ne kadar zordur… Çünkü çocukluktan, yeniyetmelikten beklentileri, istekleri değişmişti. Enver Memmedhanlı “İki ömrün Işığı” kitabının ön sözünde şöyle yazar:
Çocukluk yıllarımızın en büyük arzusunu hatırlanmaya çalıştığımda hafızamda kalan şuydu: Bizim en büyük arzumuz seyahat etmekti. Bir keresinde Gökçay’ın üst tarafındaki Boz Dağ’a yemliki turşeng 5 , quşeppe 6 toplamaya gittiğimizde bir tepenin başından uzaklara bakarken Resul bana “hiç kimseye söyleme, yakında evden kaçarız, başımızı alıp gider, bütün dünyayı gezeriz demişti”
Başını alıp gitmek, bütün dünyayı gezmek arzusundaki bir gencin şiirde belirtiği gibi sıkılması, sınırlar içine girmesi, yalnızlık, kimsesizlik hislerine tesir etmeyebilirdi. Aynı zamanda şairin birçok şiirinde satır altında ifade ettiği biçimde, geçmişinin daha doğrusu han soyuna mensup olmanın yarattığı baskılar, maniler de diğer yandan:
Heyhat!
Yine geldi kemikler,
Kemikler bentlendi.
Kemikler kementlendi,
Kemikler
Bırakmadı ileri.
Sonra neler oldu neler!…
Buz dağları gibi sıktı beni
Hayat adlı, ömür adlı mengeneler,
İster “Sıkıntı” isterse de “Toprak Olmuş Kemikler” şiirlerindeki keder, acı, hayatın kuralıdır, dersek yanılmayız. Ömür boyu “Toprak Olmuş Kemikler”in (Yani ölmüş akrabalar) cevabını, hesabını vermek, “nadan kaleminden dökülen” yazılardan sıkılmak” “buz dağları gibi sıkan, ömür adlı mengeneler”in içinde yaşamak vs. Fakat Nigar Refibeyli ve Resul Rıza için bütün bunlar -sıkıntılar, korkular- sonradan oluşmuşsa da, Anar bunların arasında dünyaya gelmiştir. Gözünü açtığında çevresi, hayatı, insanları bu durumda görmüştür. Belki de bunun için Anar’ın yazılarında bütün bu konular daha tabi, yani bir şekilde hayatın kanunu olarak ifade edilir. Yalnızlık insanın tabi hâlidir. Anar’a göre insan başkalarına benzemiyorsa sessizce kendine dönerek de yaşayabilir ve sıkıntı, korkular hayatın bir parçasıdır, dert değil, şikâyet konusu değildir. Bir yandan boşalan dünya, diğer yandan dolar. “O gecenin sabahı” hikâyesinde olduğu kimi. Her gece endişe içinde komşu kapılarının dövülmesini dinleyen komşular, daha doğrusu, 1937 yılının “sakinleri” yeni bir bebeğin dünyaya gelmesini de birinin gitmesi biçiminde yanlış algılarlar:
“Murat:
-Kötü niyetli olmayın, dedi. Cankurtarandı, Feride’yi doğumevine götürdük. Bu gece oğlum oldu.
Tavus elini alnına vurdu, Aaaa, yaaa, dedi. Tamamen unutmuşum. Feride, doğru karnı burnunda geziyordu.
Züleyha:
– Gerçekten yaa, hiç aklımıza gelmedi, dedi. Allah korusun. Allah ömürler versin. Anasıyla, babasıyla.
Civanşir nedense sarardı. Acele sigara çıkardı. Sakine nedense kızardı. Başını aşağı indirdi.
Takırtı işitildi, fırça Beşir’in elinden kayarak düştü.
Surhay:
“Gözün aydın, tebrik ederiz” dedi ve acele çıkıp gitti.”
