kapıyı açtıklarında sepsessiz kaldı. Erkekler içeri girip başköşeye oturduktan sonra Tanşolpan:
– Bu annelerin ve yengelerin hediye yiyecek hissesi getirdi. Artık dağılacaklar, evladım. Yaşlı ninenin yeri bir başka! Onun hediyesi ayrı gidiyor, diyerek Zere’yi de hatırlattı. Büyük küçük herkes Zere’ye, hepimizin ninesi anlamında “yaşlı ninen” dediği için Tanşolpan da son yıllarda kendi yaşıtı olan Zere’yi böyle adlandırıyordu.
Kunanbay ses vermedi. Tanşolpan yürekli annelerden biriydi. Taze gelin olduğu dönemlerde düşman yılkıya(!) musallat olunca eyersiz ata binmiş, eline mızrak alarak çarpışmış olmaktaki yiğitliğini yurdun tamamı bilirdi. Kendisinin evli barklı dört oğlu vardı. Böyle çok oğullu kumaların kendi kendine yüreklenmesi de âdetten idi. Tanşolpan Kunanbay’ın sessiz oturuşunu beğenmeyerek şöyle bir kımıldandıktan sonra:
– Hediye yiyecek hissesini Künke’ye getirmiş değiliz. Oğlum da olsan, baş oldun, sana getirdim. Yarın kışlaklara gideceğiz de kış boyu ine girmiş gibi damlarımızda yatıp kalacağız. Kadının ömrü bu ya! Yıl geçinceye kadar esenlik diliyorum sana. Edeceğim dua bu evladıma. Elimizden ne gelir bundan başka, dedi.
Kunanbay ona baktı, ses çıkarmadan baş eğdi. Biraz durduktan sonra:
– Göçüp ayrılacağız mı diyorsun? Peki ya “yine bir kurutulmuş tuzlu et yemeli” desek de göçüp ayrılmasak ne yapacaksın, diyerek güldü.
Kunanbay gülünce evdeki konuk hanımların hepsi gülüştü. Uzun boylu, ince yüzlü, kara yağız Künke kocasının güler yüzlülüğünden faydalanarak:
– Bugün bohçaları ve yükleri çözdürtecektim, yarın da evleri kurdurtacaktım. Yine bir göçme yerleşme mi var? Bu halkı da bizi de belirsizlikte bıraktınız ya, deyip Maybasar’a baktı. Kaynı Maybasar da gülerek:
– İki hisse yersin ya! “Belirsizlik” dediğin bu mu acaba, dedi ve sorunun cevabını söylemedi. Kunanbay:
– Bohçayı yükü çözdürtme, evi kurdurtmak için de zahmet etme! Yarın yine göçeceksin, dedi. Şaşkınlaşan Tanşolpan gözünü Kunanbay’a dikerek:
– E, evladım! Bu ne göçü, diye sordu.
– Hepiniz birlikte göçeceksiniz. Yarın sabah Şınğıs’a göçeceğiz. Yerleşim yerlerine bakıp geldik. Gidip obalarınıza da söyleyin! Bohçaları bağlayıp düğümleyin, hazırlanın, dedi…
Kunanbay’ın dediği gibi oldu. Tünlüğünü sabah ilk önce Künke’nin evi topladı. Irğızbayların yirmi obası hep birlikte göçtü. Gittikleri yer Şınğıs’ın geniş odağı idi…
Göçenler kopuk kopuk ve aralı mesafeli değil, eğri büğrü topluca ve hınca hınç kalabalık bir şekilde harekete geçti. Esasında göç, kazlar ve turnalar gibi dizi dizi dizilerek yapılırdı. İlk anda bir araya toplanmış olan bu halk, şimdi, topluluğuna doğan çarpmış ördek sürüsü gibi karman çorman ve alt üst olmuştu. Çünkü tan atar atmaz Kunanbay acele buyruk vermişti:
– Çöreklenip kalmasınlar, tez göçsünler! Katar katar olmasınlar, hep birlikte harekete geçsinler! İvedi yönelsinler, şeklindeki kısa kısa emirlerini her obaya haberci göndererek söyletmişti. Alışılagelmişin dışındaki göçün alışılagelmişin dışındaki görüntüsü de bundandı.
Göç Kızılşokı’dan Şınğıs’a doğru giderken geçidin sol yakasında tek bir tepe vardı. Kunanbay yanına Maybasar ve Kamısbay’la birlikte Künke’den olan oğlu Kudayberdi’yi de aldı, bütün göçten ve bütün atlılardan önce geldi ve bu tepeye çıktı. Altında kuyruğu ayaklarına dolanan doru at vardı. Yağlanmaması için sadece sabahları bir kez beslenen ve adeta kapıdan evin başköşesine kadar uzun boylu görünen semiz doru at heybetli duruyordu. İki kulağını kamış gibi dikerek aşağıdaki hınca hınç kalabalığa “hadisenize” der gibi bakıyordu. Kunanbay da yola revan olan göçün önünü keserek onlara bir şeyler söylemek ister gibiydi.
