Hasan Yılmaz

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri


Скачать книгу

sahabinin Medine dışına çıkmasını yasakladığı kaydedilir. Bazı kimselerin rivayette gevşeklik göstermesi yüzünden peygamberin sözlerini yanlış anlaması muhtemel kişilerden hadis alınmasına da karşı çıkmıştır. “Kütüb-i Sitte”de rivayet ettiği 539 hadis bulunmaktadır; bunların çoğu fıkha dairdir. Buhari ve Müslim’in eserlerinde toplam 81 rivayeti yer alır. Buhari ve Müslim bunların 26’sında ittifak etmiş, Buhari 34, Müslim 21 hadisi ayrıca eserine almıştır. Diğer hadis kitaplarında da rivayetlerine yer verilmiştir.

      Hz. Ali’nin teklifi üzerine Nisan 637’de hicri takvimin kullanılmaya başlanmasını kabul etmiş ve hicri takvimin ilk ayı olarak muharrem ayı kabul edilmiştir. Onun devlet idaresindeki dirayetini gösteren bu uygulamalara kaynaklarda geniş yer verilmiş ve bunlar bazı teliflere konu olmuştur.

      Vergi ve Toprak Sistemini Düzenledi

      Hz. Ömer döneminin başlarında Müslüman olmayanlardan alınan cizye, Medine’deki Müslümanlara dağıtılmaya devam edildi. Ayrıca ticaret mallarına vergi konuldu ve yeni fethedilen toprakların dağıtılmamasına, bu topraklardan alınan haraç vergisinin vakıf olarak kalmasına karar verildi. Bu toprakların gelirlerinin de Haşr Suresi’nin 7 ila 10. ayetleri gereğince bütün Müslümanlara dağıtılması için 636 yılında divan teşkilatı kuruldu. Aynı dönemde nüfus kayıt sistemi de oluşturuldu. Böylece Medine’den başlanarak Kufe, Basra, Suriye ve Mısır’da yaşayan bütün Müslümanlar, üç kişilik bir heyet tarafından divan defterlerine kaydedilerek, Hz. Peygamber’in mensup olduğu Kureyş Kabilesi’nin Beni Haşim kolundan hareketle beytülmal denilen hazine gelirlerinin harcamaları bir sisteme bağlandı. Divan defterlerinde ayrıca kimlere hangi miktarda yardım yapılacağı da kayda alındı. Yapılacak yardımlarda, kişinin ne zaman Müslüman olduğu, Müslümanlığa yaptığı hizmetler ve Hz. Muhammed’e yakınlığı gibi ölçütler dikkate alındı. Medine’de Hz. Ömer’in, taşrada ise valilerinin dağıttığı yardımlardan yararlanmanın öncelikli şartı Müslümanlarla bütünleşmek ve cihada katılmak idi. Aksi takdirde yardım yapılmıyordu.

      Hz. Ömer, fetihle ele geçirilen toprakları eski sahiplerine bırakmıştır. Bu topraklarda tarıma devam edilmesini, arazilerin ekilip verimli hâle getirilmesini, üç yıl üst üste ekilmeyen toprakların geri alınmasını istemiş, ziraatın gelişmesi için tedbirler almış, kıraç bir araziyi tarıma elverişli hâle getiren kişinin bu toprağın sahibi olacağını belirtmiştir.

      Devletin, Müslüman olmayanlardan aldığı vergi karşılığında onları koruma yükümlülüğü söz konusu idi. 630 yılında gönderilen cizye ayeti, geniş bir coğrafyada yaşayan Yahudi, Hristiyan ve Mecusiler gibi gayrimüslim halka uygulanmıştır. Ayrıca çocuklardan, kadınlardan, fakirlerden, mabet gelirleriyle geçinen din adamlarından ve sonradan Müslüman olanlardan da cizye alınmamıştır. Devletin koruma görevini yerine getiremediği durumlarda toplanan vergi iade edilmiştir. Bunun bir örneğini, Suriye Valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah vermiştir. Humus halkını Bizans’a karşı koruyamayacağını anlayan vali, şehri terk etmek zorunda kaldığında, halktan topladığı cizyeyi iade etmiştir. Aynı uygulama Suriye’nin diğer şehirlerinde de yapılmıştır. Bu durum, halkın Bizans’a karşı Müslümanlara yardım etmesine yol açmıştır.

      Cizye miktarı kişilerin ve bölgenin gelirine göre belirlenmiştir. Örneğin Irak’ta 12, 24 ve 48 dirhem, Suriye ve Mısır’da önceleri 20 dirhem, sonraları 40 dirhem ile bir miktar yiyeceği kişi başı yıllık vergi miktarı olarak kararlaştırmıştır. Bazı yerlerde de halktan ayrı ayrı vergi toplamak yerine, yıllık olarak müşterek cizye alınmıştır. Cizye ödemek istemediklerini söyleyen Hristiyan Beni Tağlib Kabilesi’nden bu vergi yerine iki kat zekât vermeleri istenmiştir. Cizye miktarları, o bölgede geçerli olan para birimiyle belirlenmiştir. Vergiler bazı durumlarda hurma veya buğday olarak toplanmıştır.

