Скачать книгу

bunların hepsi, yalnızca onların hayatlarının değil ölümlerinin de hastalıklarının da parçasısır. Hastalıklara götüren yolu kısaltan sebeplerdir ve dönemin esaslarına göre hakkın yerini bulması Resul Rıza’nın Sosyalist Emek Kahramanı, Nigar Refibeyli’nin fahri halk şairi unvanlarını almalarının sadece ömürlerinin sonunda olması da zamanın acımasızlığının göstergesidir. “Bizi bir yerde görmeseler iyi olur” yazarlarının münasebetlerinin birden bire değişmesi de hepsinin:

      “Azerbaycan halkı kendi şairlerini çok sever.”-dedim. “Özellikle o zamanlardaki hükümet de onları sever.”

      “Sizsiz” den aldığım bu küçük bölümde Anar’ın üzüntüsü, acısı hissedilir. Daha sonraları eleştirmen Besti Alibeyli’ye verdiği röportajda yazar düşüncesini şöyle ifade eder:

      “O düşünceyi biraz duygulara kapılarak yazdım. Çünkü o zaman ansiklopedi ile ilgilenen Resul Rıza’yla hükümetin arası iyi değildi. Beni de “Qobustan”sebebiyle sıkıyorlardı. Sanki etrafımızda bir boşluk oluşmuştu. Hatta dost bildiğim insanlar da sokakta rastladığımda çabucak konuşup gitmeye çalışıyorlardı. Babam da büyük bir yalnızlık içindeydi. Sonra Haydar Aliyev sağ olsun, ona Sosyalist Emek Kahramanı unvanını verdi, eleştiriler bitti, her yerden tebrikler geldi, övgüler işitildi. O zaman bende bu olaya üzüldüğümden “şairi hükümet severse halk da sever”-dedim.

      Bütün bunları okuduğumda insanın aklına şairlerin, yazarların, yaratıcı insanların hele ailesine Allah özel, ayrı bir kader yazmış ve ne kadar acıklı seslenirse bunu sanat adına yapar. O şiirlerin, hikâyelerin yazılması için, “Sizsiz” in yazılması için… Çünkü orada öyle sahneler var ki gerçekte de yaşanmış, öyle olduğu gibi, öyle süssüz-püssüz sanattır.

      “Moskova’da Kursk bölgesinde Bakü treninin karşısına geldiğimde birkaç dakika sonra beni neyin beklediğini bilmiyordum. Hasta babamı mı karşılayacağım yoksa, Allah göstermesin, onun cenazesini mi?”

      İşte bu çocukça sahne herhangi bir filmin en etkili kısmı gibidir. Ya da Nigar Hanım ile Resul Rıza’nın son görüşmesi. Birbirlerine “Çok iyiyim.”diyerek destek vermeleri… Resul Rıza’nın ömründeki diğer “son”lar; Enver’le son sohbeti, Buzovna bahçesine son gidişi, Nigar’a yazdığı son mektup, son şiiri, son bakışı, yüzündeki son ifade… Ve son! Ve şimdi oğul Anar kalemi bayrağı alıp biraz çocukça konuşur:

      “Hiç bir şekilde aklım almıyordu, yarım saat ya da bundan bir asır önce bizimle bak şurada, bu oda, bu masanın arkasında oturan, konuşan, yeni kitabının sayfalarını çeviren, Nigar’ı soran, eldivenini giyen, ayakkabısının bağını bağlayan adam, benim için dünyadaki-insanların en önemlisi, babaların en iyisi benim babam, artık yoktur, sonsuza kadar yoktur, bir daha hiçbir zaman da olmayacak.”

      Buradaki “babaların en iyisi benim babam” sözlerinde çocukça, kırılgan, isyankâr bir çocuk belirir. Sanırım, herkes kendi babası hakkında düşündüğünde, konuştuğunda çocuklaşır ve yazar bu duyguları samimi bir şekilde ifade eder. Resul Rıza’nın ölümüyle başlar o uğursuz yüz gün. Yüz günlük tereddüt, yüz günlük beklenti, ölüm nöbetinin, Nigar Hanım’ın ölümünün beklentisi. Anar ve kız kardeşleri babalarına yas tutarak hasta annelerinin derdine derman bulmayı düşünürler, Moskova’dan hekimler çağırırlar. Ama kaderin buyruğudur Hekimler gelip sadece vaktinin az kaldığını söylerler ve Fidan Hanım ve Terane Hanım’ın söylediği “kendini çarmıha germe” bundan sonra başlar. Nigar Hanım’a Resul Rıza’nın iyi olduğuna inandırmak için çok çaba harcarlar. Bazen ‘Selam’ını, bazen gönderdiği gülleri bazen de yeni şiirlerini getirirler ona. Hem de bunları yürekleri kan ağlayarak, içinde baba acısını taşıyarak yaparlar.

