Zordun Sabir

Anayurt - I


Скачать книгу

at oynatıp hatun kızları avlayarak geçirmiş bu beyzade, dünyada böyle çetin zorluklarla karşılaşacağını hiç düşünmemişti! Ne yediklerinin, ne dinlenmesinin, ne de uykusunun tadı vardı. Tek düşüncesi hayatta kalmaktı. Geceleri bir kaç defa atının boynuna sarılıp hıçkırarak ağladı. Fakat atını bırakıp kaçmayı hainlik diye düşünmüş ölürse atıyla beraber ölmeye yemin etmişti.

      Bir kuş “kak-kak-kak” diye korkunç bir sesle öttü.

      Rehber hemen durup:

      “Aman Allah’ım! Fırtına kopacak!” diye bağırdı. “Ne?” Kara sakal onu sıkıştırdı.

      “Kuşlar öttü, fırtına kopacak dotey30!”

      “Nasıl fırtına?”

      “Büyük fırtına, göz açmak mümkün değil, yürümek daha zor!”

      “Durursak ne olur?”

      “Kara gömülüp buz oluruz!”

      “Peki, ne yapalım?”

      “Biz şimdi Ağrııaldı’ya31 geldik.” dedi rehber zorlukla konuşup:

      “Bir yemek pişinceye kadar sürünürsek dorukları aşabiliriz!”

      “Sürün!”

      Sağ taraftan güçlü boran vurmaya başladı. Kimse ayakta kalamadı, sürünmeye başladılar. Muhtar Bay âdemoğlunun kudretini orada gördü. İnsanlar göz açtırmaz fırtınada sürünerek ilerledi. Hatalı adım atanlar uçuruma düştü. At ve eşekler de bu vakitte akıllı olabiliyordu. Rehberin her bir izi onların hayat yoluydu. Herkes hayatı için doğru ilerlemeliydi. Bu buyruğu hayvanlar da anlayarak yerine getirdi. Kara sakal komutan yağız aygırı Muhtar Bay’a teslim edip:

      “Çento32, atı sağ salim götür, yoksa kellen gider!” dedi.

      “Sen demesen de bilirim!” dedi Muhtar Bay, gözyaşlarını kürkünün koluyla silip atın dizginini beline bağlayarak:

      “Hadi kaplanım! İzimi takip et!”

      Sürünenler Muzdavan’dan aşıp kırk iki basamağı olan aşağıya doğru yöneldi. Şimdi uylukla sıyrılıp inmek başlamıştı. Rehber sonunda, sık sık nezir verilen, “Şifalı” adıyla tanınmış düzlüğe inip bir tepeye çıktı ve iki kulağını tutup:

      “Allahu Ekber, Allahu Ekber!” diye ezan okudu.

      İki muhafız ile kara sakal komutan, onları takiben kara aygırı getiren Muhtar Bay düzlüğe indi. Kalanlardan henüz haber yoktu.

      “Aferin çento!” Kara sakal, kürkü ile deri şapkası buza dönüşen Muhtar Bay’ı parmağıyla işaret edip:

      “Baban buz, annen kar, yağız at, kır at oldu. Ma Congying’in atına benzedi!” dedi, bembeyaz kara bürünmüş ama kulaklarını kaldırıp uçacakmış gibi yerinde duramayan kara aygırı zevkle sıvazlayıp:

      “Bundan böyle sen çento, bu ata bakacaksın, olur mu?”

      “Olur, dotey!”

      “Dotey değil, Ma Siling33 de!”

      “Peki, Ma Siling.”

      Muhtar Bay, Ma Siling’in at bakıcısı oldu.

      Akşama doğru Ma Siling’in adamları ve hayvanları tepeden indi. Kar hafif yağmış, borandan müstesna vadide bir kaç yüz adam ve hayvan ortaya çıkmıştı. Tungan askerlerinden yetmiş altı kişinin cesedi buzdan uçurumlar dibinde kalmış, hayvanlardan yüz on iki tanesi sırtındaki yükleriyle beraber ortalıktan kaybolmuştu. Onlar öküzleri kesip odun toplayıp adaklarını yerine getirmeye başladı. Muhtar Bay ılgın ve pelinleri getirip yağız aygıra baktı. Yele ve kuyruğundaki buz, karları temizledi, ondan içten içe af dileyip kulağına fısıldadı:

      “Yaramazlığım sana zulüm oldu. Kaşgarlı’nın gelini için Şağlıktam’a gelmeseydim bu belaya bulaşmazdık, yazık, yazık… Kaplanım, beni affet!”

