ağ benim olduğuna göre balık da benim,” dedi biri.

      Öteki cevap verdi: “Seni tekneme alıp yardım etmemiş olsam, senin ağın ne işe yarayacaktı bakalım?”

      “Bir daha böyle bir balık yakalarsak senin olsun.”

      “Yok canım, sen sonrakini al. Bu benim.”

      “Ben aranızdaki anlaşmazlığı çözebilirim,” dedi George. “Balığı bana satın, size çok para veririm. Parayı bölüşürsünüz.”

      Kral'ın yolculuk için verdiği bütün parayı balıkçılara uzattı. Artık cebinde tek kuruş kalmamıştı. Balıkçılar durumdan pek memnundu.

      George balığı tekrar denize saldı. Altın balık neşeyle suya dalıp kıyıdan biraz uzaklaştıktan sonra başını sudan çıkardı. “Bana ne zaman ihtiyacın olursa, hiç çekinmeden çağırabilirsin George. Hemen yardımına koşarım,” diyerek gözden kayboldu. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu balıkçılar.

      George, “Altın saçlı kızı bulup ihtiyar kralımızla evlenmesi için saraya götürmem gerekiyor. Ama kızı nerede aramam gerektiğini bile bilmiyorum.”

      “Biz sana o kız hakkında öğrenmek istediğin her şeyi anlatabiliriz,” dedi balıkçılar. “Aradığın kız, Altın Saç’tır. Şu uzaktaki adada, Kristal Saray’da yaşayan Kral’ın kızıdır. Her sabah gün doğarken altın saçlarını tarar, o güzel saçlarından gelen ışık göklere ve denize vurur. Dilersen seni o adaya götürebiliriz. Ne de olsa bize çok yardımcı oldun. Sakın yanlış kızı getireyim deme zira on iki kız var. Hepsi de Kral’ın kızları ama içlerinden yalnızca birinin altın saçları var.

      George adaya çıkınca hemen Kristal Saray’a, Kral’ın yanına gitti. Altın saçlı kızını efendisine vermesi için dil döktü. “Tamam,” dedi Kral, “ama kızımı hak etmen gerek. Üç günde sana vereceğim üç görevi tamamlamalısın. Şimdi gidip dinlenebilirsin.”

      Ertesi sabah erkenden George’u huzuruna getirten Kral şöyle dedi: “Benim altın saçlı kızımın kıymetli incilerden yapılmış bir kolyesi vardı. Kolye koptu, inciler yeşil çayıra saçıldı. Bütün o incileri toplaman gerek, biri bile eksik kalmamalı.”

      George çayıra gitti. Burası uzun ve geniş bir yerdi. Çimlerde diz çöküp incileri aramaya koyuldu. Sabahtan akşama koca çayırı aradı taradı ama tek bir inci bile göremedi. “Ah! Karınca dostlarım burada olsalar, bana yardım edebilirlerdi,” dedi.

      “İşte buradayız, sana yardıma geldik,” dedi karıncalar. Dört bir yandan koşuşup etrafını sarmışlardı. “Ne istiyorsun bizden?”

      “Çayırdaki incileri toplamam gerek ama tek bir inci dahi göremiyorum.”

      “Bekle biraz. Biz senin için toplayacağız hepsini.”

      Çok geçmeden çimenlerin içinden bir sürü inci toplayıp getirdiler. George’a incileri ipe dizmek kalmıştı. Tam kolyenin ipini bağlayacaktı ki bir karınca daha topallaya topallaya geldi. Yuvalarında çıkan yangında bacağı fena halde yaralanmıştı bu karıncanın. “Dur, George!” diye bağırdı, “İpi bağlama. Bir inci daha getiriyorum.”

      Kral, George’un getirdiği incileri bir bir saydı, hiç eksik yoktu. “İşini iyi yaptın,” dedi. “Yarın sana bir görev daha vereceğim.”

      Sabah olunca Kral, George’a şöyle dedi: “Altın saçlı kızım denizde yıkanırken altın yüzüğünü kaybetti. O yüzüğü bulup getirmen gerek.”

      George, denize gitti, üzgün bir şekilde sahilde yürümeye başladı. Deniz berraktı ama öyle derindi ki dibini görmek mümkün değildi. Yüzüğü bulmasına imkân yoktu. “Ah! Altın balık arkadaşım burada olsa bana yardım ederdi belki,” dedi.

      Bunun üzerine denizde bir şeyin parladığını gördü. Altın balık derinlerden gelip suyun yüzüne çıktı: “Sana yardıma geldim George. Ne yapmamı istiyorsun?”

      “Denize düşen altın yüzüğü bulmam gerek ama suyun dibini göremiyorum.”

      “Daha biraz önce bir turnabalığıyla karşılaştım, ağzında altın bir yüzük vardı. Birazcık bekle, hemen getireceğim sana o yüzüğü.” Kısa süre sonra altın balık suyun derinliklerinden geri döndü. Turnabalığı ve yüzük de yanındaydı.

      Kral, bu görevi de başarıyla tamamladığı için George’u övdü. Sonra üçüncü görevini verdi: “Altın saçlı kızımı, Kral’ına eş olarak vermemi istiyorsan, bana ölüm ve hayat sularını getirmen gerek.” George bu suları nerede bulacağını bilmiyordu. Ayaklarına kara sular inene kadar dolaştı durdu. Sonunda karanlık bir ormana vardı. “Ah! Kuzgun yavruları burada olsaydı, belki bana yardım edebilirlerdi,” diye iç geçirdi.

      Başının üzerinde iki küçük kuzgun yavrusu kanat çırpıyordu: “İşte buradayız. Sana yardım etmeye geldik. Ne diliyorsun bizden?”

      “Ölüm ve hayat sularını bulmam gerek ama nereye bakmam gerektiğini dahi bilmiyorum.”

      “Ah, biz bu suların yerini çok iyi biliyoruz.