Джек Лондон

Büyük Evin Küçük Hanımefendisi


Скачать книгу

denizlerdeki eski okul arkadaşlarım,

      Zırnıklarımızı takas ettiğimizde,

      Barbarlar arasında,

      Güneye beş bin kilometre yol gideriz.

      Ve bertaraf olmuş otuz yıl,

      Onurlu Valdez’i tanımıyorlar.

      Tanıdıkları ve sevdikleri bendim.

      Sonra onlar has içki buldular.

      Yalnız içmediler,

      Adilce talan ettiler,

      Hepimize söylediler.

      Cennet odalarımızın ardında,

      Ya da balık sürülerimizin arasında,

      Uzun seferlerimizden sersemlemiş,

      Kargaşa yaratmak için toplanmışız.

      Demir çubukların ışıkları yanarken,

      Sönük kalmışlar sahil boyunca.

      Orada eskimiş çadırımız yükseliyor,

      Bir küreğin üzerinde bir yelken,

      Özlem dolu çapalar parlarken,

      Tutku dolu, tatlı denizlerimizde,

      Dikkatsiz kaptanlarımız süratli,

      Her biri arzularına kürek çekerken.

      Gevşemiş zırhlarımızı nereye serdik?

      Çıplak ayaklarımızı nereye çevirdik?

      Palmiye ağaçlarının arasındaki han kimin?

      Sıcakta ateşimizi kim söndürecek?

      Ey çöldeki çeşme!

      Ey telef olmuş sarnıç!

      Ey gizlice yediğimiz ekmek!

      Ey telaş içinde döktüğümüz fincan!

      Gençlik yeni yeni öğrenmiş hasreti,

      Zapt edilmiş solgun dul.

      Hayırlı zevce mevsiminde mağrur,

      Erkeklerin farındadır bakire,

      Dindirilmemiş, tüketilmiş canlar,

      Rötarlarda dolandırılmış.

      Af olmaktan başka bir şey istemiyorum,

      Ceza olarak kaybettiğim o günleri.

      “Ah anlayın onu anlayın, siz üç ihtiyar. Benim anladığım gibi! Sonra ne dediğini anlayın…”

      Zevklerimi beklediğimi hayal ettim,

      Değişmez baharımı sabırla bekledim:

      Nedense hep zevkimi bekledim,

      Baharı bir kenara koydum.

      İlk önce bahtımın karşısında,

      Ve son olarak fazlasıyla hor görerek,

      Ben Diego Valdez’i,

      İspanya’nın Yüksek Amirali yaptım!

      “Beni dinleyin korumalarım!” Dick’in yüzü bağırırken hırstan alev alev olmuştu. “Benim dindirilemeyeceğimi, tüketilemeyeceğimi bir an için bile unutmayın. Öyleyim. Yanıyorum ben. Sadece kendimi tutuyorum. Üniversitede iyi, saygıdeğer bir çocuk olduğum için ölü olduğumu sakın düşünmeyin. Gencim. Yaşıyorum. Dinç ve güçlüyüm. Hata yapmıyorum. Kendimi tutuyorum. Şimdilik böyle bir yola koyulmuyorum çünkü hata yapmak istemiyorum. Daha yeni başlıyorum. Benim de zamanım gelecek. İyice düşünüp taşınmadan harekete geçmeyeceğim. Ve en sonunda Diego Valdez gibi ağlayıp sızlamayacağım!”

      Cennetin altında rüzgâr esmiyor,

      Dalgalar da eski hâline dönüşmüyor.

      O eski kargaşa dolu isyan,

      Ve şamatalı kalabalık kıyılar,

      Ey çöldeki çeşme!

      Ey telef olmuş sarnıç!

      Ey gizlice yediğimiz ekmek!

      Ey telaş içinde döktüğümüz fincan!