Daha gün doğmamıştı, alacakaranlık idi. Yirmi oba yüklerini yüklerken ne kadar sessiz ve gürültüsüz hareket etmişlerse, şimdi tam tersine develerini kaldırıp yürümeye başladıklarında meleşen kuzular gibi nice türlü seslere bürünmüşlerdi. Bazen yükü ağır gelen ve sırtına batan bir deve bağırıyor, bazen annesini kaybeden bota bozluyordu. Her obanın hırslı itleri bir birine havlıyor, hırlaşıyordu. Heyheyleyerek koşuşturan atlıların ve yük taşıyıcı yiğitlerin bağrışları birbirine karışıyordu. Uykusunu alamayan çocuklar ağlaşıyor, anneler susturmak için onları azarlıyordu. Ara sıra nara atarak mal güden malcıların, gençlerin ve yaşlıların sesleri de bunlara ekleniyordu…
Göçler apar topar hareket ederken Kunanbay, Kamısbay ile Kudayberdi’ye:
– İkiniz çabuk gidin! Bütün göçenlerin belli başlı kişilerini, büyüklerini, toplayıp buraya getirin, dedi.
Kudayberdi ile Kamısbay bu buyruğu işitir işitmez atlarını topukladı. Uzun boylu, ince belli genç delikanlı Kudayberdi ile geniş omuzlu Kamısbay kalabalığa doğru at sürerken göçün önüne doğru boylu boyunca yarışır gibi gidiyorlardı. İkisi çabucak vardı, göçen göçün önünde giden erkekler topluluğunun yanında bir an duraksadı ve tekrar hızlanıverdi. Bunların önünde duraksadığı her gruptan bir iki kişi derhal sıyrılıp çıkıyor, tek tepeye doğru yele uçurtarak at koşturuyordu. Kunanbay’ın beklediğini görenler yaltaklanırcasına kamçı basıyor, aceleyle geliyordu.
Kudayberdi göçün öteki başına ulaştığında Kunanbay’ın yanına yirmi otuz atlı toplanmıştı bile…
Elverişli hava şartlarında geçen güz mevsiminin bugünkü günü rüzgârsız ve durgundu. Gökyüzü de açıktı. Sonuncu atlılar Kunanbay’ın yanına geldiğinde erimiş kızgın demir gibi uçkun saçarak parlayan büyük güneş uzaktaki Arkat dağının eğri büğrü yamacına tırmanmaya başlamıştı.
Göçün önünde, yan yatmış gibi kat kat heybetli etekleriyle Şınğıs görünüyordu. Gün ışığı uzaklara doğru sınırsızca uzanan büyük dağın yüksek yamaçlarını bir anda altına bulanmış gibi sarartıp renklendirdi. Dağlar gecenin loşluk veren örtüsünü üzerinden şimdi sıyırıyordu. Göçün önündeki yuvalarından kalkarak uçuşan ve gökyüzünü kaplayan sığırcıklar cikirdeşerek havalanıp semada süzülüyor, göç üstündeki havayı binlerce çeşit ötüşle keyiflendiriyordu.
Ötüşleri “hoşça kal, hoşça kal” der gibi yankılanan uçsuz bucaksız bir turna kafilesi de göz hizasındaki bir yükseklikten uçarak güneye gidiyordu.
Kudayberdi ve Kamısbay altlarındaki iki bozu nefes nefese bırakıp terleterek en sonuncu üç büyük kişiyi peşlerine takmış hâlde Kunanbay’ın yanına gelirken o tek tepede yaklaşık elli atlı vardı. Son gelen üçlünün ortasındaki kişi Kunanbay’ın yine bir kuma annesinden doğan Jakıp idi. Kunanbay bunun selamını alır almaz ökçeledi, “deh!” dedi.
Bütün topluluk bu tek tepeyi tars turs çiğneterek Şınğıs’a doğru ilerledi. Göç kafileleri çaprazlamasına yanlarından geçip gidiyordu. Fakat bu grup onlardan daha acele etmiyordu.
Yakın akrabalarını onar onar iki tarafına alan Kunanbay kalabalık atlıların merkezinde gidiyordu… Bu topluluk içinde Kunanbay’ın babasıyla akraba olan Ürker, Mırzatay, Jortar gibi amcazadeleri, kuma annelerinden doğan Jakıp, Maybasar gibi akran kardeşleri ile daha nice torundaş hısımları vardı…
Kunanbay kendisi, bir annenin tek çocuğuydu. Baybişenin bir tanesi, baba ocağının sahibiydi. Büyük zenginlik ve