      Fethedilen veya eski sahiplerine bırakılan ekilebilir arazilerden yılda bir kez mutlaka vergi alınmıştır. Böylece toprakların boş bırakılarak verimin düşürülmesi engellenmiştir. Tarıma uygun olmayan arazilerden ve yerleşim yerlerinden ise haraç alınmamıştır. Bu çerçevede Osman b. Huneyf ile Huzeyfe b. Yemân’ın sorumluluğunda arazi tespiti ve ölçümü yaptırılmıştır. Tarıma uygun olmayan yerlerin hesaba katılmadığı tahrir işlemleri sonucunda Irak’ta 36 milyon cerîb (bir cerîb 1366 m2’dir) yani 49.176 km² arazi kayıt altına alınmıştır. Hz. Ömer, parada olduğu gibi ölçüde de mahallî hesaplama birimlerini esas almıştır. Irak ve Suriye’de cerîbi esas alırken (1 cerîb=1366 m²), Mısır’da feddanı (1 feddan=4200 m²) esas almıştır. Aynı şekilde vergi miktarlarının belirlenmesinde toprakların verimliliği, sulanabilirliği, tüketim merkezlerine ve pazarlara olan yakınlığı, ürünün cinsi gibi değişkenler dikkate alınmıştır. Bu arada vergi gelirlerinin adil bir şekilde toplanması için halktan güvendikleri bir kişi tespit etmeleri istenmiş, bu kişilerin işlemleri de her yıl Medine’ye davet edilen on kişiye sorulmuştur.

      Hz. Ömer, Medine merkezli devletin sınırlarını sürekli genişletirken, sistemi de Kur’an’ın koyduğu ölçüleri ve Hz. Muhammed’in uygulamalarını esas alarak baştan başa kurgulamıştır. Devleti komutanlar ve valiler eliyle yönetmiştir. Hz. Ömer fethedilen yerleşim yerlerinde öncelikle cami yaptırılmasını emretmiş, bazen de fethedilen şehirlerdeki eski mabetleri tamamen veya kısmen camiye çevirtmiştir. Diyarbakır’daki Ulu Cami buna bir örnektir. Keza Şam’ın ortasında bulunan Yuhanna Kilisesi’nin yarısı Hristiyanlara bırakılmış, yarısı camiye dönüştürülmüştür. Kudüs gibi barış yoluyla ele geçirilen yerlerde ise eski mabetlere dokunulmamıştır. Burada Mescid-i Aksa’nın yeri tespit edilmiş ve buraya büyük bir cami yaptırılmıştır. Ayrıca ele geçirilen topraklarda yaptırılan camilerin yanına vali evi ve çarşı inşa edilmiştir. Fethedilen topraklarda kolonisazyon çalışması yapılmış ve ele geçirilen şehirlere Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelerek savaşa katılan askerler ve aileleri yerleştirilmiştir. Oluşan mahallelerde mescitler açılmış, böylece iki ayrı şehir profili ortaya çıkmıştır. Kudüs, Şam, Antakya ve İskenderiye gibi gayrimüslimlerin de yaşadığı şehirler dinlere göre mahallelere bölünürken; Basra, Kufe ve Fustat gibi yeni kurulan şehirlere; Arap Yarımadası’ndan fütuhat için gelen Müslüman Araplar, kabileler hâlinde yerleştirilmiştir.

      Hz. Ömer, bir valiyi görev yerine gönderirken günümüzde mal beyanı dedikleri şekilde servetlerini tespit ettirir, görevi esnasında servetlerinde aşırı artış olanların durumlarını araştırtır, artan miktarın gayrimeşru yoldan elde edildiğine hükmederse bu valilerin servetlerinin bir kısmına el koyardı. Bu noktada, bütün görevlileri sıkı bir teftişe tabi tutardı. Bu konuyla ilgili olarak Medine kökenli Müslümanlardan Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirirdi. Ayrıca teftiş maksadıyla tanınmayan kimseleri gizlice vilayetlere göndermekteydi.

      Savaş Hukukunu Uygulardı

      Kurumsal yapısı yeni yeni oluşan İslam Devleti’nde savaş öncesi, savaş esnası ve sonrasında nasıl davranılacağını belirleyen kuralları da Hz. Ömer temellendirmiştir. Savaş onun son tercihi idi. Savaştan önce karşı taraf ile iletişim kurularak onlara elçi heyeti gönderilmesini ve giden heyetin onları İslam’a davet etmesini kurala bağlamıştır. Karşı tarafın Müslüman olmayı kabul etmemesi durumunda cizye ödemelerinin teklif edilmesini, bu teklifi de kabul etmemeleri durumunda aralarındaki sorunun savaş yoluyla çözüleceğinin bildirilmesini istemiştir.

      Ayrıca savaş esnasında kadınlara tecavüz edilmemesini, katliam yapılmamasını, kadın ve çocuklara dokunulmamasını emretmiştir. Verdiği emirlerin ordu tarafından uygulanıp uygulanmadığını takip edebilmek ve ayrıca ordu komutanlarına süratli bir şekilde haber ulaştırabilmek için yollara menziller yaptırmıştır. Bu menzilleri aynı zamanda valilerinden düzenli rapor almak