abla kardeş duyguları, sevgisi açıktır ama o yukarıda belirtilen bölümde ya da Anar’ın Fidan Hanım’ın anısına hasrettiği “Yine O Zaman Olaydı” denemesinde, onlar arasındaki açıklanamaz, belki de gözle görüımeyen bir ruh ortaklığı hissedilir. Ve buradaki sebep yalnızca kan akrabalığı ya da ortak aile terbiyesi değildir. Bence asıl sebep Fidan Hanım’ın kardeşini dışardan gözlemleyebilmesi ve bazen de sade bir okuyucu olarak hissetmesidir. Bugünlerde tesadüf sonucunda okuduğum birkaç cümlelik denemede bu his, duygular açıkça görünüyor. Fidan Hanım’ın yazdığı ve “Yorgun Gemi” isimli küçük deneme:
Bacısı Fidan hanımla
Bacısı Terane hanımla
“Yorgun Gemi” Türkiye’de çıkarılan bir müzik albümünün adıdır. Bu ad bana çok anlamlı ve çok etkileyici göründü. Limanlarda sessizce dinlenmiş, birilerini getirmiş, götürmüş, bütün dünyayı gezip dolaşmış, çeşit çeşit sahillere yanaşmış, açık denizlerde rüzgârlarla, tufanlarla boğuşmuş fırtınalara göğüs germiş, yenilmemiş, nice nice darbelere hedef olmuş, kayalara çarpmış, savrulmuş yine de galip çıkmış, selametle dönmüş ama yaşlanmış, ezilmiş, eskimiş, yorulmuş muhteşem gemi…”
“Yorgun gemi… Bana birini hatırlatır… O da muhteşem, güçlü, yenilmez, başarılara sahip olmuş, en zor işlerin üstesinden gelmiş, omuzlarında birilerinin yükünü, kaygısını taşımış, bazılarına yardım etmiş, bazılarını kurtarmış, dikkatli, bilgili ama o kadar da acılar, ağrılar çeken, kaybettiklerinin acısını avutamayan, haksız zorbalıklara, eleştirilere maruz kalan sevgili kardeşim, biriciğim, bu adaletsiz dünyada sığınağım, ışığım, ocağım, babam, keşke sana yardım edebilseydim. Düşmanlarını yok edebilseydim…
Her şeye katlanan, kendisinden başka herkesi düşünen, güzel yüreklim, yorgun gemim.”
Âdet olduğu üzre şairlerin, yazarların ölümü resmi haberlerde duyurulur. Azerbaycan edebiyatında dabir kayıp yaşanmıştır. Bütün bu resmiliği bir kenara bırakarak söylersek Resul Rıza’nın ve Nigar Refibeyli’nin ölümü, kısa zaman aralıklarıyla vefat etmeleri, hakikaten edebiyatımızın ağır kayıplarıdır. Ama şunu da itiraf edelim ki, onların yaşamları, ölümleri hakkında yazılmış “Sizsiz” edebiyatımızın kazancıdır. Anar’ın kaleminden çıkan kazancı…
Sonbahar, daha kış değil…
Rakamların insan ruhuna etkisi gariptir. Bazen çok büyük rakamlar insanı korkutur, telaşlandırır, bazen de rahatlatır, sevindirir. Ama bazen de inanmak istemezsin rakamlara. Hayat sayacına bakarsın, hayretten gözlerin büyür…Belki, seni karabasan basar?! Bu yıllar ne hızlı geçti…
İşte bugünlerde o müzik mektebinin önünden geçerken hatırlamıştın örgülü güzel kızı, sınıf arkadaşını! İşte ne kadar geçmiş üstünden? Hiçbir şey!
Sanki dün gibiydi… İri saatini koluna takıp ilk defa okula gitmenin, annenin eteğinden tutup, “Gitme, sen de otur yanımda” demenin… O kızı da ilk defa orada görmüştün. 1945 yılının sonbaharında! Dünyanın savaştan kurtulmasından topu topu birkaç gün geçmişti. Kazanan ülkenin şanslı çocuğuydun! Radyo dalgalarından duyduğun debdebeli sözler şimdiki gibi aklındadır…O zaman sinema da siyah-beyazdı ya… İşte şimdi de o yılları hatırladıkça her şey film şeridi gibi geçer gözünün önünden: Önce sıraya oturmuştu o uzun örgülü kız, güzel kız! Çalışkandı! Yoksa onu nereden hatırlayacaktın ?! Ya işte çalışkanlar levhasındaki fotoğrafı da sen çalmıştın… Kaç yıl geçmiş bak! Hiç inananasın gelmiyor bu rakamlara…Yani bu kadar zamanda hiç etkisini kaybetmedi mi gönüldaşın?! Konservatuarın basamakları, telefon edip astığın telefon ahizesinin rengi,’’evet’’ cevabı alır almaz koşup gitmen, annenin isteme hazırlıkları, hepsi capcanlı hatırında… Valla, sanki dün gibiydi !
