geldi:
– Oy, yaşlı melun, dedi. Jeksen’i ensesinden yumruklayıverdi.
Jeksen, “Kodar’a taş atanlardan birinin kolu, kanadı mı değdi” diye düşünerek dönüp arkasına baktığında;
– Ne biçim imansızmışsın, yaşlı köpek, diyen Kunanbay’ın oğlunu gördü. Abay sırtını dönüp gidiyordu ki Jeksen buna kızarak:
– Hey, çocuk! O, ben miyim? Erkeksen, işte… Baban, deyiverdi.
Oradakiler “bu da neyin nesi, ne oluyor” diye birbirine soruyordu. Abay hızla gidip atının yanına geldi.
Kiyiz evin bel bağından atının yularını çözerken o ev içinde ağlayan pek çok kişinin seslerini duydu. Kadınlar olmalıydı… Kimi hıçkırarak, kimi inleyerek, kimisi de kesik kesik konuşa konuşa ağlaşıyordu. Seslerini çıkaramayan, öfkeyle ağlayan kadınlar…
Erkekler obanın bütün kadınları ile çocuklarını önceden bu eve kapatmıştı. Ağlaşanlar onlardı. Bunları çok korkutmuş olmalıydılar ki seslerini çıkaramadan ezile büzüle için için ağlıyorlardı. Bu sesler Abay’ın yüreğine ok gibi dokundu. Dinlemeye tahammül edemedi, atına biniverdi…
Bu arada Jeksen onu Kunanbay’a şikâyet etmiş olmalıydı. Babası bağırarak Abay’a:
– Hey Allah’ın belası! Dur hele, başımın belası, dedi. “Tutun, getirin” diyemedi. Abay atına atladığı gibi kendi köyüne doğru kamçıladı.
Onu arkasından takip eden Jiyrenşe:
– Hay seni haylaz Tekebay… Haylaz Tekebay, diye diye at koşturdu. Bunlar, hızla uzaklaşıp gittiler…
Toplantı yaparak adam öldüren ve halk içindeki hiç kimsenin kulaklarının işitmediği, gözlerinin görmediği rezilliği kendi elleriyle gerçekleştiren topluluk atlarına bindi, her biri bir yana saçılırcasına dağılıp gitti. Sessiz sedasız, çıt çıkarmadan ve kimseyle vedalaşmadan oradan ayrıldılar.
Böjey, Süyindik ve Karatay ile birlikte kalabalıktan ayrılıp giderken “ah” etti:
– Er öldürenden diyet istenirdi. Şimdi diyet istemek bir yana, darılıp suçlamaya bahanen yok hemi! Öldüren kendinsin değil mi! Kırk boyun kırk kişisi taş atarak öldürdü kardeşimizi, hangi yüzle ses çıkaracaksın ki, dedi.
Karatay, onun ne demek istediğini anlıyordu. Kunanbay, Böjey’in aklındaki hesabın çoğunu bozmuştu. Böjey’e, Kodar’ın öldürülmesinden ziyade Kunanbay’ın hilesi batmış gibiydi. Karatay buna dikkat ederek:
– Şeriatın hakiki belasını sona saklamış ha! Bu Şeriat ta hileye alet oldu ya sonunda! Hem de Kunanbay’ın koynu koncunda, dedi.
Süyindik yaşananlar karşısında dehşete kapılmış gibiydi, biraz sakinleşerek:
– Yok olsun! Bela bununla bitsin, dinsin, dedi.
Böjey çok içli dışlı olduğundan Kunanbay’ın yöntemlerini derinlemesine biliyordu:
– Bitmek mi, dinmek mi, diyerek iç çekti ve “Bökenşi, Borsak! Ne zaman söyledin ki demeyin, kemendi yalnız Kodar’ın boynuna geçirmiş değilsin. Yazgı buyurmuşsa, onunla birlikte kendi boynuna da takmış olabilirsin” dedi.
Her biri aynı düşüncedeydi. Ses çıkarmadan, başları önde ve hayal kırıklığı içinde at sürdüler…
Abay ve Jiyrenşe’nin, “bugün bu belanın üstesinden geliriz” şeklinde bir düşüncesi yoktu. Esasında büyükler “halk haberdar olmasın” diye örtbas etmek istemiş de olabilirlerdi. Hiçbir obada böyle bir dedikoduyu, sırrı açığa çıkaran insan yoktu…
Jiyrenşe, o sabah, Kunanbay obasına güzel bir alacalı tazı getirmişti.
