Muhtar Auezov

Abay Yolu 1. Cilt


Скачать книгу

selam vermedi. Bağlıydı. İçinde dinmeden kaynayan öfke ve kızgınlık vardı.

      Kalabalık arasında tek gözü namlu gibi kendisine dikilmiş olan Kunanbay’ı tanıdı. Ona baktı ve boğazı düğümlenerek sertçe haykırdı:

      – Vay, Kunanbay! Allah’ın takdirine ağlayışım az mı geldi sana? Bu kastın nedir bana, dedi. Bunu duyan Maybasar’ın öncülük ettiği dangalak yöneticiler:

      – Kes sesini!

      – Konuşma!

      – Kapat çeneni, diyerek çemkirdiler. Kodar’ın az önce söylediği türden Kunanbay’ı paylayarak söylenen sözleri o güne kadar işitmiş değillerdi.

      Kodar biraz sessiz kaldı. Az öncekiler sustuktan sonra:

      – El âleme maskara edip aşağılayarak şu kör gözünün öcünü benden mi almak istedin, deyince sinirlenen Kunanbay:

      – Çıkartmayın sesini! Yok edin nefesini, diye buyruk verdi.

      Maybasar:

      – Hoşt! Nesepsiz it oğlu it, dedi ve kamçı sallayarak Kodar’ın üzerine yürüyüverdi.

      Kodar buna şaşırmadı, karşılık verdi:

      – Evet, ben itsem, siz de itsiniz! Susarsınız da, bayıla bayıla yersiniz, dedi. O sırada Kamısbay ile deminki dört yiğit Kodar’ı sürüklemeye başlamıştı. Kodar sürüklenerek götürülürken bütün gücüyle haykırdı:

      – Akımı karamı araştırıp bilmediniz mi? Kan içici utanmazlar, diye bağırdı. Kan bürümüş gözleriyle Kunanbay’a döndü ve gözlerini fırlatır gibi baktı.

      Ancak tam o anda boynuna bir urgan geçirildi. Dört yiğit iri yarı Kodar’ı geri geri hızla çektiler, deminki boş alanda yatmakta olan kara atanın sağ tarafına getirip başına çuval gibi bir şey geçirdiler. Beş altı kişi deveyi yıkmış, üzerine çullanmış, hareket ettirmeden tutuyordu. Kodar tekrar lanet okuyacak, bağırıp çağıracak oldu. Ancak arkasından sert bir tekme yemiş gibi eli ayağı sağa sola savruldu. Kodar’ın arkasından çarpan şey ayağa kalkan devenin kaburgasıydı. Bu çarpmadan sonra canını sökerek alıp götürecek dağ gibi ağır bir güç boynuna bastı, demir gibi sıktı, “tırk” ettirdi. Sanki dünya devrilmiş, gelip üstüne düşüvermişti. Gözünde bir ateş parladı, sonra sönmeye başladı.

      Kalabalıkta “çıt” yoktu.

      Kodar’la aynı şekilde devenin öteki tarafına asılan Kamka, devenin kalkmasıyla birlikte bir anda ölüp gitmişti. Onu herkes görüyordu. Kodar ise bir büzüldü bir süzüldü, çabuk ölemedi… Alpçe büyük bedeni her süzülüşünde eskisinden daha fazla uzuyor, genç devenin boyuna denkleşir gibi oluyor, basacakmış gibi yere yaklaşıyordu. Deveyi ayağa kaldırdıklarından beri epeyce bir süre geçmiş olmasına rağmen kalabalık hâlâ konuşmadan seyrediyordu. İki canın ölüm azabını yüklenmiş olan deve de sessiz duruyordu…

      Tahammül edemeyen Baysal, arkasını döndü ve oradan uzaklaştı. Konuşanlar, yalnız çok alçak ses tonuyla konuşuyordu. Karatay fısıldayarak Böjey’e:

      – Ölemedi! Zorlandı efendim zavallı biçare! Şimdi anladım, asil biriymiş yahu, dedi.

      Böjey, iyice atmış benziyle, bunun yüzüne parçalayacakmış gibi baktı:

      – Asilini artık aslan yedi, dedi ve arkasını dönerek gitti.

      Meydandaki halk fısıldaşıyordu:

      – Ölmedi, hâlâ ölmedi, diyorlardı.

      Kodar’ın vücudu, gerçekten de hâlâ kıpırdar gibi titriyor, arada sırada büzüşüp tekrar düşüyordu.

