Pervin

Anar'ın Dünyası


Скачать книгу

hayatın kanunu, yalnızlığın kaçınılmazlığı, doğallığı öne çıkmış meseledir. Yine yalnızlık sonbahar vakti damın akması kadar sıradan bir iştir. Elbette Anar’a için. Resul Rıza ise “Nasıl böyle sükûtu dinlemeye varır ömrümün günü” diye düşünür.

      Anar, Resul Rıza’nın yaratıcılığına hasrettiği “Mücadele Bugün de Var” kitabında şöyle yazar:

      “Putlar yıkıldıktan, ideallere inancı kırıldıktan, ilk gençlik yıllarında buldukları birçok hakikat berbat olduktan sonra bu aldanışların acısını yazmak için kader Resul Rıza’ya daha fazla süre verdi. 71 yıllık ömrünün son gününe kadar kalemi elinden bırakmadı, hem kendinin hem çağdaşlarının hem de soydaşlarının, hem cemiyetin, yapının ters, musibetli, azap ve ıstırap dolu yolundan, farklı insanların facialarından, mutsuz talihinden söz eden nice nice eserler yazdı.”

      Bence her üç sanatçının yaşadığı, hissettiği acıları, yalnızlığı veya gözlemledikleri haksızlıkları, karşılaştıkları adaletsizlikleri ifade etmek, acılarını hafifletmek için asıl vasıta yazmaktı. Bütün sanatçılarda olduğu gibi sanat gerçeğin ve hayatın zor, ıstıraplı yönlerinden kurtuluştu sadece… Hem işte bütün bu saydıklarım asıl edebiyatın ortaya çıkması için gerekliydi. Resul Rıza “ Akşamlar keder getirse böyle, karanlık gece can sıksa da, yine gereklidir, yine arzu edilendir” der. Sadece bu karanlıkları aydınlatmanın yolunu herkes bir şekilde yapıyor. Resul Rıza’nın, Nigar Refibeyli’nin, Anar’ın ışığı ise kalemlerinden gelir!

      Ömrümün Yüz Günü

      Şiirlerinin birinde Anar “Yazar hayatının iki vakti var: Yaşama zamanı ve yazma zamanı” der. Bazen bu zamanlar birbirine karışır ve nasılsa bir an gelir ki yazar ne yaşadığını ne yazdığını ayırt edemez.

      Yaşananlar yazılmış veya hâli hazırda kaleme alınmış bir esermiş gibi gelir insana, yazılanlar hayat kadar gerçek olur. Bence Anar’ın ömrünün yüz günü ana ve babasını kaybettiği, 1981 yılındaki yüz gün sadece böyle ortak bir zamandır. Yaşamakla yazmanın kesiştiği, birbirini sıkıştırdığı zamandır.

      …1981 yılında Anar bütün bu hadiseleri, hisleri, acıyı, kederi, korkuları da yaşaya yaşaya yazıyordu. Kafasında, kalbinde, iç dünyasında yazıyordu. Sonra her şey bitti, tükendi! Ve bir sonraki iki yıl süresince “Sizsiz” hatıra romanını yazarak yeniden yaşadı o yüz günü!

      “Sizsiz”i roman olarak da adlandırabiliriz, felsefi inceleme yazısı, anı da ya da mersiye de sayabiliriz. Azerbaycan’ın iki büyük şairi Resul Rıza ve Nigar Refibeyli’nin hayatları, hastalıkları, ölümleri hakkında bir hatıra romanı. Fakat sadece şairler değil, Anar’ın babası ve annesi hakkında…

* * *

      “Sizsiz”i felsefi bir inceleme yazısı demem abes değildir. Eserin hemen hemen her cümlesi düşünmek, araştırmak, bir şey anlamak, hissetmek için bir temadır. Romanın esas cevheriyse yazarın ruhudur. “Kalemi kanayan” yazarın yüreği de kan ağlar, bu acı, keder, hüzün çok çok derinlerden gelir… Ve burada yazar ile okuyucuyu yakınlaştıran, kardeş eden yalnızca genel ağrıdır, kederdir. Çünkü herkes er ya da geç bu duyguları yaşar, böyle kayıplardan geçer.

      Karakteri içe dönük olan, kendi içinde yaşayan Anar bu eserinde açıkça konuşur, hiçbir şey gizlemez:

      “Ama ben bu yazıda sadece herhangi bir yalanı kalemimin dört yanına bırakmayacağım, ne bir şey gizlemek, ne bir konuda susmak, hangi bir sezgininse üstünden geçmek de istemiyorum.”