Zaman gerçek sevgileri büyütür, derinleştirir, zenginleştirir. Muhabbet de büyür, şüphesiz… Yıllar geçtikçe sevginin bazı yönleri zayıflar, yerine yenileri yetişir. Çılgınlık kaybolur, belki, daha çocuk gibi düşüp kalkmaz, sık sık küsüp barışmaz, yaramazlık yapmaz, kıskanmazsın… Ama sevdiğinle kendi aranızda, daha yeni derin, daha olgun bağlar oluşur. Hayat yoldaşı, sevgili, dost, arkadaş, hepsi bir kişide birleşir!
Ve bir de hatıralar! İşte sayacı da yılların sayacını da yalancı çıkaran hatıralar olur, bence… Çünkü daha çocukluktan sevdiğin, aile kurduğun, yıllarca bir çatının altında yaşadığın kişi seninle beraber büyür, bütün o hatıraları da beraber yaratırsınız, kısacası, sen yaşamaya karışır, zamanın farkında olmazsın hiç. Ve bir gün takvime bakınca irkilirsin!
Anar’ın hayat arkadaşı Zemfira Hanım’a hasrettiği şiir de işte bu hislerle yazılmıştır. Şairliğini “bir oradan bir buradan tutan yolunu kaybeder”diye nitelendiren yazarın bu duygularını şiir yoluyla ifade etmesi şaşırtmaz. Elbette, bu konuda hikâye de roman da yazılabilirdi. Ama öyle duygular var ki onlar saf şiirdir. Bence bu şiirin asıl önemi mektup tesirinde olmasıdır! Anar sanki bir şiir yazmıyor, sadece hanımıyla dertleşiyor. Kırk yılda yaşananlardan, duygularından, sevincinden, kaderinden, hatıralarından, geleceğe dönük arzularından… Sakin, patırtısız, heyecansız, iddiasızca anlatıyor, sonunda şiir ortaya çıkıyor!
Gerçek şahsiyetlerden, tarihte olmuş olaylardan bahseden eserler, büyük ilgiyle karşılanır. Bu şiirin de asıl özelliği kahramanların herkes tarafından tanınmış olması, meşhurluğudur.
Yazar Anar ve hanımı, müzik alimi, profesör, Azerbaycan Millî İlimler Akademisi’nin önemli kişisi Zemfira Seferova… Her ikisi de tanınmış, yetenekli, fevkalade simalardır! Ve aslında, böyle meşhur insanların hem de yarım asır birlikte olması, ailelerinin dayanıklılığı insanı güzel manada şaşırtır. Çevreden, cemiyetten uzak, bütün dedikoduların, yalanların, iftiraların dışında tutup, aileni koruyup, muhafaza etmeye, karşılıklı hürmet, muhabbet beslemeye ne var ki! En zoru da şuydu: Hem insanların, halkın içindesin hem de herkesten uzak, herkesten koruduğun bir kaleciğin var… Ve sen Nazım Hikmet’in dediği gibi, sabah vakti işine, akşam evine sevinerek gitmek için çok şeye hazırsın! Belki de, bunların hepsini rakamlar belirler, şiirin de tam kırk yıl sonra yazılmasının esas şarttır, belki, bütün bu koruma tecrübeleri yıllarla ortaya çıkar… Ancak herhâlde, şimdi, bu zamanda, “karakterimiz uyuşmadı” bahaneleriyle dağılan bir yıllık ailelerin zemininde şiir çok mucizevi, ama samimidir de.
Eserin yazarın kaleminden çıkması da ilginç bir durumdur… Hazin, yumuşak bir hikâye de var bu şiirde… Hem de hareket var, heyecanın zik zak biçiminde artıp azalması da açıkça görülür. Yazar, sevdiği hanımla beraber dünyaya bahşettiği namuslu, liyakatli, alnı açık çocuklarından söz ettiğinde ne kadar sakin, yumuşak sözlerle konuşuyorsa “1945 yılının sonbaharında seni ilk gördüğüm gün nasılsan, öylesin. Söyle bunun sırrını, nasıl böyle kaldın sen ?’’dediğinde de o kadar sıcak, heyecanla ifade ediyor hislerini…
Zemfire Hanım “Sonrası Yaşanılır” adlı hatıra kitabında şöyle yazar: Bu eserde, benim Anar hakkında, bizim ilişkimiz hakkında şunu söyleyeyim demem, hiçbir şey yazmamam demektir. Kalemimin bunun için çok zayıf olmasından korkarım. Bunu Anar’ın kendisi yazmalıdır, fakat kuşkusuz o da kendisini yazamaz…’’
…Aslında,