M. Turhan Tan

Cinci Hoca


Скачать книгу

tevehhüm ederek uyanık gözle garip rüyalar sıralardı.

      Saza bayılırdı: Kıvrak nağmeleri kadın sesine benzettiği için. Güzel kokulardan hoşlanırdı: Çiçeklerde kadın ıtrı bulduğu için. Raksa can verirdi: Kadın teninin oyunda açılıp saçılışına imrendiği için…

      O, şüphe yok ki, zırdelilerdendi, fakat dimağını kadın mevzusu üzerine çevirince orijinal düşünceleriyle kendini dinleyenlere parmak ısırtırdı. Mesela beyaz kadınların tebessümden kahkahaya geçmeleri için nasıl davranılmak lazım geldiğini riyazi8 bir katiyetle bilirdi. Sarışınları somurtmak, esmerleri ağlatmak yollarını inceden inceye ölçmüştü, biçmişti.

      Kızıl bir cahil olmasına rağmen kadın mevzusunu her bakımdan kavramış gibiydi. Yalnız ayağını gördüğü bir kadının küçük ağızlı mı, büyük ağızlı mı olduğunu keşfeder, bu şekilde isabetli buluşlarını en hurde9 noktalara kadar teşmil etmekte güçlük çekmezdi.

      Bu derin alaka onu tam manasıyla kadıncıl yapmıştı. Ekmek yerken kadın tadı bulurdu, şeftalileri dilber bir yanak öper gibi heyecanla dişlerdi. O, kumaşları bile kadınları düşünerek gözden geçirirdi. Bir kadifeye el değdirince belli belirsiz tüylerle örtülü bir kadın eli okşar gibi uzun uzun gülümserdi, samur kürkünün içinde daima bir yığın saça sarılmış olmak zevkini bulurdu.

      İşte bu sebeple, tahta çıktığı saatin ilk dakikasında, sarayını avrat pazarına çevirmek kararını almış, anası başta olmak üzere bu işte çalışabilecek olanların hepsini hummalı bir faaliyete sokmuştu. Kızlar Ağası Sümbül, kurulacak pazarın kâhyalığını omzuna almak için şimdiden ehliyetini ispata uğraşıyor, sabahtan akşama ve gece yarılarına kadar evlerden, konaklardan, pazarlardan kadın toplamakla meşgul oluyordu.

      Kösem Sultan da pazarın kurulmasına aynı hararetle yardım ediyordu. Fakat o, mantıki düşüncelerle bu işe girişmiş ve oğlununkinden de Sümbül’ünkinden de tamamıyla ayrı bir hedef gözeterek halayık toplama faaliyetine iştirak etmiş bulunuyordu. Rum’dan dönme valide sultan, kadıncıl oğlunun durumundan hiç de hoşnut değildi. Sultan Murat gibi bir bakışıyla en kuvvetli ödleri koparan eli kanlı, kılıcı kanlı kahhar bir padişahın aman bilmez, merhamet tanımaz yumruğu altında bile şahlanmaya fırsat arayan ocaklının, böyle kadından başka düşünceye benliğinde yer vermeyen zirzop bir hükümdara uzun yıllar tahammül edemeyeceğini çoktan anlamıştı. Fakat tahta geçirilecek başka bir şehzade bulunmadığı için oğlunu şimdilik okşamayı ve bir damızlık aygır gibi kullanıp kendisinden çocuklar üretmeyi gerekli buluyordu. Bu emeline erince ve sarayda birkaç beşik sallandığını görünce deliye sırtını çevirmek, ocaklının gemini kendi eline almak çarelerini araştırmak azmindeydi.

      Papaz kızı Kösem, yirmi üç yıl süren dulluk hayatındaki mahrumiyetlerin acısını çıkarmak için de oğlunun deliliklerinden istifade etmek istiyordu.

      Kadıncıl hükümdar, yalnız kadın düşünerek kucaktan kucağa geçerken devlet işleriyle kendisi meşgul olacak, har vurup harman savuracak, hazineler düzecek ve gül yüzü solmadan, damarlarındaki coşkun kan durulmadan nabekâr felekten kâm alacaktı.10 Lakin bu emellerin ve bu hülyaların gerçekleşmesi Sultan İbrahim’i birkaç kere baba yapmakla, birkaç şehzade dünyaya getirmekle mümkün olabilirdi. Kösem, bu noktayı göz önünde tutup oğluna bir avrat pazarı hazırlıyordu ve o, kör bir ihtiras, çılgın bir incizapla kadından kadına koşarken kendisi ipliğini boyamak11 istiyordu.

      Korkak bir padişahın kölesi olmayı için için zül sayan dev cüsseli, çelik bilekli, taş yürekli Sadrazam Kara Mustafa Paşa da devletin temeli ansızın sarsılmasın, imparatorluk dağılıp çökmesin diye deliden döl almak ameliyesine yardım etmeyi gerekli bularak avrat pazarının kurulmasını kolaylaştırmaya çalışıyordu. Hatta pazara sermaye göndermek için vezirleri, hocaları, ağaları da zorladığından Osmanlı tahtına namzet yetiştirmek kaygısı umumileşmiş, Topkapı Sarayı’na kadın akmaya başlamıştı.

