boyun eğdirmişti.
Kunanbay, bu topluluğa, kendi aralarındaki birliğin kazanç olduğunu iyice öğretmişti. Irğızbay boyu bunu anladıktan sonra zenginleşmişti…
Son dönemlerde içten içe tamamen çekişmeli olan biri diğerine ortak kadınlar da memnuniyetsizliklerini ifade edemez duruma gelmişlerdi. Bunların yaşlısının da gencinin de sesini, ya kaynı ya beyi ya da evladı evden dışarı çıkarmadan kesiyor, bastırıyordu. Daha da olmazsa bu kadınları ya beyine yahut haşarı bir kaynına dövdürüyor, böylece “ibret-i âlem olsun” dedirterek başkalarını daha da ileri gitmekten alıkoyuyordu.
Bütün ittifakı bu şekilde Kunanbay’a bağımlı kılan yirmi oba tam bir kurt sürüsü gibiydi. Kalabalık Tobıktı içindeki en kuvvetli ve en sağlam topluluk olmalarının sebebi de buydu. Küçücük muhitleri sımsıkı olunca onun etrafındaki akrabalardan Topay, Torğay, Kötibak boylarını da kendi ittifaklarına çekmiş, bastırarak yönetimleri altına almışlardı. Anet, Juvantayak, Sak Toğalak, Kökşe gibi nüfusu çok yiyecek hissesi yok boyları da beslenmeye alıştırarak kendi etraflarına paravan yapmışlar, bir dediklerini iki ettirmiyorlardı. Irğızbaylardan birileri böyleleriyle tek tük hısımlık ve uzaktan akrabalık bağları kuruyor, “uzun atkı, geniş bukağı” düğümlüyordu. Bazen özellikle kendileri dürtüyor, bir belaya bulaştırıyor, tekrar bundan kurtararak onları kendilerine gebe bırakıyorlardı.
Az obalı Irğızbay boyunun en azından yirmi boy içinde samimiyet, yakınlık, hısımlık, arkadaşlık şeklinde tuzaklarının örtüsü olacak bastırıcı ve kıyıcı ilişkileri vardı. Yapa yalnız Kunanbay’ı Kunanbay yapan şartlar böylesi çetrefilliğin içinde oluşmuştu.
İşte! Irğızbay boyunun bu topluluğu Kunanbay’ı çevreleyerek at sürerken: “Nereye göçüyoruz”, “niye göçtük” gibi bir soru dahi sormuş değildi. Alışkanlıklarına uygun olarak “bize kötülük yapacak, zarara sokacak değil ya! Önümüzdeki günlerde görürüz nasıl olsa” diye düşünüyorlardı.
Kendisi acele etmeden gitse de arkadan gelenleri kısa adımlarla koşmaya zorlayan uzun doru at, gayri ihtiyari, topluluğun tamamını tırıs yürütüyordu. O zaman dahi tam ortadaki doru atın başı ile boynu diğerlerinden öne çıkıyordu. Koşturarak giden topluluk telaşsız doru üstündeki iri vücutlu Kunanbay’ı namazdaki imam gibi öne çıkarıyordu. Tek tük gençlerin atlarının başı ansızın ileri geçse yanlarındaki büyükleri hiddetlenerek bağırıyor “dizginle, gerile” deyip geri çektiriyordu. Kunanbay tek gözü ile sağını solunu kolaçan ediyordu. Topluluk içinde Irğızbay olmayan kimse yoktu. Her birinin obasında “konu komşu”, “hizmetçi, uşak”, “ecnebi, devşirme, girme” denen yabancılar olsa bile onlar bu topluluğa giremezdi. Onlar sahibinin ağzıyla konuşurdu, ama asla sürüye girmiş değillerdi… Kunanbay çevik bir şekilde giderek topluluğu maiyetine almış, göçün önüne düşmüştü.
Giderken yirmi obanın önde gelen yirmi kişisine Şınğıs içindeki hangi bağa ve hangi kışlağa ulaşıp çatı çatacaklarını söyledi. Sözleri, müşavere değil, karar idi. Belirttiği; kesip, biçip verdiği; emir ile buyruk idi…
Irğızbay boyunun göçtüğü yoldan, altı gün sonra, daha başka bir sürü göç geldi. Bunlar Bökenşi ile Borsak boylarının göçleriydi. Bunlar da Kızılşokı’dan geçip Şınğıs’a girmek üzereydi. Sürülü göçler değildi. Ama göçen halkın nüfusu çok idi. Yığılıp toplanarak değil, dağınık bir hâlde ölçüsüzce yayılarak kendi başlarına geliyorlardı. Göç yanında at binen kişiler de azdı. Her göçte sadece tek tük erkekler ile göçün önünden giden yaşlı hanımlar at üstündeydi. Bunların dışındaki çoluk çocuk ile yaşlı ve genç hanımların çoğu yük taşıyan develere binmişti. Yılkı sürülerini otlağa ya da ortakçıya göndermiş, sadece kışa tahsis edilen biniti tasarrufuna almış halklara benziyorlardı.
