Muhtar Auezov

Abay Yolu 1. Cilt


Скачать книгу

bin, diyerek annesine vermişti.

      Bu yaşında dağlık yerde at binmek Uljan için de zordu. Yaşı ilerlemiş, vücudu ağırlaşmıştı.

      Uljan Abay’ın hâlini düşününce kendi rahatını bırakmış, arabaya, ninesinin yanına Abay’ı bindirmişti. Kendisi uysal bir doru kısrağa binerek devamlı bu arabanın yakınında gidiyordu…

      Yaylada Kunanbay obasının çoğunlukla yerleştiği alanlardan biri Botakan ocağı idi. Kölkaynar’dan buraya gelip yetişinceye kadar yaklaşık yirmi gün geçmişti. Bu yirmi gün içinde yol boyunca eğreti hasta hâlinden kurtulamayan Abay, ancak yeni yeni düzelmeye başlamış gibiydi. Kendi kendine ayağa kalkıp yürümeye, çıkıp dolanmaya da uygun duruma gelmişti.

      Artık gönlünün de kendine gelmesi, eski çocukluk neşesini ve oyun meşgalesini bulması gerekliydi. Fakat hayret! Bu yıl, özellikle son günler içinde Abay çocukluğun ilginç meşgalelerinden ve meraklarından uzaklaşmış, soğumuştu. Çocukluğundan bütünüyle uzaklaşmış gibiydi. Hastalıktan yeni yeni kurtulmasından mı, yoksa son dönemlerde gönlünü ezerek geçmiş olan ağır sezgilerden ve derin azaplardan dolayı mıydı? Yahut hepten çocukluğun bitmesinden, büyüklüğe doğru gitmesinden miydi? Açıklıkta yokuşa tırmanırcasına çaresiz bir durgunluğa düşmüş gibiydi…

      Bu yıl Abay on üç yaşını tamamlamıştı. Vücudu da biraz gelişmiş, boyu büyümüş, kolu bacağı uzamıştı. Eskiden burnu kümük gibiydi, bu yıl o da biraz uzamıştı. Siması ve genel görünüşü çocuktan ziyade iriceydi, delikanlılık hâline meyletmişti. Fakat daha hâlâ bu görünüşte büyüklük görüntüsü yoktu. Bütünüyle ergen değildi. Zayıflayıp uzayarak kof bir biçimde gerilmiş gibiydi. Bu görünüşü ile güneş görmeden büyüyen, solgun ve upuzun bir bitkiyi andırıyordu.

      Önceden esmerdi, yüzünde biraz da allık vardı. Şimdilerde şehirden dönmüşlükten mi, yoksa hastalanmışlıktan mı, bilinmez bir şekilde beyazımsılaşmıştı. Seyrek kahverengi saçlarının arasından yer yer kafa derisi de görünüyordu. Bu da hastalanmışlıkla gün yüzü görmemişliğin bir işaretiydi…

      Abay’ın bu şekildeki mutat mizacı da kendine bir başka türlü, kendince yaraşmıştı.

      O, at binip gidebilecek duruma geldiği hâlde evden pek çıkmıyordu. Başka çocuklardan farklı bir uğraş, ayrı bir dost bulmuştu. Bu dost öncelikle ninesiydi. Ondan vakit kalırsa annesiydi.

      Abay bunu, ancak bu yıl farkına vararak değerlendirebilmişti. Onun ninesi, bir başka ustalıkta hatip idi. İlginç konuşuyordu. Sözlerinin her yerini hoş kılıyor, meraklandırarak anlatıyordu. Evvela hastalanmaya başladığındaki günlerden bir gün akşam uyuyamadan yatarken ninesinden bir şeyler anlatmasını istemişti. O zaman ninesi, biraz düşündükten sonra:

      – E-e… Gün belli etmeden geçermiş. Eskiden kim geçmiş, demiş ve azıcık şiirleştirerek konuşmaya başlamıştı. Abay bunu öğrenmişti. Bir dahaki sefere sohbetini rica ettiğinde ninesinin dizini usulca ittirerek:

      – E-e… Gün belli etmeden geçermiş. Eskiden kim geçmiş, demiş ve yine bir şeyler anlatmasını istediğini bildirir olmuştu…

      Ninesi eski devirlerle ilgili “Edil ile Jayık (İdil ile Yayık)”, “Jupar Korığı (Leylak Ormanı)”, “Kula Mergen (Tek Keskin Nişancı)” gibi pek çok masal anlatmıştı. Abay, onun sohbetini, göç boyunca sabah akşam dinler olmuştu.

