Альберт Генри Вратислав

Slav masalları


Скачать книгу

edebilir mi?”

      “Majesteleri, emretmeniz yeterlidir. Elbette, oğlumu gönderebilirsiniz saraya,” dedi balıkçı. Kral oturup Kraliçe’ye bir mektup yazmaya koyuldu:

      “Sana yolladığım bu delikanlı, bir kılıçla yere devrilmeli. Zira tehlikeli düşmanlarımdandır. Ben saraya dönmeden bu iş hallolsun. Emrimdir.”

      Sonra mektubu katladı, bağladı ve mühürledi.

      Suda Yüzen, mektubu götürmek için hemen yola koyuldu. Büyük bir ormanı aşması gerekiyordu ama yolu şaşırınca kaybolmuştu. Akşama kadar oradan oraya yürüdü durdu. Sonra yaşlı bir cadı çıktı karşısına: “Nereye gidiyorsun, Suda Yüzen?” “Kral’ın sarayına bir mektup götürüyorum ama yolumu kaybettim. Nineciğim, ne tarafa gitmem gerek biliyor musun?” “İstesen de bugün saraya varamazsın oğlum. Hava çoktan karardı,” dedi cadı. “İyisi mi bu akşam benim evimde kal. Ben yabancı değilim, senin vaftiz annenim.”

      Genç adam ikna olmuştu. Biraz yürüdükten sonra küçücük şirin bir ev çıktı karşılarına. Sanki bir anda yerden bitmişti. Gece olunca delikanlı uykuya daldı. Bu sırada yaşlı cadı Suda Yüzen’in cebindeki mektubu alıp yerine şunların yazılı olduğu başka bir mektup koydu: “Sana gönderdiğim bu delikanlıyı hemen kızımızla evlendir. Damadım olmak, bu çocuğun alnına yazılmıştır. Ben dönmeden evlenmiş olsunlar. Emrimdir.”

      Kraliçe mektubu okur okumaz düğün için hazırlıkların yapılmasını emretti. Genç adamı o kadar sevmişlerdi ki ne Kraliçe ne de genç Prenses ona bakmaya doyabiliyordu. Suda Yüzen de müstakbel karısını çok beğenmişti. Birkaç gün sonra Kral saraya döndü. Olanları öğrenince Kraliçe'ye çok kızmıştı. “İyi ama sen geri dönmeden kızımızı bu delikanlıyla evlendirmemi emrettin,” diye cevap verdi Kraliçe mektubu uzatarak. Kral mektubu alıp okudu. Yazı, mühür, kâğıt hepsi kendisine aitti. Sonra damadını çağırıp o gün saraya giderken neler olduğunu sordu.

      Suda Yüzen, yola nasıl çıktığını ve ormanda yolunu kaybedince yaşlı ninesinin evinde kaldığını anlattı. "Bu kadın nasıl biriydi, tarif et bakalım," dedi Kral.

      “Şöyle şöyle yaşlı bir kadındı.” Kral, delikanlının anlattıklarından bunun tam yirmi yıl önce kızı ile kömürcünün oğlunu aynı kaderde birleştiren o üç cadıdan biri olduğunu anladı. Düşünüp taşındıktan sonra şöyle bir karar aldı: “Olan olmuş, bunu değiştiremem. Ama hiçbir karşılık vermeden damadım olamazsın. Eğer kızımı istiyorsan, Çokbilmiş Dede’nin üç altın saçını çeyiz olarak getirmen gerek.” Kral, verdiği bu zorlu görev sayesinde hiç sevmediği damadından kurtulacağından emindi.

      Suda Yüzen, karısına veda edip yola çıktı. Lakin hangi tarafa gitti, hiç bilmiyorum. Elbette, Yazgı’lardan biri vaftiz annesi olduğundan doğru yolu bulması zor olmayacaktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti, nice nehirler ile dağları aştı. Nihayet kara bir denize vardı. Burada bir tekne gördü, içinde bir adam oturuyordu.

      “Tanrı yardımcın olsun ihtiyar kayıkçı!”

      “Tanrı razı olsun genç yolcu! Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’nin yanına gidiyorum, üç altın saçını almam gerek!”

      “Amanın! Uzun zamandır senin gibi birini bekliyordum. Yirmi yıldır burada kayıkçılık yaparım ama beni azat etmeye gelen bir kişi bile olmadı. Çokbilmiş Dede’ye işimin ne zaman biteceğini sormaya söz verirsen, seni kayığımla karşıya geçiririm.” Suda Yüzen soracağına söz verince kayıkçı delikanlıya yardım etti.

      Böylece karşıya geçen Suda Yüzen, büyük bir şehre vardı. Harap olmuş bir yerdi burası. Şehrin girişinde yaşlı bir adam çıktı karşısına. Elindeki bastonla zar zor yürüyebiliyordu.

