Muhtar Auezov

Abay Yolu 1. Cilt


Скачать книгу

o sabah Abay’ı alıp götüren Jiyrenşe’nin nerede olduğunu bilmiyordu. Dışarıdaki itler sabahki gibi tekrar ürümeye başlayınca “tazısıyla gelen olabilir” diye düşünerek evden çıktı. Jiyrenşe konuk evinin yanına gelmiş, atını bağlıyordu. Uljan büyük evin kenarında durdu, Jiyrenşe’yi yanına çağırdı, doğrusunu sordu.

      Jiyrenşe, sabah saatlerindeki tavşan kovalamadan başlayarak Jeksen obasında gördüklerini de yol boyunca neler olduğunu da bütünüyle anlattıktan sonra:

      – Abay nerede, diye sordu. Uljan, Abay’ın yattığını söyledi, Jiyrenşe’ye biraz soğuk davrandı.

      – Gözümün nuru, sen çocuk değilsin, yetişkinsin. Kendin gitsen neyse! Öyle kötü, rezalet bir yere Abay’ı niye götürdün, dedi. “Kötü” ve “rezalet” kelimelerini hakikaten bastırarak söylemişti. “Çocuk değil mi? Korkar diye düşünmedin mi” diye ekledi.

      Jiyrenşe ne diyeceğini bilemedi, utandı, sıkıldı:

      – Ayıp oldu. Ben de üzgünüm. Fakat Allah hakkı için, “ölüsünü görürüz” diye düşünmüş değildim!

      – Rahmetlim, bundan gayrı Abay’ı böyle yerlere götürme! Gençsin daha, büyüklerin bu türlü belalarından sen de uzak yaşa. Kendisiyle gitsin! Görüp, bilip ne yapacaksın, dedi…

      Jiyrenşe nice büyükler içinde sözünü böyle serinkanlı söyleyen, bu kadar etkili ve ağırlığıyla söyleyen birini daha önce görmemiş gibiydi.

      Uljan’ın böylesine soğuk konuşması, buna kızmasından da vurmasından da daha hafif gelmiş değildi.

      Sıkıntılandığı için bir müddet ayağıyla yer eşeleyen Jiyrenşe tekrar konukevine yöneldi. Uljan da kendi evine döndü. Jiyrenşe başka hiçbir şeye bakmadan ve tereddüt etmeden at bindi, tazısını yedeğine alarak gitti…

      Vakit, öğle zamanı geçip giderken ki vakit idi…

      Abay, akşamüstü yaylımdan gelen koyunlar arasında analarını bulmak için var güçleriyle meleşen kuzuların meleme sesleriyle uyandı. “Bugün koyunları geç mi sağıyorlar, ne oluyor, karanlık çökmüş” diye düşündü. Dünya arı kovanı gibi uğulduyordu sanki… Fakat bunları müphem ve bulanık bir düş içindeymiş gibi hissetti. Başı sersemlemişti. Vücudu pelte pelte olmuş, yanmış gibiydi. Ağzı kurumuş, dudakları kızarmıştı. Boş boş ağzını şapırdattı. Ninesi ile annesi yanında oturuyordu. Uljan, avuç içini bunun alnına koymuş, düşünceli düşünceli önüne bakıyordu. Abay:

      – Ana… Nine… Ne oldu, hasta mıyım, dedi ve yaşaran gözleriyle annelerine doğru kaykıldı. Uljan:

      – Evet, ateşin var. Ağrıyan yerin var mı, diye sordu. Kaykılarak annelerine doğru yakınlaşırken iki şakağı çok sancılanmış, sıkışıp ağrır gibi olmuştu. Bunu söyledi.

      Uljan az önce Abay uyurken annesine bir şeyler söylemişti.

      İkisi de:

      – Çok korkmuş ya! Midesi ondan bulanmış, diye değerlendirmede bulundular. Zere, Jiyrenşe’ye de büyüklere de çok kızdı, yere tükürür gibi yaptı…

      Abay gündüz vakti olan olayları annelerinin öğrendiğini anladı:

      – Babam… Babam, dedi ve babasını hatırlayarak iç çekti. Annelerine gizli bir sırrı açar gibi göğsüne vurarak “ne kadar acımasız, ne kadar katı idi” dedi. Babası hakkında içinde yaşayan müphem, karmakarışık, ağır duyguları bugüne kadar dışa vurmamıştı. Duygularını bir insan evladına ilk söyleyişiydi bu. Ninesi yarım işitti. Uljan bir şey demedi, Abay’a da cevap vermedi. Fakat Zere gözlerini ona dikip dizinden dürterek “ne dediğini söyle” der gibi işaret edince dudaklarını onun kulağına yaklaştırarak:

      – Babasını söylüyor. Gaddarmış, “niye acımadı” diyor, dedi.