      Geçenlerde daha iyi bir duruma gelince ninesinden başka sözler de öğrenmişti. Bu sözler Tobıktı halkı içinde Zere’nin gençliğinden beri gördüğü ve işittiği konular hakkındaki sözlerdi. Günlerce halkla halkın savaşı, boyla boyun mücadelesi hususundaki pek çok şeyi dinlemişti… Ninesi bundan yirmi otuz yıl önce Naymanların bu ülkeye ve bu soya saldırdığını, o zaman kendisinin büyüttüğü Bostanbek adındaki oğlunun öldüğünü, Nayman askerlerinden biri olan ve bu oba tarafından esir alınan şair Kojamberdi’nin durumunu anlatmıştı… O, Kojamberdi’nin pek çok şiirine hayrandı… Bundan başka “Karaşor Şapkan27gibi çarpışmaları ve nice talanları da anlatmıştı.

      Yine başka günlerde Mamır gibi, Enlik gibi kızların kederlerini de anlatıvermişti. Abay yorulmadan ve usanmadan daima arzuyla dinliyordu. Bazen ninesi yorulup anlatmayı bırakınca annesine yapışıyordu. Uljan da pek çok hikâye biliyordu. O, sık sık ve çoğunlukla şiirli hikâyeler anlatıyordu.

      Okumamış olan annesinin ve ninesinin bugüne kadar öğrendiklerini unutmadan koruyan zihinlerine şaşıyordu. Eski zaman destanları, atışmaları, öğüt verici lâtifeler gibi daha neler neler anlatıyorlardı. İki anasını heveslendirip tekrar anlattırmak için kendisi de bazen şehirden getirdiği kitaplar içinden “Jüsip Zıliyka (Yusuf ile Züleyha)” benzeri kıssalar okuyordu. Nağmeleştirip şarkılaştırıyordu. Yol boyunca annelerinin anlamadığı Oğuz Türkçesindeki sözleri Kazak Türkçesine çeviriyordu. Bu şekilde onları yeniden heveslendiriyor, yine eski hikâyeler anlattırıyordu.

      Ninesi Zere, savaşları anlatırken, o zamanları “halkın başına musallat olan ve uğunurcasına ağlattıran kötü günler” olarak anardı.

      Küçüklüğünden beri masal dinlemeyi çok seven çocuk bu yaz hepsinden fazlasını duymuş, daha fazlasını öğrenmiş gibiydi…

      Bütün ilgisini böylesi anne sohbetlerine vererek yaşadığı günlerin birinde onların evine iki yabancı konuk geldi. Biri yaşlı biri genç, iki kişi! Abay genç olanı tanıyordu. Gördüğü anda seviniverdi. O, bıldır yaylaya gelmiş, bu evde üç gün kadar kalmış, “Kozı Körpeş ve Bayan” destanını anlatmış olan Baykökşe adlı destancıydı. Abay onun yanındaki yaşlı kişiyi tanımıyordu ama annesi çok iyi biliyordu.

      Uljan konuklarla selamlaşıp hâl hatır soruştuktan sonra Abay’a bakıp gülümseyerek:

      – Ya oğlum! Ninenle beni bıktırıyordun! Sohbet ve destan dükkânı, işte şimdi geldi. Bu büyük kişi; şair Barlas, dedi.

      Abay, sadece bir tutam beyazlaşmış sakalı olan, yakışıklı, gür sesli, ak sarı tenli Barlas’ı görür görmez beğenmişti. Bildiklerini içinde saklayan, ses çıkarmadan oturan diğer büyükler gibi değildi. Anında konuşan, neşeli, açık sözlü biriydi. Bu evde uzun zaman kalmış bir oba insanı gibiydi. Abay’a:

      – E, yavrum! “Hatibin konuşması su gibi akar, dinleyicinin kalbi ona düşen kireç gibi yumuşar” derler ya! Konuşmayı da dinlemeyi de seven halk, bizim halkımızdır. Sen dinlemekten usanmazsan, Baykökşe de anlatmaktan yorulmaz, dedi ve genç yol arkadaşına bakarak gülümsedi…

      Mamay boyundan olan Baykökşe’nin obası seyahat sırasında onların obasına katılmıştı. Her yıl, bu şekilde yan yana gelip birkaç ayı birlikte geçirirlerdi. Yaylaya gelip yerleştikleri günden beri yabancı konuklar da geliciydi. Bu konuklardan biri olan Barlas Sıban boyundandı. Yerleşimleri yaylaya yakınlaştığı için her yıl yaptığı âdeti üzere selamlaşmak için oba oba geziyordu.

      Konukların gelişinden evdeki herkes bütünüyle memnun kalınca iki şair de kolay çözüldü. Barlas o akşam yemek pişinceye kadar “Kobılandı Batır” destanını söyledi. Abay’ın, hayatı boyunca Kazak ağzından işitip kitap sayfasından okuyarak öğrendiği en güzel, en tesirli, en güçlü destan buydu. Barlas destanı bitirdikten sonra elini yıkamaya hazırlanırken, Abay:

      – Bunu söyleyen kim? Bu şiiri yazan kimmiş, diye sorarak, deminden beri kendisini mest eden şairin adını bilmek istedi.

      – Bunun aslına “eskiden geliyor” derler, efendi oğlum. Fakat