      Dostlarının, kardeşinizin “Sizsiz” hakkındaki sözlerini öğrenince şu fikirlerin belirdiğini görürüz. Ferhat Bedelbeyli’nin dediği gibi “ Sizsiz kitabı başka bir Anar’dan haber verir, iç dünyasını, duygularını, korkularını, okuyucusuyla cömertçe paylaşan Anar’dan kendisini zayıf veya güçlü hissettiği meseleleri çekinmeden itiraf eden yazardan…”

      “O bütün varlığıyla, canıyla, kanıyla ana-babasına bağlıydı. Manen, ruhen, psikoloji, profesyonel sanat açısından da bağlıydı, bu anlamda onlar bir bütün varlık gibiydiler. Ölüm daima gafil avlar… Annesinin dünyadan ayrıldığı gün Anar’ı hatırlıyorum… Evet, o başka Anar’dı. Belki, yeni tanıdığım Anar…” bu düşünceler de Ferhat Bedelbeyli’nindir. Bence, “Sizsiz” in yazarı yalnızca dostları, yakınları için değil, bütün okuyucuları için başka Anar’dı; daima samimi, alçak gönüllü, gerçekçi, dürüst ama aynı zamanda da diğer eserlerinde görülmeyen…

      “Sizsiz” başka hatıra eserlerinden çok farklıdır. Bunun için de bu eserin türünü tam olarak belirlemek zordur, belki sanatlı nesir denilse, daha doğru olur… Fakat bana göre başlıca fark yazarın kendisini nasıl tanıttığıdır. Bir kural olarak hatıratlarda yazarın kendisi eserin kahramanı sayılır. Bütün hadiseler, şu veya diğer şekilde onun etrafında döner, dolaşır. Ve burada en zor mesele objektifliği, samimiliği korumaktır. Yani insanın kendisinin olumsuz davranışlarından, yanılgılarından, eksikliklerinden konuşması ne kadar zorsa bu konuda yazması da bir o kadar zordur. Çünkü insan karakterinde kendisini övmek olmasa da en azından iyi taraflarını seçip sunmak, göstermek meyli çoktur… Bu anlamda Anar benzersizdir, o kendisini olayların merkezi olarak kaleme almaz, cemiyette ondan daha az tanınan kız kardeşlerini ayırmaz, aile fertlerinin her birinde gözlemlediği tesirli, çözümleyici anları belirtir. Kısacası “Sizsiz”in kahramanı bütün bir ailedir. Resul Rıza’nın ve Nigar Refibeyli’nin ailesi…

      Edebiyat tarihimizde kendilerine has yerleri olan bu iki sanatçının aynı zamanda hastalanmaları, çocuklarının telaşı, dostlarının ve düşmanlarının münasebetleri, muhit ve zorlukları, mahrumiyetler, geçmiş ve gelecek, onların arasında yitip giden ‘şimdi’, bütün bunlar, Anar için “araştırma” konusudur. Yazar bir ailenin örneğinde 1960 ve 1980’li yıllarda Azerbaycan’ı, toplumunu, onun yazılı ve sözlü kanunlarını kaleme alır ve bütün eser boyunca çeşitli Anarlar kalemi posta gibi birbirlerine iletirler: Oğul Anar, kardeş Anar, baba Anar, yazar Anar, görevli Anar, filozof Anar… Bu Anarların her birinin yazdıklarından konuşmadan önce bir konuyu özellikle vurgulamak isterim.

      Cemiyette sık sık konu edilen “yazar ailesi” mevzusunda birçok sorunun cevabı “Sizsiz”de bulunabilir. Bu eser “yazar kimsesiz olmalıdır”, “yazar aç kalmalıdır”, “yazar sefil olmalıdır” vs. Bu türden olan birçok anlamsız, yersiz fikirleri alt üst eder. Anar, ideal bir Azerbaycan ailesi modelini yazmakla yani ailesindeki ilişkileri, sevgiyi, hürmeti, terbiyeyi kaleme almakla da kendisinin birçok başarısının, meşhurluğunun, halk tarafından böyle sevilmesinin sebeplerini (elbette başlıca sebepleri değil, sadece temeli, başlangıcı) gösterir. Büyüğe saygı, küçüğe merhamet, insanın ailesinin başında olması, kadının kocasını her yönden desteklemesi, sözde değil, uygulamada da -aile kurumu- işte budur ve “Sizsiz” de gösterir ki bütün insanların yetişmesi için bunların hepsi son derece gereklidir. Ve şimdi Anar’ın karakter olarak birçok yönlerinin kaynağını yalnızca ailesinde, “Sizsiz” de anlattığı mektuplarda, daha doğrusu onlarda ifade edilen ilişkilerde görmek mümkündür.

      Eseri okutan asıl hususlardan biri de işte bu mektuplardır. Yazar, yalnızca ana babasının hastalıklarından, yüz gün içinde ölümlerinden bahsetmez. Onların hayatlarından, gençliklerinden, iyimser, hoş, sevgi dolu günlerinden, mücadelelerinden konuşur ve böylece eserin son