Ebubekir Hâzim Tepeyran

Hatıralar


Скачать книгу

ricası üzerine Vali Paşa her nasılsa müzakeresinin sonraya tehirini emretmişti. Gelirlerine el konacak vakıflar listesinde ilk isim, ehemmiyetinden dolayı bu Buğday Pazarı olduğu hâlde, el konmasının tehir edilmesi haklı itirazlara sebep oluyordu.

      Vali Paşa’nın konağındaki bir toplu yemekten sonra mektupçu ve diğer bazı zevat başka bir odada sigara, kahve içtikleri sırada: “Buğday Pazarı listenin başında dururken, altındaki ehemmiyetsiz şeylerle uğraşmak gülünçtür. Birçok itirazlar da bundan doğuyor.” diye konuşurlarken İngiliz Ali Bey odaya geldi. Neye dair konuşulduğunu öğrenince:

      “Ben…” dedi. “Bu meseleyi bir an evvel hallettirebilirim. Fakat Safvet Çelebi ile zaten aramız o kadar iyi değil, doğrudan doğruya ben açarsam aramız büsbütün açılır, iyi olmaz. Fakat içinizden birisi mecliste, yalnız bir Buğday Pazarı dese bile kâfidir, ben gerisini getiririm.”

      Memurlardan hiçbirisi buna cesaret edemediklerinden “Ben açarım.” dedim. Ali bey:

      “Bravo!” dedi. “Nasıl açacaksın?”

      “Bu isim listenin başındadır.” dedim. “Okurum. Paşa bir şey derse yanlışlıkla okudum diyerek altındaki isme geçerim.”

      Ali Bey:

      “Bu çok iyi! Aferin. Fakat düşmanlığın yalnız bana yönelmemesi için içinizden hiç olmazsa bir ikisinin benim söyleyeceğim sözleri teyit yollu “Evet efendim; bu Buğday Pazarı meselesi neticelendirilse iyi olur.” gibi bir iki söz söylemesi de lazımdır. Siz bu yardımı bana kesin surette vaat ederseniz, bu mesele bugün hallolunur.”

      Orada hazır bulunanlar kendisine katılacaklarını vaat ettikten sonra Ali Bey:

      “Meşhur bir fil hikâyesi vardır, bilir misiniz?” diye sordu.

      Hiç işitmediklerini söylediler ve hikâyenin nasıl olduğunu sordular. Ali Bey: “Onu şimdi söylemem.” dedi. “Şark Meselesi’ne dönen Buğday Pazarı meselesinin alacağı şekle göre söylerim. Yani Ahır-köy imamının yaptığını yaparım.”

      Heyet salona toplanıp geçen içtima zaptı okunduktan sonra sıra vakıf listelerine gelince, ben listeye başlayarak:

      “Buğday Pazarı!” dedim. Vali Paşa derhâl: “Bunun tehir edilmesini söylemiştim.” dedi.

      “Listenin başında bulunduğu için yanlışlıkla okudum.” dedim, aff-ı devletlerini istirham ederim.”

      Ali Bey:

      “İntak-ı Hak diye bir söz vardır. Bu yanlış okuyuşta ilahî bir isabet olsa gerek. İlk mektepler acil yardıma muhtaçtırlar…”

      Vali Paşa Ali Bey’in sözünü keserek:

      “Bu vakfı biraz sonra tetkik etmeye karar vermiştik. Bugün başkalarını tetkik edelim.” dedi. Ali Bey kendisine yardım vaat edenlere manalı bakışlarla birer birer baktıktan sonra Vali Paşa’ya:

      “Efendim!” dedi. Aff-ı devletlerini istirham ederim. Ben sözümü bir tecrübe maksadıyla söyledim. İlk mekteplerden ne çıkar? Asıl ilim ve irfan Mevlâna Celaleddin Rumi kuddise sırrehu hazretlerinin mesnevi şeriatıyla neşrettiği, dünya ve ahirette selamet ve saadeti mucip olan ilim ve irfandır. Binaenaleyh Mevlâna evlat ve ahfad-ı kiramının rızklarını ellerinden almak çok büyük bir günah olur…”

      Ali Bey’e vaat ettikleri yardımda bulunmayanlardan başka Vali Paşa, bütün aza ve hatta ben gülümsemekten kendimizi alamadık.

