atının üstünde ayağa kalkar gibi dikilip öne doğru sertçe abanarak:
– E, ne oldu? Kodar ile gelini nerde, diye sordu.
– Kamısbay’ın da içlerinde olduğu beş yiğit tutmuş onları, daha demin götürüyorlardı. Toplantı Jeksen obasında olmalı, dedi ve atını kamçıladı. Cumağul, telaşla uzaklaşıp gitti. Jiyrenşe bunu işittikten sonra:
– Gidelim, görelim! Haydi! Haydi, yürü, demiş ve düşünmesine fırsat vermeden heveslendirip peşine takarak götürmüştü…
Gördükleri az önceki…
Abay şimdi yüz geri etmiş, ormanlı nehri arkasında bırakmış, yel gibi at sürerek kendi obasına dönüyordu. İçi buz kesmiş, nabzı hızlanmış, can damarları zonkluyordu. Öfkeden dehşete düşmüş gibiydi. Kimden, neden ürküyordu? Özellikle babasının… Babasının mizacından, babasının elindeki kandan dehşete kapılıyordu. Kendi babası… Katı, öfkeli babası…
Abay, arkasından yetişmeye çalışan Jiyrenşe’nin sözlerine karşılık vermedi. Nehir boyunca uzanan yamaçlı dağdan da uzaklaşmadı. Tek kişilik patikada ikisi yan yana at süremiyordu. Öne düşen Abay, dörtnala gidiyordu. Mecali kalmayan Jelkuyın ise ikisinin de önündeydi. Yolun elverişsizliği konuşmalarına izin vermese bile Jiyrenşe Abay’ın ardından ayrılmadan peşinden geliyor, durmadan bir şeyler söylüyordu.
O, deminki Jeksen obasında bir iki kişiyle konuşmuş, bir şeyler işitmişti. Bunları anlatıyordu. Hasta bir insan gibi öfkeden titreyen ve yüreği sert bir şekilde çarpan Abay Jiyrenşe’nin bütün sözlerini anlamasa da bir iki yerini açık seçik kavramıştı.
Esasında, bugünkü toplantıda, iki söz ağızdan ağıza yayılmış gibiydi. İkisi de “Kodar’ın sözleri” diye söylenmişti. Birisi evrilip çevrilen bir söz idi de diğeri tam onun sözüydü. Bunlardan ilki Kodar’ı suçlayan söz idi. Bugünkü katı cezanın delili, dayanağı…
Bu, öldürenlerin tekrar tekrar söylediği: “Allah bunu bana yaptı ya, ben de Allah’a yaptım” demesiydi.
İkincisi daha az konuşulmuştu. Fakat bu söz topluluğa doğrudan söylenmişti: Kodar, “ben itsem, siz de itsiniz! Susarsınız da, bayıla bayıla yersiniz” demişti.
Abay’ı çok duygulandıran söz buydu. Bu söz, az önceki kadınların gizli gizli gözyaşı döküşlerini de hatırlattı. Jiyrenşe’nin önünde dörtnala giderken hüngür hüngür ağlayıverdi.
Jiyrenşe, arkasından gelse de Abay’ın ağladığını anlayarak:
– Hey, hey! Haylaz Tekebay! Sen ne yapıyorsun, dedi ve daha da hızlanarak yanına gelmek istedi. Abay, Jiyrenşe’nin doru sakarının başının kendi atının üzengisine yaklaştığını yaş dolu gözleriyle gördü ve kula beşlisini ökçeleyerek daha da hızlandı.
Bu anda ikisi de dağ yamacından kurtulmuş, yazıya çıkmıştı. Abay, kula beşlisinin başını Kölkaynar tarafına burdu, kamçıyı vurdu.
Jiyrenşe’ye gözyaşını göstermek istemedi. O da ardından bastırdı. Fakat Abay’a yetişemedi. Abay, ok atımı mesafesinde uzaklaşırken kendi kendini iyice serbest bıraktı, iç çeke çeke ağlayarak gitti…
Uzun yıllardan beri ağlamış değildi. İçi yana yana hiç durmadan ağladı. Yulaflı ve çayırlı yeşil kırlar, uçarcasına giden beşlinin iki tarafından süzülen taşkın sular gibi göz alabildiğine akıyor, arkasına doğru rüzgâr gibi kayıyordu. Çınlayarak esen coşkulu yel, Abay’ın gözünden akıp iki kulağını ıslatarak geçen kat kat katreleri deminki yulaflar ile çayırlara savuruyordu.