Yazar kendisinin de belirttiği gibi, halkın hafızasına tek renk kazınmış olan, tarihe farklı bakış açısıyla bakar, yalnızca günahsız insanların katledilmesine değil, yeni insanın doğumuna da dikkat çeker. Aslında burada da sembol vardır. Yazar sadece güzel veya sadece kötü düşünceler taşımanın tabi olmadığına dikkati çeker. Yalnızca bu detay, yani sadece iyinin değil kötünün de varlığı veya tam tersi sadece kötünün değil, iyinin de varlığı (İster zamanda, ister çevrede, isterse de insan karekterinde ) Anar yaratıcılığının asıl dikkati çeken taraflarından biridir. Yalnızlığın kendisi de bu eserlerde tek bir mana ile ifade edilmez. Bu konuda “ İyidir, kötüdür”, ”doğrudur, yanlıştır”, “üstünlüktür-anlaşmazlıktır” gibi müspet bir fikri söylemelidir. Fakat Resul Rıza’nın şiiirlerinde yalnızlık, kimsesizlik ne kadar gizliyse ima ile verilirse bile, gerçekte muhitle ve bazı olaylarla ilgilidir. Bu insanın tabi hâli, kaçınılmaz talihi değildir. Şair “Genç İşçide” adlı şiirinde kaybettiği dostlarından ve kendi yalnızlığından bahseder:
Şimdi sen yok,
Müşfik yok,
Mikayil yok,
Faruk yok,
Samed yok,
Eli Nazim yok, Mehdi yoktur.
Yalnızca, nasıl döneyim o günlere,
Nasıl geçeyim o yolu?
Şairin şiirinde yalnızlığı yaratanın sadece dostlarını kaybetmesi olduğu görülür. Onların varlığı bu kederi kovar, o hatıralara dönüp kendisini mutlu hissetmesine sebep olabilir. Anar nesrinde insan dostları, kardeşleri arasında da yalnız ve kimsesiz olabilir. Yine Resul Rıza’nın meşhur “Kime diyeyim derdimi?! // Dünya dolu insandır” sorusu Daha çok Anar’ın kahramanlarının yalnızlığını ifade eder.
…Ve o kahramanlar bazen kendi yalnızlıklarına tamamen başka, farklı vasıtalarla, denilebilir ki, sadece radyo dinlemek veya tanımadığı bir kişiyle dertleşmekle nokta koyabilirler. Mesela “Ben, Sen, O ve Telefon” hikâyesinin kahramanı Seymur, dostlarının kardeşlerinin arasında yalnızdır. Veya “Ak Liman” povestinin kahramanı Nemet, ailesi, çocukları, zengin bir hayatı, başarılı kariyeri olmasına rağmen yalnızdır, tekdüze, ışığını yitirmiş bir çevrenin içerisinde yalnızdır. Ve bu yalnızlıktan onu ne gürültülü patırtılı aile meclisleri ne de neşeli, sevgili kızları kurtarabilir. Sadece bir telefon, Tehmine’nin telefonu bembeyaz limanda kırmızı gemilerin varlığına inandırır onu:
– İzin verirsen rüyamı anlatayım, sen de onu yor.
– Anlat:
– Ben bu rüyayı sık sık görüyorum. Aynı rüyayı. Biraz önce sen telefon ettiğinde de görüyordum. Deniz sahilinde olduğumu görüyorum. Açık, aydınlık bir gün. Sahil bomboş. Tek başımayım. Yapayalnız. Deniz masmavi. Uzakta, ta uzakta ufuk çizgisi civarında ak bir liman görünüyor ve bu ak limanda kıpkırmızı gemiler durmuş.
– Garip bir rüya. Çok sağol, sevgilim. İyi geceler değil, iyi sabahlar. Affet beni.
– Sen de sağ ol. Dördüncü düğme unutma”
Burada sembol olan “dördüncü düğme” aslında yazarın birçok eserindeki çıkış yoludur. Ya da en azından hafifleştirme yöntemi de sembolik olarak verilir. Nemet Tehmine ile konuştu dördüncü düğmeye basıp tekdüze, ışıksız hayatının küçük bir modeli olan teyp bandını bozdu ve sessizleşti, gidip yattı. O zaman uykusunda ak limanı, kırmızı gemileri de gördü.
Yalnızlığın Resul Rıza ve Anar’ın sanatındaki muhtelf yansımalarını gördükçe, derinine indikçe Nigar Hanım’ın şiirindeki aynı duygular daha zarif ve biraz da hafif gelir insana. Resul Rıza da yalnızlık kendisinin talihi, muhitin sınırları, dost kaybı, aynı zamanda yenilikçiliğinin hiç de daima tek anlamlı bulunmamasıyla, çeşirli saldırılarla, gammazlarla ilgiliyse de Anar’ın belirttiği