      “Beni dinleyin korumalarım! Bir adama yumruk atmanın nasıl bir şey olduğunu bilir misiniz, hem de çok sinirliyken -tam çenesinin üzerine- sonra da onu soğukkanlılıkla bırakıp gitmeyi? İşte benim istediğim bu. Ve sevmek istiyorum, öpüşmek istiyorum ve risk almak istiyorum. O dinç ve güçlü budala olmak istiyorum. Şansımı denemek istiyorum. Kargaşa dolu isyanlar yaşamak istiyorum ve bunları gençken yapmak istiyorum. Çok toyken değil ama. Ve bunların hepsini yapacağım. Bu süre içinde üniversitede kurallara göre oynarken kendimi tutacağım, kendimi eğiteceğim. Bağları kopardığımda en iyisinin en iyisi benim olacak. Ah, inanın bana, bazen akşamları iyi uyuyamıyorum.”

      “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu Bay Crockett.

      “Evet. Tam da onu demek istiyorum. Henüz çılgınca şeyler yapmadım ama başladığım zaman görün beni.”

      “Mezun olduktan sonra mı başlayacaksınız?”

      Şaşırtıcı genç kafasını salladı.

      “Mezun olduktan sonra Ziraat Fakültesinde en az bir yıllık yüksek lisans dersleri alacağım. Görüyorsunuz işte hobimi geliştiriyorum; çiftçilik. Bir şey yapmak istiyorum: Yaratıcı bir şey. Babam başarılı bir adam olacak kadar başarılı değildi. Aynı şey sizin için de geçerli beyler. Tesadüfen ilk günlerde bir toprak parçası geçti elinize. Sonra da bu bakir yerlerdeki kum birikintileri arasından o kadar çok altın külçeleri buldunuz ki paraya para demediniz.”

      “Oğlum, Kaliforniya çiftçiliği hakkında benim de biraz deneyimlerim var.” Bay Crockett alınmış bir hâlde araya girdi.

      “Kesinlikle öyledir ama yaratıcı değildiniz. Aslında siz -doğruya doğru- yıkıcıydınız. Bolluk, bereket içinde bir çiftçiydiniz. Peki, bu durumda ne yaptınız? Sacramento Vadisi’nin en iyi kırk bin akre toprağını alıp yıllarca saman ektiniz. Bir tarlada her dönem birbirinden farklı ürünler yetiştirmeyi düşünemediniz bile. Toprağın on santim altını sabanla sürdünüz sonra da beton bir kaldırım gibi altına sabanla tabanlık yaptınız. O, on santimlik bölümü helak ettiniz ve şimdi de ektiğiniz tohumu geri alamıyorsunuz.”

      “Yıkıcı oldunuz. Benim babam gibi. Herkes öyle yaptı. Her neyse ben babamın parasıyla yaratıcı olacağım. Ben işe yaramayan buğday ekili alanları çok ucuza satın alacağım, sabanla yapılan tabanları söküp alacağım ve işim bittiğinde çok daha fazla ürün yetiştirmiş olacağım. Hem de siz beylerin ilk toprağı işlediğinden de fazla.”

      Okulun üçüncü yılının sonuna gelindiğinde Bay Crockett, Dick’in çılgınlık dönemi ile ilgili verdiği gözdağlarından söz etti.

      “Hayvancılık eğitimini bitirir bitirmez.” diye cevap vermişti Dick. “Sonra satın alacağım, stoklayacağım ve adam gibi bir çiftlik inşa edeceğim. Ondan sonra da bir isyankâr gibi davranacağım.”

      “Ne büyüklükte bir çiftlik düşünüyorsunuz?” diye sordu Bay Davidson.

      “Belki elli bin akre, belki de beş yüz bin akre. Bazı şeylere bağlı. Kendi emeği ile kazanılmamış kıymet artışının sınırını zorlayacağım. İnsanlar henüz Kaliforniya’ya gelmeye başlamadı. Gözümü kırpmadan, elimi kaldırmadan akresi on dolara alabileceğim toprakların değeri on beş yıl sonra elli dolar olacak. On beşe alabileceğim toprakların değeri de beş yüz olacak.”

      “Akresi on dolardan yarım milyon akreye verilecek para beş