Gelişi obayı gürültü patırtıya boğmuş, çoluk çocuğun çoğunun gayri ihtiyari dışarı çıkmasına yol açmıştı. Bu uğultunun başı, haşarı Ospan’dı…
Jiyrenşe tazısıyla konukevine doğru yaklaştığında evlerin arasından onu gören Ospan:
– Kiş, kiş, kiş! Oy vay! Saldırın şu Jiyrenşe’nin tazısına! Joldayak18, Böribasar19, diye nara atar gibi bağırarak Kunanbay obasının bir sürü sarı alasını topluca harekete geçirdi.
Jiyrenşe Ospan’ın kırıp dökeceğini anlayarak:
– Oy, Ospan! Kurban olayım! Cancağızım… Bırak! Bırak yahu, diye yüksek sesle uzaktan seslense de, o kadar durdurmak istese de Ospan:
– Böribasar… Heyyy, diye kahkahayla gülüp, zıplayıp hoplayarak, bütün itlerini alacalı tazıya saldırtmıştı.
O sırada konukevine yetişmiş olan Jiyrenşe atını bıraktı, tazısını boynundan tutup havaya kaldırdı. Fakat her bir evin kuytusundan fırlayarak çıkan yedi sekiz sarı ala kudurmuşçasına koştu, “hır hır” hırlayarak gelip onları çevirdi. Ne eve girmelerine, ne de kaçmalarına fırsat vermiyorlardı. Jiyrenşe “bırak” dedikçe kahkahayla gülen Ospan itlerini daha da kinlendiriyordu:
– Kap… Kap, diyerek hararetlendirdikçe hararetlendiriyordu. Fakat hepsi yaşlanmış olan itler, Ospan’ın her gün bu şekilde nice defalar olmayacak hır güre salmasından bıkmış mıydı bilinmez, tazıyı ısırmadılar. Sadece boş hırlamayla havlamalarını arttırdılar.
Büyük evde oturan ve bu uğultuyu işiten baybişe Uljan sabah yemeğini yiyen Abay’a:
– Çıksana Abaycan! Kov şu kahrolası itleri! Ortalığı yıkıp döken bizim deli dana herhâlde, dedi ve Abay’ı dışarı çıkardı. Eve gelmiş olan genç bir hizmetçi hanımı da peşinden gönderdi. Abay, Jiyrenşe’yi itlerin arasından kurtarıp tazısıyla birlikte konukevine götürdü. Yeni bulduğu eğlencesinin hızlı sonlanmasından mutsuz olan Ospan bunların arkasından sinerek yaklaştı, tam eve gireceklerken Jiyrenşe’yi bacak arasından sertçe çimdikledi. “Şu it…” diyen Jiyrenşe bir köpeğin kendisini ısırdığını sanarak ileri sıçradı, ürkerek kaçarken kafasını kapı pervazına vura mura gidip konukevinin başköşesine oturdu. Ospan buna da kahkahayla güldü:
– O, korkak, korkak, diyerek alay etti…
Boynunda çivili tasması olan kara ağızlı, alacalı kancık Abay’a bir başka güzel göründü. Jiyrenşe’ye:
– Adı ne, diye sordu.
– Jelkuyın20.
– Adı da güzelmiş.
– Sadece adı değil efendim, kendisi de öyle! Tavşanı, tam kasırga gibi eserek alır, dedi.
Bu söz, Jelkuyın hakkında kendi obasındaki büyük bir avcının söylediği söz idi. Jiyrenşe bu sözü devamlı söylerdi.
Bu söz ile birlikte Jelkuyın’ın yattığı yerde yalanıp duran sükûnetli hâli Abay’ın büyük ilgisini çekti:
– Tavşana mı çıkıyorsun, diye sordu.
– Evet, tavşana çıkıyorum. Haydi, sen de gel. Atın var mı?
– …
Abay’ın kula beşlisi eyerleninceye kadar kımız içtiler, sonra batı tarafındaki Kızılşokı denen ufak adıra21 doğru orta hızda at