bir huzursuzluk hissediliyor. Ve belki de, bu şiir bu sözü edilen eserin ana cümlesi olabilir.
…Fakat hâlâ şiir bitmiş mi? Zemfire Hanım “SONRASI YAŞANILACAK!” demiş.
Zaman ne çabuk geçti,
Şaşıp kaldım kendi kendime.
Tam kırk yıl bundan önce
Olmuş düğünümüz bizim.
Bu kırk yıl nasıl geçti?
Sanki kırk yıl değil,
Kırk gün, kırk gece geçti.
Yıllar yıllara eklendi,
Sevgi, bekleyiş, keder,
Sevinç, rahatlık, kayıplar
Birbirine karıştı.
Peki bu koca dünyada
Neler geçip gidendi,
Neler her vakit kalandı?
Para servet biriktirmedik,
Makamlar kazanmadık,
Hayatımız boyunca.
Ülkeleri, diyarları
Gezdik, gördük doyunca.
Hasetle karşılaştık,
Haksızlıklarla rastlaştık,
Ne beynimiz pas tuttu,
Ne kalbimiz taşlaştı,
Neredeyse, kırk yıl sonra
(Keşke böyle olaydı)
Dünyayla vedalaşıp,
Ömür serhaddini aşıp,
Çekildiğimizde gaibe biz
Öteki dünyada da
Birlikte atacak kalbimiz.
Burada bizden ne kalır?
Namuslu, liyakatli,
Alnı açık çocuklar,
Şirin, tatlı torunlar,
Ak sayfalar üstünde
Çektiğimiz azaplar-
Yazdığımız kitaplar,
Bir de hatıralarda
Yaşayacak aşkımız-
Sıcak, pak, temiz…
1945 yılının sonbaharında
Seni ilk gördüğüm gün
Nasılsan, öylesin,
Söyle bunun sırrını,
Nasıl kaldın böyle sen?
Daha akşam olmamış
Bu kararan kaş değil.
Bahar geçip, yaz bitse de
Sonbahar, daha kış değil.
Kış gelirse gelsin, bırak
Kış günü değil miydi
Hediyesiz, kimsesiz,
Bizim unutulmaz düğün?
Yılın dört mevsiminde de,
Baharımsın, yazımsın,
Benim alın yazımsın,
Hâlâ daha yazmadığım
En güzel eserimsin,
Yazacağım yazımsın.
Yakında veya uzakta
Seni her zaman anar
Eski mektep arkadaşın,
Hayat arkadaşın.
İlk Hikâyeler
Anar nesrinin özelliklerini anlamak için ilk hikâyelerine dönüp bakmak, araştırmak gerekir. Yazarın 2003 yılında basılmış ‘Seçilmiş Eserleri’nin ilk cildinde o zamana kadar basılmamış birkaç hikâyesi de bulunmaktadır. Anar’ın ilk basılmış hikâyeleri ‘Bayram Hasretinde’ ve ‘Geçen Yılın Son Gecesi’dir, 1960 yılında ‘Azerbaycan’ dergisinde yayımlanmıştır. Lakin yazar sonradan diğer yeniyetmelik hikâyelerini de kendisinin yazdığı küçük bir ön sözle 1.ciltte okuyucularına takdim etmiştir. Bunlar ‘İki Deniz’, ‘Hikâye’, ‘Gönlümüzün Gecesi’, ‘Sabah Uyanık Olacağız’ hikâyeleridir. Bu eserlerin kahramanlarını ayrı ayrı tahlil ettiğimizde onların benzer ve farklı yönleri hakkında düşündüğümüzde yazarın daha ilk kalem tecrübelerinden başlayarak yolunu nasıl kesinlikle belirlediği, ayırdığı açıkça görülür.
Anar’ın asıl incelediği obje insandı. Ve o, daha ilk hikâyelerinden başlayarak insana mahsus en mühtelif yönleri, çizgileri kaleme almıştır. Yazarın sonraki yıllarda yazdığı eserlerinde daha açık, daha fazla görünen birçok farklılığın ve ferdi üslubunun temeli, işte bu ilk hikâyelerde atılmıştır. Bu konuda öncelikle Anar nesrinde sık sık karşılaştığımız sembollerden, daha doğrusu, belirgin büyük isteklerin ustalıkla kodlanmasından bahsetmek gerekir. On dört yaşındayken Şuşa’da yazdığı ‘İki Deniz` hikâyesinde yazar, belli doğal felaket neticesinde büyük denizden ayrılmış küçük denizle ilgili konuşur. Büyük denizin serbestliği, özgürlüğü ile küçük denizin sınırlar, esaret altında olmasını karışılaştırır:
“Orada deniz yularsız at gibiydi. Burada dalgalar otlaktan dönen koyunlar gibi yavaş yavaş, yorgun yorgun, tembel tembel geliyorlardı.”
Hayatının belli kısmını Sovyet rejiminde yaşamış ve rejimin her yüzünü görmüş yazarın bu devre övgüler dizen ya da tebliğ eden eserlerine, genellikle rastlanmaz. Ve bence Anar’ın devri, yasaklara isyanı bu ‘İki Deniz’ hikâyesinden başlar. Bu hikâyede daha bir düşündürücü kısım, Sovyet dönemi çocuklarının, gençlerinin daha erken yaşlarından yasaları iyi bilmeleridir. Şüphesiz ki, yazar isyankâr fikirlerini Ezop tarzında yazmaya mecbur olan ebeveynlerini de görüyordu. Bu sebeple bölünmüş, özgürlüğü elinden alınmış, vatanının kaderini, acısını bu tür sembollerle kaleme alması da tabidir. ‘İki Deniz’ hikâyesinde tasvir edilen deniz, aslında Azerbaycan’dır… Nasıl olmuşsa “depremler”, “tabii felaketler” neticesinde küçük deniz büyük denizden ayrılmıştır. Ama müellifin sonunda biraz da çocuk romantizmi ile “mutlaka birleşeceklerdir” demesini umutlu ve beklediğimiz netice olarak görmeliyiz. Yazarın daha çocukluktan itibaren kullandığı bu üslup, büyük hadiseleri detaylarla, sembollerle vermek mahareti ‘Askılıkta Çalışan Kadının Sohbeti` hikâyesinde daha öne çikmış bir şekilde kendini gösterir.
Yusuf Samedoğlu Anar’ın ‘İnsanın insanı` kitabına yazdığı ön sözde şöyle belirtir: ‘Askılıkta Çalışan Kadının Sohbeti` Anar’ın ilk basılmış eserlerindendir. Kanaatimce bu küçük yazı duygusal yanı ve yalnız Anar’a has olan ilgi çekici üslup hususiyetleri ile son yıllarda Azerbaycan nesrinde yazılmış en güzel hikâyelerden biridir. İşte bu hikâye sonradan yazılacak ve çoğumuzun yazılmış nesir hakkında düşüncelerini güzel anlamda alt üst edecek birçok güzel povest ve hikâyenin ortaya çıkması için zemin olmuştur. Bazen bir cümle