      O gece Tunganlar, Bay ilçesini yağmaladı. Hayvan, yiyecek içecek, altın, gümüş, hatta bir kaç güzel kadını da getirdiler. Tungan askerler fazlasıyla böbürlenip haddini aştı. Ertesi gün Bay’dan çıkıp yolun ortasında bir sürü yabancı askerlerle çatıştı. Onlar da Tungan, fakat memleketleri Heşi denen yermiş. Gulca Tunganları’nın memleketi Hedong idi. Onlar ne istiyorlar ki gece de birbirlerine ateş ettiler. Kara sakal baş ta olmak üzere birkaç Tungan vurularak öldü. Bir kaç yüz Tungan Heşili Tunganlar’a teslim oldu. Muhtar Bay bu kez Ma Hosen askerlerinin at bakıcısı oldu. Onlar Aksu’da Ga Siling gelinceye kadar kaldı. Ertesi gün Ga Siling -bıyıkları yeni terlemiş, açık sarı askeri üniforma giyen, beline tasma kemer bağlayıp tabanca takan, yüksek burunlu, karakaş, kara göz, beyaz yüzlü yakışıklı genç birkaç bin askere ince ve çınlayan sesiyle bir şeyler söyledi. Kumaşçının anlattığına göre o: “Biz, Şeng Şisey’i yok etmek üzereyken, Urumçi’nin tepelerini işgal edip yirmi bin askerle büyük saldırı düzenleyip neredeyse onu devirmişken, Ruslar top, havan topu, tanklarıyla hücum edip bizi güçsüz duruma düşürdü. Şeng Şisey’in boğazına dayattığımız bıçağı elimizden aldı…” diyormuş. Muhtar Bay anlayamadan kumaşçıdan:

      “Ruslar neden Tunganlar’a değil, Hitaylar’a destek verdi?” diye sorduğunda, kumaşçı, sarı sakal, kırmızı yanaklı adam:

      “Neden mi, Rus da Hitay da gâvur değil mi?” diye ce vap verdi.

      Tungan askerleri Aksu’dan Kaşgar’a varıncaya kadar ıssız dağları takip ederek yollara düşüp çöllerde konaklayıp ulaştığı yerde kim varsa hep talan etti. Muhtar Bay atına binip kaçmaya hiç fırsat bulamadı. Hareket ederse ona silah çekilirdi. O, çöllerde yayan yürüdü, çizmeleri yırtılıp yalın ayak kaldı. Kaşgar’a varıncaya kadar açlık, susuzluk, yorgunluk azabını çekti. Birkaç defa dayak yedi, hakarete uğradı. Hayatında görmediği horluk ve aşağılamaları gördü. Onlar, Kaşgar şehrine kimi düşmanlarıyla savaşarak girdi. Kimileri Demir Sicang’ın34 kellesi diye bir adamın başını heybeye atıp Ma Hosen’in önüne koydu. Onlar nice Uygur’u kesti, vurdu, diri diri gömdü. Muhtar Bay inanılmaz vahşetleri gördü. Onlar Kaşgar’da Ga Siling adlı adamı uğurladı. O, yirmi atlı adamla birçok altın gümüşü alıp Tokkuzak denilen yerden kıbleye, dağ tarafına doğru yol aldı. Ma Hosen’in birkaç bin askeri Kaşgar’dan yola çıkıp Yarkent, Yenihisar, Poskam, Kargalık gibi yerleri yağmalayarak insanları öldürüp diri didi gömerek en son Guma denilen küçücük şehre gelip yerleşti. Muhtar Bay bu uzun çöllerde kaç ay, kaç yıl sefer yaptığını bilmiyordu. Bambaşka bir birine, vücudunda et kalmamış, birkaç günde bir defa yüzünü yıkayan, ayakları nasırlaşan, her yeri bitlenmiş, giysileri yırtık bir adama dönmüştü. Kara aygırın da zayıf, sırtı yaralı, yelesi seyrek, kuyruğu yamuk, toynakları yıpranan uyuz bir ata dönüştüğüne şahit oldu. O, atının ve kendisinin bu çöllerde öleceğine inandı ama o günün biraz geç gelmesi için var gücüyle çalıştı. Ölümün çok kolay ve çabuk gerçekleştiğini gördü. Adam boyuna göre kazılan çukurlara eli ayağı bağlanan, ağzı kapatılan adamlar diri diri atıldı ve çukurlar toprakla dolduruldu. Bir sürü Uygur genci ıssız çöllerde öyle can verdi. Onların çukurunu kazmaya ve gömmeye Muhtar Bay da katıldı. Ne çare, bunu yapmazsa kendisi de gömülecekti. O gömülürse kara aygıra kim bakacaktı? O, Guma şehrinden ne kadar uzakta kaldığını bilemedi. Bir gün Ma Hosen, kara bıyıklı, uzun boylu komutan:

      “Ben Keşmir’e, sonra Hindistan’a gideceğim. Bana yirmi adam