      “Tanrı yardımcın olsun dede!”

      “Tanrı razı olsun delikanlı! Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’ye gidiyorum, üç altın saçını alacağım.”

      “Ah! Uzun yıllardır bu sözleri söyleyecek birini bekliyordum. Hemen seni kralımıza götürmem gerek.”

      Saraya vardıklarında Kral şöyle dedi: “Duydum ki Çokbilmiş Dede’yi arıyormuşsun. Burada bir elma ağacımız vardı, meyveleri sihirliydi. Bu ağacın bir elmasını yiyen bir ayağı çukurda olsa bile yeniden can bulur, gencecik bir adam olurdu. Fakat yirmi senedir elma ağacımız meyve vermiyor. Çokbilmiş Dede’ye bize bir çare göstermesi için ricada bulunacağına söz ver, ne dilersen veririm sana.” Suda Yüzen, bunu yapacağına söz verdi. Bunun üzerine Kral, onu güzel sözlerle uğurladı.

      Bundan sonra Suda Yüzen, bir başka şehre vardı. Şehrin yarısı yıkık döküktü. Yakınlarda bir adam, ölen babasını gömüyordu. Gözyaşları sel gibi akıyordu. “Tanrı yardımcın olsun yaslı adam!” dedi Suda Yüzen.

      “Tanrı razı olsun genç yolcu. Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’den üç altın saçını istemeye gidiyorum.”

      “Çokbilmiş Dede’ye mi gidiyorsun? Ne olurdu daha erken gelseydin! Kralımız nice zamandır senin gibi birini bekliyor.

      Hemen seni onun yanına götüreyim.”

      Saraya vardıklarında Kral şöyle dedi: “ Duydum ki Çokbilmiş Dede’nin yanına gidiyormuşsun. Şehrimizde bir kuyu vardı, içi abıhayatla doluydu. Bu sudan içen kişi ölüm döşeğinde bile olsa hemen iyileşiverirdi. Bu sudan ölülere serpsen, dirilip ayağa kalkarlardı. Lakin son yirmi senedir kuyudan su çıkmaz oldu. Çokbilmiş Dede’den bize bir çare bulmasını istersen, büyük bir mükâfat veririm sana.” Genç adam söz verince Kral, güzel sözlerle onu yolcu etti.

      Suda Yüzen, yine uzak yollar aşıp kara bir ormana ulaştı. Ormanın tam ortasında güzel çiçekler ve yemyeşil otlarla kaplı kocaman bir çayır, çayırın üzerinde ise altın bir saray vardı. İşte alev gibi parlayan bu bina, Çokbilmiş Dede’nin sarayıydı. Suda Yüzen, saraya girdi ama bir köşede oturmuş ip eğiren ihtiyar bir kadından başka kimsecikleri göremedi.

      “Hoş geldin, Suda Yüzen,” dedi kadın. “Seni tekrar gördüğüme çok sevindim.” Bu, cebindeki mektubu değiştiren kadının ta kendisiydi. “Hangi rüzgâr attı seni buraya?”

      “Kral, damadı olmak istiyorsam karşılığında bir şey vermem gerektiğini söyledi. Bu nedenle Çokbilmiş Dede’nin üç altın saçını getirmekle görevlendirdi beni.”

      Yaşlı kadın gülümseyip şöyle dedi: “Çokbilmiş Dede yani Parlak Güneş, benim oğlumdur. Sabahları küçük bir çocuk, öğlen yetişkin bir adam ve nihayet akşam, yaşlı bir dede olur. Senin vaftiz annen olduğuma göre, oğlumun altın başındaki üç saç telini almana yardım edeceğim. Yalnız karşısına böyle çıkamazsın. Oğlum iyi kalplidir ancak akşam eve aç gelir. Olur da seni görürse, alevleriyle kızartıp akşam yemeği niyetine yiyiverir! Bak, şurada boş bir küvet var. Seni oraya saklayacağım.”

      Suda Yüzen, kadından bir ricada daha bulundu. Yol üzerinde geçtiği yerlerde karşılaştığı insanların ilettiği soruları onun sormasını istedi. “Olur,” dedi yaşlı cadı. “Bu soruları sorarım. Sen de oğlumun cevaplarına kulak ver.”

      Bir anda dışarıda bir fırtına koptu. Altın başlı ihtiyar güneş, batıdaki pencereden odaya girdi. “İnsan eti kokuyor burası! Evde biri mi var anne?” diye sordu.

      “Ey, gündüz yıldızı! Evde biri olsa hiç görmez miydin? Bütün gün Tanrı’nın yarattığı koca dünya üzerinde uçup durdun. Tabii,