      …Yazımın öncesinde yazarın kendisi hakkında çok konuştuğunu, kendini kahramana dönüştürmediğini vurgulamıştım. O bunu açıkça da belirtir:

      “Ama o zaman kitap kendim hakkında kitap olurdu. Benim duygularım, düşüncelerim, iç dünyam hakkında… Ben ise şimdi kendim hakkında yazmıyorum, onlar hakkında yazıyorum.”

      Bununla beraber, eser boyunca bir anda Anar’ın kendi duygularından, duyduğu heyecandan söz etmesi, çocuk heyecanını dile getirmesi çok etkilidir ve bunların her birinde ayrıca edebi eser konusu, yükü var.

      “Belli ki o gece, Mart’ın 24’ünden 25’ine geçen gece, Ağdam misafirhanesinin azıcık sıvası dökülmüş, rutubetli odasında geçirdiğim o gece, hayatımın en korkunç gecesiydi. Hatta babamı kaybettiğim günün,1 Nisan gecesinden ve annemi kaybetiğim 10 Temmuz gecesinden de korkunçtu. Ben onları bu gece, sadece bu gece, hem de ikisini birden yitirdim.”

      Bu düşünceler bir insanın hastalık, ölüm, kader karşısındaki güçsüzlüğüne, zamanın acımasızlığına teslim olması hakkındadır. Açıkçası, o gece, misafirhanede yalnız kalıp herşeyi düşünüp derinliğine dek anladığı gece Anar, kaderin kaçınılmaz fermanıyla barışmıştır. Bunun için de kayıplar, iki büyük ölüm karanlık, o gece başlar.

      Nigar Hanım ömrünün sonuna kadar eşinin ölümünden habersizdi. Bunu ondan gizlediler. Onsuz da dermansız hasta olan kadının acılarını artırmamak için. Bu davranışın sebebini de yazar kendine has samimiyetle açıklar, terddütlerini de gizlemez:

      “Gerçeği söyleseydik, sadece bu bir ay annem için korkunç acılar içinde geçerdi, belki, o kalan kısa ömrü de yarıya inerdi. Onsuz da az kalmış günlerinin sayısı bir hayli azalmıştı. Biz doğru olanı yapmıştık. İnsaflı bir karar vermiştik. Ama… Fakat herhâlde… Herhâlde… Herhâlde…”

      Yazarın ifade ettiği şekilde söylersek “yalnız ömürlerimizi değil ölümlerimizi böyle düzenleyenler” muhitinde, cemiyetinde birçok şey bulanıktı ve bu “ölümden sonraki” kesifliği yazar, hem babasının hem de annesinin defin merasimlerinin tasvirinde belirtir. Ama bütün bu durumlar insanı acıtan, derin bir keder duygusundan ayıramaz, uzaklaştıramaz. Nigar Hanım’ın ölümüyle boşluk tamamlanır.

      “Yüz günün içinde ikinci defadır tabutun ağırlığını omuzlarımda hissediyordum. Cenazeyi Hakani Sokağı’ndan götürüyorduk. Bu sokak ömrümün bin bir hatırası ile ilgilidir.”

      Daha sonra bu sahneler Anar’ın “Bakümün Sokakları” şiirine yansır:

      Babamın tabutunu, annemin tabutunu

      Omuzumda taşıdığım

      Sokakların matemi…

      …Nigar Hanım’ı ömür boyu tehdit eden tehlike, soyu, ailesi sebebiyle karşılaşabileceği mahrumiyet, sürgün, ceza ölümünden sonra “icra edilir”…

      Yazar, Nigar Hanım’ın ömrünü, ölümünü, son menzile varmasını kısa ama çok etkili bir şekilde ifade eder:

      “İnsanlık, kadınlık, annelik borcunu sonuna kadar yerine getirdi…

      …Ve şimdi ölümünden sonra, kocasının ölümünden sonra ve kendi ölümünden sonra, hayat yolunun sonuna kadar gelip, borcunu sonuna kadar ödeyip yine ailesinin yanına döndü. O insanlar ki kırk yıl önce onlardan ayrılıp başka bir hayata gitmişti. Yine dönmüştü aziz, kardeş Refibeylilerin içine, ince bir muhabbetle sevdiği insanların arasına, yanında annesi, ninesi, dayısı, dayıoğulları.”

      …Onu hayat arkadaşının yanında gömmeye izin vermiyorlar. Yalnızca bu olayı düşününce Sovyet devrinin bazı acımasız amansız kanunları anlaşılır. Ama yazarın da belirttiği gibi o yeniden Refibeylilerin içine döner.

      Nigar