Альберт Генри Вратислав

Slav masalları


Скачать книгу

Artık kalenin içi ve etrafı hayat bulmuştu. Odaların birinde elinde kılıcıyla donakalan Prens, nihayet canlanıp kılıcını havaya savurdu ve ardından kınına soktu. Kapı eşiğine yuvarlanan adam yere kapaklandı ama hemen ayağa kalkmayı başardı, sonra kırılmadığından emin olmak için burnunu kontrol etti. Bacanın altında otururken taş kesilmiş olan adam lokmasını ağzına götürüp yemeğini bitirdi. Böylelikle, herkes taşa dönmeden evvel yaptığı işi tamamladı. Ahırdan atların neşeli sesleri geliyordu, kalenin etrafındaki ağaçlar yine yeşermiş, çayırlar rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Tarlakuşları havada süzülüyor ve nehrin berrak suları balıklarla dolup taşıyordu. Her yerde hayat, her yerde neşe vardı.

      Bu sırada Prens’in bulunduğu odada birkaç beyefendi toplanmıştı. Özgürlüklerine kavuşmalarını sağladığı için ona teşekkür ettiler. Fakat Prens, “Bana teşekkür etmenize gerek yok, zira sadık hizmetkârlarım Uzun, Geniş ve Keskin Bakışlı olmasa benim akıbetim de sizinkiyle aynı olacaktı,” dedi. Sonra zaman kaybetmeden babasının, yani ihtiyar Kral’ın yanına döndü. Hizmetkârları Uzun ve Keskin Bakışlı ile Prenses de yanındaydı. Yol üzerinde Geniş'le karşılaşınca onu da yanlarına aldılar.

      İhtiyar Kral, oğlunun başarılı olduğunu görünce sevinçten ağlamaya başladı. O âna kadar oğlunu bir daha göremeyeceğinden emindi. Hiç düşünmeden krallığı oğluna verdi.

      Genç çiftin evlenmesi için hazırlıklara başladılar. Büyük bir düğün yaptılar. Eğlenceler tam üç hafta sürdü. Prens’in özgürleştirdiği tüm soylu adamlar düğüne davetliydi.

      Düğünden sonra Uzun, Geniş ve Keskin Bakışlı, iş aramak için dünyayı dolaşmak istediklerini söylediler. Genç Kral, yanında kalmaları için çok dil döktü. “Yaşadığınız sürece ne dilerseniz vereceğim size,” dedi. “Çalışmanıza gerek yok.” Ama aylaklıkla geçecek bir hayat onlara göre değildi. Bu yüzden Kral’a veda edip yola koyuldular. İşte o zamandan beri bir yerlerde dolanır dururlar.

      Bu masalın “Alegoride Doğa Bilimi”ne mükemmel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bu, doğadaki güçlerin mücadeleleri, zaferleri ve yenilgilerini gösteren bir “doğa miti”nden ibaret değil.

      Bu masalı yorumlarken yalnızca araç olarak kullanılan kişilerle esas oyuncular arasında ayrım yapmalıyız. Kral’ın oğlu tek başına hiçbir şey yapmıyor. Bütün başarısını hizmetine aldığı üç adama borçlu. Bence Kral’ın oğlu, toprağı ekip biçmek isteyen insanı temsil ediyor fakat Prenses’in temsil ettiği toprak Büyücü'ye yani kuraklığa esir düşmüş.

      Prenses yağmur mevsiminde ortaya çıkan doğa olayları yani gökkuşağı (Uzun), bulut (Geniş) ve şimşek (Keskin Bakış) tarafından kurtarılıyor. Bu üç olayın yardımıyla insan, toprağı ekmeyi başarıyor. Bu masal ancak düzenli olarak yağmur yağan bir ülkede ortaya çıkabilirdi.

      Hindistan’da bitkilerin hızla iyileşmesi ve kurumuş ırmaklarda balıkların aniden ortaya çıkması meşhurdur. Uyuyan Güzel adlı ünlü masal da belli ki kaynağını kuraklığın esaretinden kurtulduktan sonra her şeyin birden canlandığına işaret eden eski bir mitten alıyor.

      Prens'in güneş olduğunu düşünmek de mümkün. Bu durumda güneş, üç doğa olayının yardımını alana dek kuraklığın esir ettiği toprakla evlenemez.

      Daha önce Prenses’i kurtarmaya çalışıp başaramayan kişiler yağmur mevsiminin hemen öncesinde görülen güneşli dönemlerdir. Ancak bu güneşler Uzun, Geniş ve Keskin Bakış’ın yardımını alamamıştır.