Abay bundan önceki dönemlerinde ne böyle bir duygu yaşamış, ne hissetmiş ve ne de bilmiş değildi. Şimdi bakıyordu da, gözyaşında, insanı bütün varlığıyla kendine doğru çeken farklı ve sıcak bir kuvvet vardı. Büyük uçurumun en yüksek yerine çıktığında bir an obaya doğru düşmek istermiş gibi kendine çeken anlaşılmaz bir güç. Pek çok sezgi, bu çağdaki karman çorman çocuk yüreğinde kasırga olup eser gibiydi.
Bunda, canının alabildiğince acıdığı zulüm altında ölenlere duyduğu merhametlilik de vardı. Öldürenlere öfke ve beddua da vardı. Bununla birlikte, özellikle, birbiriyle çarpışan duyguları; “baba” deyip hakkında kötülük düşünemediği, ancak yine de bu “babadan” dehşete kapılarak korkması da vardı.
Bütün iç dünyasını sarsan, çocuk ruhunu yerle bir eden, şüpheyle titreten bir sezgiydi bu.
Ağlayıp için için yanmasının sebebini; bir an, “medresenin, dinin, halifelerin ‘suçluların günahına bulanırsın’ şeklinde öğretmesi dolayısıyla, sanki bunun affını dilermiş gibi yalvarmanın hüznü” diye düşündü. Ama kendini bu düşünceden çabuk toparladı.
– Bu değil, dedi kendi kendine sessizce.
“Onlar din adına, özellikle, imamın verdiği fetvaya göre yaptı ya bunu! Allah kimi yakacak” diye düşündü. Kendini, ücrada kalmış gibi yapa yalnız, en dayanaksız, en biçare yetim gibi hissetti. İçten içe yeniden büyük ve ağır bir sezginin bükülüp rahatsız ederek gelmesi ve çocuk yüreğine farklı bir şekilde vurmasıyla, o, eskisinden de çok, hem de oldukça çok büyük bir ıstırapla hıçkıra hıçkıra ağlayıverdi.
Bağıra çığıra ağladı. Jiyrenşe’ye göstermemek için, daha hâlâ, uçarcasına hızlı at sürüyordu.
Bu sürüşün etkisiyle miydi yoksa kendi çocuk gönlünün sarsılmasıyla mıydı bilinmez, Abay ağlarken bir ara mide bulantısından çok rahatsız oldu, kustu ha kustu! Midesi dışarı çıkacakmış gibiydi. Ruhu da, vücudu da aynı anda azap içinde kıvranıyordu.
Lâkin o zaman bile durmadı. At yelesini kucaklayarak, sadece düşmemeye özen göstererek hiç durmadan koşturdu.
Abay, Jiyrenşe kendisine yetişemeden Kölkaynar’a yetti, annesinin evine geldi…
Uljan dışarıda duruyordu. Oğlu eve yaklaştığında yüzüne baktı, içi ürperdi. Abay’ın rengi sap sarıydı, çok değişmişti. Bildiği Abay gibi değildi. Uljan “gözüm mü bulanık görüyor” diye düşünerek kirpiğini sık sık kırpıştırdı, tekrar baktı. Gelen Abay’dı! Fakat hepten yabancıladı. Oğlu atını bağlayıp yanına geldiğinde fark etti. Gözü de kıpkırmızı olmuş, pişmişti.
– Oy, Abaycan! Yakışıklım, ne oldu? Birisi mi vurdu, diye sorarken, içinden “babası mı dövdü” diye düşünüyordu. Etrafta başka kimse yoktu. Abay ses çıkarmadan annesine sarıldı, koynuna sokuldu, kendisinin alev gibi yanan başını anasının döşüne bastırdı, yapışıp kaldı. Kendisini kimsesizlikten kurtaracak anası vardı! Onca ağlamanın ardından hıçkırık tutmuş gibiydi. Hıçkırıklarla sarsılan vücudu zonk zonk zonkluyordu. Fakat bu defa Abay’ın gözünde yaş yoktu. Ağlaya ağlaya hepsini tüketmişti. Artık ağlamayacağına, gözyaşını hiç kimseye göstermeyeceğine güvenerek sert bir şekilde yutkundu. Uljan tekrar sordu:
– Doğrusunu söyle! Yakışıklım, ne oldu? Baban mı vurdu?
– Yok, hiç kimse vurmadı, sonra anlatırım… Ana, döşek sersene, yatırsana beni, diyen Abay annesine sımsıkı sarılmış hâlde eve doğru yürüdü.
Sabırlı Uljan bundan sonra hiçbir şey sormadı, üstelemedi. Evdeki ninesini de başka bir kimseyi de ürkütmedi. Abay’ın hâlini kimseye hissettirmedi. Oğlunu büyük ak evin sağ tarafına götürdü, ninesinin yer döşeğini serdi, soyundurup yatırdı, kendisinin