      Kunanbay, halkın fiskosunun arttığını fark etti. Öldürmekten de eziyet çeker gibi sağ koluyla sert bir işaret yaptı, “deveyi çökert” diye buyurdu.

      Deve çökünce Kamka serilip kaldı ama Kodar ölmemişti, bükülerek düştü. Bu arada Kunanbay, halkın aklını başına toplamasına fırsat vermeden yandaki uçurumu göstererek:

      – Alıp çıkarın şunun başına! Oradan atın kâfiri aşağıya! Bitsin bununla, dedi.

      Deminki Kamısbay ile yiğitler Kodar’ı ses çıkarmadan boylu boyunca devenin üstüne yatırdılar, halatla bağladılar ve dağ başına yöneldiler. Bu uçurumun arka sırtı düzlüktü. Alabildiğine geniş ve çayırlı bir düzlük…

      Bekleyen kalabalık içinden tahammül edemeyenler birer birer uzaklaşıp gitmek istiyordu. Kunanbay öfkelendi:

      – Hey! Dağılmayın hele, diye gürleyerek emir verdi. Kalabalık geri döndü.

      Kodar’ı götüren yiğitler bir süre sonra uçurumun başına çıktılar, oradan obadaki topluluğa baktılar. Kunanbay ayağa kalkıp biraz öne çıktı ve “at” der gibi elini aşağı doğru salladı. Yukarıdaki dört yiğit Kodar’ın vücudunu tuttu, ileri geri salladı, bir anda atarak aşağı yolladı. Bu katı yürekli adam, kalbi yokmuş gibi, gözünü ayırmadan uçarcasına düşen Kodar’a bakıyordu.

      Bunsuz da eza gören, zulüm çeken ölü vücut, yol boyunca hiçbir taşa, hiç bir çıkıntıya çarpmadan dosdoğru aşağı geldi, bütün ağırlığıyla “tars” ederek yere çakıldı. Zaten şok olmuş gibi yığılıp kalmış olan kalabalığın tam önüne düştü. Uzakta duranların bile işitebileceği şekilde bütün kemikleri birer birer kütürdeyerek kırılmış gibiydi…

      Tam o vakitte, aşağıdaki orman içinden çıkan ve hızlı adımlarla yürüyerek Jeksen obasına doğru gelen iki kişi vardı. Bedenleri derli toplu idi, birisi çocuk gibiydi. Atlarını en dıştaki eve bağlayan ve hızlı adımlarla yürüyerek yaklaşan bu kişiler Abay ile Jiyrenşe idi.

      Atlarından inerken ıssız yar başına doğru bakan kalabalığı görmüşler ve kendileri de gözlerini o yana dikmişlerdi. Bir ara kaftanının eteği kanat gibi iki yana açılarak düşmekte olan Kodar’ın bedeni göründü. Jiyrenşe atını bağlayıp topluluğa doğru koşmaya başladığında Abay kendini tuttu ve olduğu yere oturuverdi… “Bitti, öldü…” diye kendi kendine söylendi.

      Vaktinde yetişse, hayatında ilk kez babasına yalvaracak, ayağına sarılıp öpse de öldürtmeyecekti. Gecikmişti… Artık kalabalığın içine girmek istemiyordu. Yeniden atına yönelmek istedi. Fakat tam o anda sessiz duran kalabalık tarafından peş peşe sesler duyuldu.

      – Ya sen!

      – E, ya sen?

      – Ya kendin, diyerek bağrışan kalabalık ellerine birer ikişer iri taşlar alıyordu. “Kavga mı var” diye düşündü. O tarafa doğru yürüdü…

      Bu; kavga değildi. Yere çakılmış olan Kodar’a hıncı devam eden Kunanbay:

      – Hâlâ canı çıkmadı. Şimdi bu kâfirden kendi canımızı kurtarıp uzaklaştırmak için kırk boyun kırk kişisi taş atsın Kodar’ın leşine. Bu soydaki her atanın evladından birer kişi taş alsın ellerine, diye buyruk vermişti.

      Önce kendisi aldı. Böjey ve Baysal’a bakıp, yerdeki taşları göstererek “alın” dedi! Buyurarak söyledi. Onlar da boyun eğdi.

      – İşte, şeriat buyruğu! Taşlayın, dedi ve önce kendisi fırlattı. Kodar’ın sırtından vurdu. Böjeygil taş alırken birisi alır, birisi almaktan çekinir gibiydi… Meğer deminki bağrış çığrış bundanmış, birbirine taş aldırıp vurdurma buyruklarıymış.

      Abay