      Çokbilmiş Dede’nin Üç Altın Saçı

      Evvel zaman içinde bir kral yaşardı. Kral, ormanlarda vahşi hayvan avlamaya bayılırdı. Günün birinde büyük bir geyiğin peşinden giderken kayboldu. Ormanda tek başınaydı, gece karanlığı çökmüştü. Kral, ağaçsız bir alanda bir köy evi görünce çok sevindi. Burada bir kömürcü yaşıyordu. Kral, ormandan çıkmak için kömürcüden yardım istedi. Rehberliği karşılığında ona bol bol para vereceğini söyledi. “Size yardım etmeyi çok isterim,” dedi kömürcü. “Fakat karım doğum yapmak üzere, o yüzden buradan ayrılamam. Hem gecenin bu saatinde nereye gideceksiniz ki? Tavan arasındaki saman döşekte uyursunuz, yarın sabah olunca ben size rehberlik edip ormandan çıkarırım.”

      Kısa süre sonra kömürcünün bir erkek çocuğu oldu. Kral, kömürcünün gösterdiği yerde yatmıştı ama bir türlü uyuyamıyordu. Gece yarısı olunca hemen aşağıdaki odada gözüne bir ışık ilişti. Ahşap zemindeki küçük çatlaktan gizlice bakınca kömürcünün uyuduğunu gördü. Yeni doğum yapmış karısı ölü gibi yatıyordu ve bebeğin başında beyazlara bürünmüş üç yaşlı cadı dikiliyordu. Her birinin elinde ince bir mum vardı.

      Birinci cadı konuştu: “Bu çocuğa hediyem, büyük tehlikelere maruz kalmasıdır.” İkincisi: “Bu çocuğa hediyem, bütün o tehlikeleri aşıp uzun bir ömür sürmesidir.” Son olarak üçüncüsü dedi ki: “Ben de ona şu an üst kattaki saman döşekte yatan Kral’ın bugün doğan kızını eş olarak veriyorum.” Ardından cadılar mumlarını söndürdü ve ev sessizliğe büründü. Bu cadılar, Üç Yazgı'ydı.4

      Kral’ın kalbine sanki bir bıçak saplanmıştı. İşittiklerinin gerçekleşmemesi için neler yapabileceğini düşünmekten gözüne uyku girmedi. Şafak sökerken çocuk ağlamaya başlamıştı, kömürcü uyandı. Gelgelelim, karısı artık sonsuza dek uykuya dalmıştı. “Ah, benim zavallı, öksüz yavrum!” diye sızlanıyordu adam. “Ben şimdi ne yapacağım? Sana nasıl bakacağım?”

      “Bebeği bana ver,” dedi Kral. “Ben ona bakacağım, sana da ömrünün sonuna dek yetecek kadar para vereceğim.”

      Bunu işiten kömürcü çok sevinmişti. Kral’ın teklifini hiç düşünmeden kabul etti. Kral, bebeği alması için birini göndereceğini söyledi. Saraya vardığında bir kız çocuğu olduğunu haber verdiler. Üç Yazgı’yı gördüğü o gece doğmuştu kızı. Kral kaşlarını çatıp uşaklarından birini çağırdı: “Ormanda ağaçsız bir yerde eski bir ev var, orada bir kömürcü yaşıyor. Adama parayı ver, karşılığında sana bebeğini verecek. Çocuğu alıp yol üzerinde karşına çıkan ilk suda boğ. Yoksa suda boğulacak kişi sen olursun.” Uşak, verilen emri yerine getirmek üzere kömürcünün evine gidip çocuğu aldı ve bir sepete koydu. Derin ve geniş bir nehrin kenarına gelince sepeti suya bıraktı. Kısa süre sonra saraya varan uşak, hemen Kral’ın huzuruna çıkıp çocuğu nehre attığını anlattı. Bunun üzerine Kral “İyi geceler, davetsiz damat!” dedi neşeyle.

      Kral bebeğin suda boğulup öldüğünü sanıyordu ama yanılıyordu. Çocuk, sepetin içinde sanki beşiğindeymiş gibi rahattı. Nehrin ninnisiyle mışıl mışıl uyudu ve akıntı onu nihayet bir balıkçının evine getirdi. Balıkçı bu sırada su kenarında oturmuş ağını onarıyordu. Akıntı boyunca yaklaşan bir şey görünce hemen teknesine atlayıp bebeğin bulunduğu sepeti sudan çıkardı. Çocuğu karısına götürüp dedi ki: “Hep küçük bir oğlun olsun isterdin. Bak işte bir oğlumuz var artık! Nehir getirdi onu bize.” Balıkçının karısı öyle mutluydu ki! Bu çocuğu kendi evladı gibi besleyip büyüttü. Nehrin akıntısıyla geldiği için ona “Suda Yüzen” (Plaváczek) adını verdiler.

      Nehir akmaya devam etti ve olayın üstünden yıllar geçti. O küçük bebek büyümüş, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir delikanlı olmuştu.

      Bir yaz günü Kral tek başına