      Meclis işini bitirdikten, vaatlerini yerine getirenler ve Çelebi ile hocalardan bazıları gittikten sonra Ali Bey, fil hikâyesini şu suretle nakletti:

      “Vaktiyle…” dedi. “Hint racalarından biri seyahat suretiyle İstanbul’a gelerek padişah tarafından hakkında gösterilen ağırlamadan dolayı Hindistan’a dönünce bazı kıymetli hediyelerle beraber bir de fil yollamış. Padişah ilk defa gördüğü bu hayvanı harem bahçesine bağlatmış. Padişahın çok sevgili cariyelerinden biri, hayvana çuvaldız batırdığı için hortumunun bir darbesiyle kolu incinmiş olduğundan hünkâr filin hemen saraydan ve İstanbul’dan uzaklaştırılmasını emretmiş. Başmabeyinci ‘Padişahtır bu, yarın yine ister.’ diyerek çok uzaklara değil, Edirne’nin sulu, hayvanlı Ahırköyü’ne gönderir. Başıboş bırakılan filin köyün yerdeki, ağaçtaki mahsullerine saldırmasını günden güne arttırdığı hâlde: ‘Padişah malıdır.’ diye ahali sabreder. Fakat bir iki sene geçtiği ve halkın sabrı tükenmeye başladığı sırada Rumeli’den muzaffer ordusuyla dönen sadrazam, Ahırköyü’nün geniş çayırları üstünde otağını kurdurur. Bunu gören köyün zeki imamı: ‘Ey köylü ağalar! Bu fil belasından kurtulmak için iyi bir fırsat peyda oldu. Hep birden şu paşaya gidip filin başka köylere gönderilmesi için yalvaralım. Ben yalnız da giderim amma, tehlikelidir.’ der.

      ‘Bak şu haddini bilmez imama, padişahımızın fili hakkında söze cesaret ediyor!’ diyerek beni asar, keser, her şeyi yapar. Fakat bir fil için bütün bir köy ahalisini öldürtemez. Ne dersiniz?’

      Köylüler birleşerek kendisiyle birlikte gitmeye karar verirler. İmamın arkasına düşerler. Köyden çıkar çıkmaz paşanın otağı ve onun önünde oturan paşa göründüğü için zavallı imam arkasına bakamayarak ilerler. Paşaya yaklaşınca birkaç temennadan sonra durur ve önüne bakar. Paşa sorar:

      ‘Sen bu köyün imamı mısın?’

      ‘Evet efendim.’

      ‘Bir dileğin mi var?’

      ‘Evet efendim.’

      ‘Söyle.’

      ‘Efendim, bizim köyde bir fil var. Ahali kullarınız bu fil için…’ derken, arkasına bakıp da köylülerin birbirini korkutarak oraya gelinceye kadar birer ikişer sıvışmış olduklarını görünce beti benzi atmakla beraber:

      ‘Efendim!’ der. ‘Allah şevketli padişahımız efendimize bitmez tükenmez ömürler versin. Bizim köye iki sene evvel bir fil ihsan etti. Ne mübarek hayvanmış! O geldiği günden beri köyde bet bereket arttı; karılarımız, hayvanlarımız hep ikişer doğurmaya, mahsullerimiz kat kat çoğalmaya başladı ve hâlâ öyle gidiyor. Bu fil erkektir. Canlı hayvan, Allah esirgesin ölüverirse köyün hâli harap olacak. Bu kötü neticeyi düşünen köylüler öyle büyük bir musibete yer kalmadan köyde daimi bir fil damızlığı bulunması için bir de dişi fil ihsan buyurulması hususunda taraf-ı devletlerinden delalet ve inayet buyurulmasını niyaz etmek üzere geliyorduk. Köylü aklı bu ya! Efendimizin heybetinden korkarak arkadan kaybolmuşlar.’

      Hakikati keşfeden paşa imamın böyle bir an içinde maksadın aksini söyleyebilmek zekâsını takdir ederek, kendisine hilat giydirip bolca para da vererek:

      ‘Bütün köylülere benden selam söyle.’ der. ‘Padişahımızın fili hakkında gösterdikleri muhabbetten hoşnut oldum. Bundan, tabii, şevketli hünkâr daha ziyade memnun olur ve filin dişisini de bir an evvel buraya gönderir. Cümleniz bundan emin ve müsterih olunuz.’

      İmam, kırmızı kaftanıyla sapından kopup yel önüne düşmüş bir gelincik çiçeği gibi koşarak köye döner ve ilk sokakta kendisini bekleyenlerin yanına gelince:

      ‘Hoca Efendi, inşallah iyi haberle döndün?’ diyen köylülere:

      ‘Çok iyi. Yakında filin dişisi de gelecek…’ cevabını vermiş.”

      Oğlu Ahmet Rıza Bey gibi uzun boylu olan Ali Bey emsali az bulunur bir komik ve mukallit idi.

      Son senelerde “Aristocratie de l’Islam” = “İslam Aristokrasisi” adlı Fransızca bir kitapta, bu hikâyenin aynı denilecek derecede bir masal okudum. Padişah filinin rolü, Tunus sultanının katırına oynatılıyordu.

      Şiir