Az da olsa taylaka30 veya öküze binmiş erkekler de vardı. Kalabalık halk içinde yalnızca iki üç obanın göçü diğerlerinden başkacaydı. Bunlar Bökenşi boyundan Süyindik ve Sügir’in göçleri ile Borsak boyundan Jeksen’in göçü idi.
Süyindik, Sügir ve Jeksen gibi yaşlı genç yaklaşık yirmi kişi biraz ileri çıkmış, bu göç kafilelerinin önünden geliyordu. Bu toplulukta nükte de, gülüşme de, sohbet de yoktu. Hepsi kürk ve kaftan giymiş olan huzursuz topluluğun görünüşü de şimdiki güzün huzursuz ve esef verici havası gibi yarı karanlık ve keyifsizceydi. Özellikle Süyindik, Sügir ve Jeksen küplere binmiş gibiydi. Halkın çoğu yalnız Süyindik’in ağzına bakmakla birlikte, o usulca:
– Gidelim bakalım! Yüz yüze görüşelim. Cevabını kendi ağzından işitelim, demişti.
– Ne olursa olsun, gidelim bakalım!
– Hangi hakikate, hangi geleneğe sığdırmış? Kendisinden işitelim, diyen Sügir ile Jeksen de onun bu fikrini desteklemişti. Bu topluluktaki çiftçi gençler de yaşlılar da boğazlarını düğümleyen bir öfke içindeydi…
Kunanbay güzlükten erken göçünce diğer halklar da alışılmışın dışında güzlükteki hasadı erkenden toplamış ve yollara düşmüştü… Kunanbay, yaz boyunca, Bökenşi ile Borsaklara güler yüz göstermemiş, kırgınlık ve küskünlük içinde karışık duygular sergilemişti.
Süyindik bundan kuşkulanarak, o gün, Böjey ile müşavere yapsa da aklındaki sorulara cevap bulamadan dönmüştü.
O yüzden yaylaya daha geç gelmiş olsa da erkenden ayrılan Irğızbay obalarının nerede gecelediğini ve nereye konmak için hareket ettiğini soruşturarak takip ediyordu.
Irğızbayların aynı atadan akrabaları olan Topay, Torğay, Kötibak boyları da Bökenşilerin arkasına eklenmiş olarak göçmekteydi.
Göçler Şınğıs dağının eteklerine girerken vadiden aşağı doğru iniyor, her biri kendilerinin her yıl kış aylarında kışladığı bölgelere yöneliyordu. Bökenşi ve Borsak boylarının Şınğıs içinde kışladığı alanlar o kadar da geniş değildi. Bu alanların ortası Jeksen kışlağı olan Karaşokı idi. Baharda Kodar’ı asarak öldürdükleri yer…
Kimigöçlerivadivadibölerekkendiyollarındangöndermiş olsalar da Süyindik ve Jeksen’in önderlik ettiği erkekler topluluğu birbirinden ayrılmamıştı. Pek çok kalabalık göçü arkalarına takmış vaziyette dosdoğru Karaşokı’nın ormanlı nehrine girmişler ve onu takip ederek aşağı doğru gidiyorlardı. Bir müddet sonra dağ eteğini aşıp Karaşokı bağrındaki yeşil düzlüğe çıktılar. Kodar’ın atıldığı büyük uçurum da görünmüştü… Onun eteğindeki geniş çayırlık bütünüyle oraklanmış, yığın yığın dürülüp toplanmıştı. Bir sürü sığır ve deve Jeksen avlusuna yayılmış, çok otağlı ak oba uçurumdan biraz yukarıya kurulmuştu. Evlerin tütünü yükseliyor, koyunu kuzusu meleşip kaynaşıyordu. Buralar artık Jeksen kışlağı değil gibiydi ve buraya kurulan bu obanın mekânı olmuşa benziyordu.
Uçurumdan beri tarafta, Süyindiklerin tam önünde, kalabalık bir yılkı sürüsü dağılmış vaziyette yayılıyordu. Hem de iki yamaçlı vadinin iki yakasındaki omuzlarında bulunan tümseklere kadar saçılırcasına dağılmışlardı. İçinde al donu ile kulası çok olan bu sürü Kunanbay sürüsüydü…
– “Allah çarptı” desene! Göz bebeğim, Süyindik, efendim! Şimdi ne edeyim, diyen Jeksen’in gözleri yaşardı.
– “Yaylanı düşman aldı, kışlağını ateş sardı” denen rezillik bu olmalı, diyen Süyindik kuru kuruya iç