Gabbas Kabışulı

Gönlün Göklerinde


Скачать книгу

ile zehirlenmiş o bölgelerde birkaç kez bulundu. Hemşehrilerine hâl ve hatır sorup sohbetleriyle teselli etmeye çalıştılar. Tabii ki bunlarla sınırlı kalmayıp totaliter sisteme itiraz ettiler. Onlar bu yüzden yanlış bir şekilde “milliyetçi”olarak suçlanıp takibe alındılar, sonunda kanser hastalığından hayata gözlerini kapadılar.

      12 Ağustos 1953 tarihinde Abıralı,Degelen’de hidrojen bombasının yeryüzünde denemesi yapıldı. Andrey Saharov, kendisinin“Anılarında” bu denemenin nasıl yapıldığını, ne kadar büyük güç olduğunu yazdı. Ancak sonrasında neler olacağını söylemedi, çünkü patlamanın sonucunun neler doğuracağını tam tahmin edememişti.

      Beyler, ben bir tek denemeden söz ediyorum. Söylediğim gibi benim topraklarımda bunun gibi 467 patlama gerçekleştirildi. Beyler, Sovyet yönetimi o hidrojen bombayı Kaynar Köyü’nün yanı başında denemeden önce askerî yöneticiler oranın sakinlerini başka bir yere taşıma kararı almış ve sadece gencecik 42 delikanlıyı bırakmış. Üzerlerinde deneme yapılacak hayvanlar gibi. Onlardan 37’si artık hayatta değildir. Geriye kalan beşi ise çok ağır hastadır. Ayrıca Kaynar Köyü’nün 17 sakini kan hastalıklarından vefat etmiştir; radyasyona maruz kalan 14 kişi intihar etmiştir, 170 kişi de kanser hastalıklarından yaşamlarını yitirmiştir. O küçücük Kaynar Köyü’nde 28 çocuğun zekâ düzeyi gelişmemiş veya fiziksel olarak sakat doğmuştur. Bir tek patlamanın zararını çeken köyün dertli ve acıklı durumu işte böyledir. Bizde yüz binlerce insan radyasyona maruz kalmıştır; böylece milletin soyuna zarar verilmiştir. Önümüzde bizi daha ne gibi felaketin beklediğini bilmeyiz. Kazakistan’ı tuzağına düşüren nükleer denemelerin, Aral Denizi sorununun, çevrenin gördüğü zararın sonucunun ne olacağını kim bilebilir…

      Kaynar Köyü’nü pençeleyen faciadan yaşamlarını yitirenlerle ayakta ölü gibi yaşayan insanların listesini CND8 başkanlarına ileteceğim. Burada biz net bilgilere dayanarak konuşmalıyız. Barış ortamında nükleer deneme kurbanları olan insanlar hakkında kitap çıkarmamız gerekir…

      Hâli hazırda atom bombaları gizli bir şekilde denenmekte. İngiliz bombasının ABD’de deneneceğini, Fransa’nın gerçekleştirmeyi öngördüğü patlamaları ancak burada duyduk, öğrendik. Ancak bu bilgilerin bir yararı bulunmamakta, çünkü karşı duracak güce sahip değiliz.

      Hiroşima ile Nagazaki’ye yapılan zulüm 1945 yılının Ağustos ayı ile sınırlanırken Kazak topraklarına, Kazak milletine 1949 yılının Ağustos ayında yapılmaya başlayan zulüm bugüne kadar devam etmektedir.

      1988 yılının Ağustos ayında Kazakistan’da orta ve yakın mesafe roketlerini imha etme süreci başlatıldı. Sürece pek çok ülkeden temsilci davet ettik. Roketler imha edilmeye başlandığında göklerde aradığımız yerlerde bulunmuş gibi sevindik. Fakat sevincimiz uzun sürmedi. İmha edilen roketlerin yerine ABD roketleriyle kıyasla çok daha geliştirilmiş, yeni roketlerin getirildiğini duyduk.

      Özetle, biz uçurumda duruyoruz. Soğuk savaş gerilerde kaldı. Batı ile Doğuyu birbirinden ayıran Berlin Duvarı yıkıldı. Ancak barışın nükleer silahla korunamayacağından (buna Çernobil olayı örnektir) bin defa emin de olsak, nükleer silahların denenmesi hiçbir zaman destek bulmasa da patlamaların hâlâ gerçekleştiriliyor olması akla yatmamaktadır.