      Ninesi anladı, göğüs geçirdikten sonra Abay’ın yüzüne doğru döndü, uzanarak uzun uzun alnından kokladı:

      – Kurban olduğum, göz bebeğim, gösterişsiz kuzum! Acımaz, acımaz o, diyerek gözlerini kıstı, başını yukarı kaldırdı. “Ey Allah’ım! Şu vakitsiz duam muhtaçlık dileğim olsun. Bu göz bebeğime, babasının it mizacını verme!.. Acımasızlığını verme!.. Ey Yaradan” diye dua etti, gökyüzüne doğru kaldırdığı buz gibi mecalsiz elleriyle kırışmış nurlu yüzünü sıvazladı. Uljan da sessizce “âmin” dedi, duasına katıldı.

      İki ana arasında canı acıyan bir evlat… Üçünün vakitsizce dile getirdiği gizli dileği, büyük içtenlikle üzerine titreyerek dua ettiği dileği, bu idi.

      Abay da bu dileğe bütün içtenliğiyle katıldı, “âmin” dedi, yattığı yerden göğe doğru açtığı elleriyle yüzünü sıvazladı…

      Hayatını ve çocukluğunu yeniden bulmuşa benziyordu. İçine büyük bir nur ve iyi duygular girmiş gibiydi. Fakat içi böyle olsa da, bedeni hastaydı. Gönlü canlanmak istiyordu, ama vücudundaki ateş ve başındaki sancı yeniden artmıştı. Artık üçü de sessiz, çıt çıkarmadan duruyordu. Dışarıdaki koyun kuzunun gürültüsü de uzaklaştıkça sönmeye başlamıştı. Evin içi gibi dışarısı da bugün alışılagelmişin dışında çok sessizdi.

      O anda Abay ve annesinin kulağına farklı, yabancı, soğuk bir ses geldi. Dışarıdaki birisi:

      – Oy vay, kardeşim! Vay vay buğram, diye figan ederek geliyordu. Bu halk içindeki erkeklerin yakınlarından bir kişi ölünce uzaktan adını haykırarak at koşturmak şeklinde bir âdetleri vardı. O zaman bu biçimde “vay vay kardeşim” diyerek at kamçılarlardı. Yaşlı nine bu sesi işitmemişti. Sesi duyan evdeki iki kişinin yüreklerine korku düştü.

      Uljan’ın gönlüne düşen korku ile aklına gelen ilk düşünce; “bu obadan biri mi öldü, yoksa Kunanbay mı öldü?” şeklinde oldu. Korkuyla kulağını dışarıya doğru çevirdi.

      Ürkmüş olduğundan anlayamıyordu. Burnundan solutularak koşturulan at sesi de yoktu. Bu, yakın yerdeki bir yayanın sesi idi. Abay annesinden önce anladı. Sesini özellikle kalınlaştırıp büyükleştirerek bağırmakla birlikte bu bir çocuk sesiydi. Hatta tam da haşarı Ospan’ın sesiydi.

      O, kırdaki oyundan dönerken “kötü âdettir”, “şudur”, “budur” diyenlere aldırış etmemiş, kaygısız ve tasasızca yalandan ağıt yakmayı sürdürerek:

      – Oy vay, kardeşim Kodar! Vay vay, Kodar, diye diye kendi butunu şaplaklayıp at gibi koşturarak gelmişti. Kodar’ın ölümünü bütün oba gibi o da işitmişti. Bugün akşama doğru bulak başındaki bir çoraklıkta toplanan arkadaşlarıyla birlikte böyle ad haykırarak uzun süre oynamıştı: Çoraklığın ortasına çukur kazmışlar, kuru bir kemiği meyyit gibi taşıyarak getirip gömmüşler, üzerini mezar gibi kabartmışlar, her tarafını andız dallarıyla çevirmişler ve “ad haykırarak” uzun uzun bağrışmışlardı.

      Uljan, Abay’ın hastalığına üzüldüğü yetmez gibi kendisini deminki haylazlığıyla çok kötü korkutan Ospan’ın bu yaptığına çok öfkelendi. Gün boyu batakta gezen, ayağı bacağı hem kirlenen hem de nasırlaşmış olan Ospan eve girince:

      – Hey! Beri gelsene oğlum! Beri gelsene, diyerek hiç belli etmeden ve kızmadan yanına çağırdı. Kızıp azarlayarak söylese Ospan her zaman yaptığı gibi söve söve kaçacak ve kimseye yakalanmayacaktı. Ospan ayaklarını pat pat vurarak annesine doğru koştu,