      Deli İbrahim’i birkaç kere baba yaptıktan sonra edebe davet etmek ve delilikte ısrar ettiği takdirde tahttan atmak düşüncesinde sadrazamla Kösem -muhaveresiz, müzakeresiz ve münakaşasız bir anlaşma ile- ittifak etmişlerdi. Lakin ikisi de hünkârı kolay devrilir bir ağaç saymakta aldanıyorlardı. Çünkü kadıncıl İbrahim, aynı zamanda zalim bir tabiat sahibiydi. İlk saltanat günlerinde bütün saltanat varlığını bir avrat pazarı kurmaya hasrettiği için tabiatının o kana susamış tarafını belli etmiyordu.

      Bu sebeple Kösem içeriden, Kara Mustafa Paşa dışarıdan -hiçbir endişeye kapılmaksızın- onu okşamaya devam ediyorlardı, pazarın mükemmel bir sergi olmasını temine çalışıyorlardı. Bu sayin12 sonu gerçekten parlak oldu, Topkapı Sarayı’nda eşsiz bir pazar kuruldu.

      Pazarın daha ilk günlerde sekiz yüz mevcudu vardı. İran sınırından Fas hududuna, Avusturya içerilerinden Hint Denizi’ne kadar uzayan geniş ülkede satılması mümkün kızların en güzelleri bu sekiz yüz sermaye arasında yer almış bulunuyordu. Rus, Macar, Leh, Gürcü, Çerkez, Sırp, Bulgar, Alman, Rum, Fransız, İspanyol kanını taşıyan bu bir alay halayık, mensup oldukları milletlerin güzellik numuneleri sayılacak kadar seçkin mahluklardı.

      İbrahim, kadıncıl dehasından aldığı ilham ile pazardaki sermayeleri renk ve boy bakımından kümelere ayırmıştı. Kendisi gibi kadın düşkünü olan büyük dedesi Üçüncü Murat’ın kırk haseki ile içine kapanıp sızıncaya kadar şarap içtiği yerde, meşhur hünkâr sofasında sık sık yaptırdığı geçit resimlerinde ilkin renk itibarıyla kızları yürütür, sonra boya göre yürüyüş yaptırıp muhtelif renklerin bir arada toplanmalarını ellerini şıkırdatarak, deli deli söylenerek seyre dalardı.

      O, İstanbul’un hangi yıl alındığını bilmezdi. Yavuz’un yaptığı harplerin ve kazandığı zaferlerin tarihini merak etmiş değildi. Viyana’nın hangi padişah zamanında muhasara edildiğini de işitmemişti. Fakat Üçüncü Murat’ın beş yüz halayık topladığını, her gece kırk kadınla işret ve saz meclisi kurduğunu, yüz on beş çocuk doğurttuğunu biliyordu. Avrat pazarını kurarken işte bu bilgiyi esas tutuyor, o dedesinden daha çok kadına sahip olmak ve yine ondan fazla çocuk doğurtmak istiyordu.

      Kösem’le Kara Mustafa Paşa’nın ve bütün devlet ricalinin himmetiyle pazar mevcudu, eski devirlerin hiçbirinde görülmeyen dereceyi bulunca sıra bu pazardan alınacak zevkte de eskileri geçmeye gelmişti.

      Artık saray bir padişah evi olmaktan çıkmış, çalgılı köçekhanelere dönmüştü. Her odada, hemen her dakika sazlar çalınıyor, rakslar yapılıyor, hayvani ihtirasların her çeşidine inkişaf verilerek delice gülünüp eğleniliyordu. Hem kaba hem çirkin bir teşbih olmakla beraber hakikati ifade için söyleyelim ki İbrahim bu avrat pazarı ve bu ihtiras âlemi içinde dolgun mevcutlu bir kısrak yılkısına, başıboş bırakılmış kuduz bir aygıra benziyordu. Konuşmasının kişnemeden, yürümesinin şahlanmadan farkı yoktu ve gece gündüz kişneyerek, şahlanarak avrat pazarına hercümerç veriyordu.

      Halk, sarayda nasıl bir âlem kurulduğundan henüz bihaberdi. Sultan Murat’ın ölümü herkese geniş bir nefes aldırmış ve yüreklere büyük bir yükten kurtulma sevinci vermiş olduğundan sarayda başlayan rezaletle kimsenin alakalandığı yoktu.

      Tarih bakımından halkın bu vaziyeti gayet tabiiydi. Çünkü Sultan Murat, kan emen ve ocak söndüren bir kâbustu, bütün memleketi korku içinde yaşatıyordu. Bir müverrihin dediği gibi onun her sözünden, her hareketinden