      Tabii, gerçek durumlara uygun olarak söyleyecek olursak, SSCB birkaç defa örnek davranış sergileyerek diğer devletleri toplu bir şekilde silahsızlanmaya, nükleer denemeleri durdurmaya davet etti. Söyledikleri ile de sınırlı kalmadı. 1985 yılında tek taraflı durdurma ilan ederek poligonlarını bir buçuk yıllığına kapattı. Geçen ilkbahardan bu seneki 24 Ekim’e kadar ne Degelen Poligonu’nda, ne de Novaya Zemlya Poligonu’nda atom bombası patlamaları duyuldu. Kazakistan Parlamentosu, SSCB Hükümeti’nden Degelen Poligonu’nu kapatma talebinde bulundu. Bu, egemen cumhuriyetin talebi idi, uluslar arası hukuka göre ise bu tür ülkenin topraklarına o ülkenin izni olmadan herhangi bir deneme yapılamaz. SSCB Yüksek Kuruluda tüm devletlerin Parlamentoları ile Hükümetlerine nükleer denemelere tamamen son verme önerisinde bulundu. Bulutlar dağılıp güneş gülmeye başlamış gibi oldu. Fakat öyle değilmiş. SSCB, kendi sergilediği örnek davranıştan vazgeçip 24 Ekim 1990 tarihinde, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün inisiyatifi ile her yıl düzenlenen Silahsızlanma Haftalığı başladığı gün Novaya Zemlya’da nükleer patlama gerçekleştirdi. Greenpeace gönüllüleri gençlerin patlamayı durdurma girişimleri sonuç vermedi, onlar bizim deniz askerlerimiz tarafından göz altına alındılar. Ben sizlerle, Avamlar Kamarası üyeleriyle görüştüğüm gibi o gençlerle de görüşüp Novaya Zemlya’daki patlama hakkında fikir alışverişinde bulundum.

      Patlama neden gerçekleştirildi? Amaç dünya toplumuna gözdağı vermek midir, yoksa silahsızlanma fikrini inkâr etmek mi? Novaya Zemlya’da patlama yaşandığı gün Pravda (Hakikat) Gazetesi’nde “Ülkemiz Nükleer Poligonları Sessiz Kalmaya Devam Etmeli Mi?” başlıklı yazı yayımlandı. Bu, Gorbaçov’un “yeni biçimde düşünme” prensiplerine zıt bir şekilde deniz askerlerini aklamak ve eski “düşman suretini” canlandırmak demekti. Makale yazarı, denemelerin yeni “biçimi”nin, etki miktarının, artırılarak ABD’de yeni nükleer silahlarının yapıldığını belirttip bu nedenle “güvenliğin sağlanması” açısından SSCB’de nükleer denemelere devam etmenin doğru olacağını ifade etmiş. Bu nedir? Yeniden inatla karşı çıkmak, üste çıkmaya çalışmak değil mi. “Güvende ve endişesiz” olmak için… son derece tehlikeli silahı üst üste yenileyerek üretmek gerekirmiş.

      Böylece, biz bu pozisyonu benimsemeye devam edecek olursak büyük facia girdabına yakalanacağız ve büyüklüğünün ne kadar olduğu belli olmayan bu girdap bizi batıracak, yutarak yok edecektir.

      Şuurlar tamamen uyanarak: “Durun.” diye haykırmaya başlamakta. Ecel püskürten ejderha silahları üretme yarışmasını derhâl durdurmaya davet etmekte. Poligonları kapatma, her türlü toplu imha silahını tamamen yok etmek istemekte. Bugün, Anma Günüdür. Coventry’de yapılan savaş sırasında yıkılan ibadethane önünde sabah erkenden toplanan kalabalığa hitap eden Canterbury Baş Piskoposu bu istek ve taleplerden söz etti. Barış taraftarları pek çok insanla Londra’nın Westminster Abbey Kilisesi’nde, Trafalgar Meydanı’ndaki Nelson Sütunu önünde gerçekleşen görüşmelerimizde de bunlar konuşuldu.

      Yüzyılımızın sonuna kadar sadece Akıl ve Şuur yolunda gitmek için bir araya gelme çabasını gösterelim. Totaliter ideolojiyi bir kenara atıp Berlin Duvarını yıkan ve Batı ile Doğu’yu birleştiren zaman, dikkatlerimizi insani genel değerlere doğru çeviren, toprağımız için, gelecek kuşaklar için nükleer silahın yer almadığı barış ortamını sağlama imkânı sunan zaman bizden bunu talep etmektedir. Kazak Parlamentosu üyesi olarak sadece kendi adıma değil, atom bombası patlamalarından sonsuz zarar gören Kazak halkı adına barışçıl yaşam için gücümüzü bir araya getirmeye davet ediyorum. Çernobil radyasonu yakıp kavuran Beyaz Ruslar ile Ukraynalıların, Novaya Zemlya’yı mesken tutan Kuzey halkının da isteklerinin bunlardan ibaret olduğunu söyleyebilirim.

      Akıllı olmak, ayak diremek değil, zamanın kıymetini, değerini bilmektir. zamanı geçirecek olursak büyük imparatorluk itibarımızı da yitirip atom külüne gömüleceğiz.

      Birleşmiş Milletler Örgütü önümüzdeki 1991 yılının Ocak ayında nükleer silah konusunu ele alacak. Toplantıdan önce bizler nükleer silaha sahip ülkelerin yöneticilerinin Akıl ve Şuur sesini dinlemelerini sağlamalıyız.

Londra, 1990.

      Bu sözler, onuru ve şerefi, hakikati bayrak olarak taşıyan güçlü şahsiyet, kalem ustası, cesur mücadeleci Anvar Alimjanov’un iç sesinin haykırışıdır…

      Aneken, bundan