insanlardan meydana gelmiş çeşitli zümreler”dir (1973: 41). Fichter ise sınıfı, “yaşam duruşu kabaca benzer olan kişilerin kategorisi” olarak tanımlar (1990: 34). Yaşamdaki duruş, bir kişinin sosyal statülerinin bileşimidir; tüm statü ölçütleri bir kişiyi değerlendirmek için birleştirildiğinde ortaya çıkan genelleştirilmiş pozisyondur. Yaşam duruşu kişinin sadece aile, iş, siyaset, eğitim veya din gruplarındaki durumununa işaret etmez, ama bu statülerin hepsinin bir bileşimine işaret eder. Yaşam duruşu, bireyin sınıf konumunu ortaya koyar. Toplumda hemen hemen herkes üst, orta ve alt sınıf gibi kavramlar adı altında sınıflandırılırlar ve bir bireyin yaşam duruşu onun herhangibir sınıftaki konumuna işaret eder (Fichter 1990: 34).
Kessler’e göre bir sınıfı nitelendiren dört özellik vardır. Bunlar aynı gelire, aynı hayat koşulları, aynı hayat davranışına; hayat görüşüne sahip olmak olarak belirlenebilir. Aynı gelir düzeyinde olan bireyler bir sınıf çatısı altında birleşirler. Zenginler üst sınıflarda, fakirler ise daima alt sınıflarda yer alırlar. Orta sınıflar her zaman mütevazı bir refah seviyesindedirler. Üst sınıftan birisi fakirleşince alt sınıfa düşer, alt sınıftan birisi zenginleştiğindeyse üst sınıfa yükselir. Bu şekilde gelir eşitliği bir sınıf teşkil ederken, gelir farkı sınıf çatışmasına yol açar. Aynı hayat koşullarına sahip olmak da bireyleri birleştiren bir faktördür. Aynı gelir düzeyine sahip olan insanlar genellikle aynı hayat koşullarına sahiptirler ve bu şekilde bir sınıf oluştururlar. Bireyler ait oldukları sınıflara göre hayat davranışı geliştirirler. Aynı giyim tarzı, yemek âdeti, çocuk eğitimi, tatil anlayışı vs. gibi konularda hayat davranışları benzer olanlar bir sınıf meydana getirirler. Bir sınıfın üyelerinin yemek yediği, uçakta seyahat ettiği ya da tiyatroda oyun izlediği yer başkayken bir diğer sınıfın tercih ettiği yer başkadır. Sınıflar başkalaştıkça hayat davranışları ve takındıkları tutumlar da başkalaşır. Sınıfı nitelendiren bir diğer özellik, aynı hayat görüşüne sahip olmaktır. Aynı hayat görüşü insanları aynı hedefe yönlendirir. Aile ve ahlâk anlayışı, inanç, hayata verilen yön ve beklentiler gibi konularda aynı hayat görüşüne sahip olan bireyler bir sınıfta toplanırlar. Aynı hayat görüşüne sahip olmayan insanlar bir sınıf içinde bir arada bulunmaya tahammül edemezler (Kessler 1985: 131-133).
Laroque, bir sınıfın özelliklerini üç başlıkta toplamaktadır. Ona göre sınıf, her toplumda rol oynar. Sınıf, bireylerin yaşam tarzlarında belirleyicidir. Sınıf, üyeleri arasında kolektif bilinç ve psikolojik bir davranış geliştirir (Laroque 1968: 9). Sınıf toplumlarda önemli bir rol oynar, mesela feodal toplumlarda derebeyler ve soylular askerî güçleri nedeniyle köylüler üzerinde etkilidirler veya Hindular arasında Brahmanlar dinî fonksiyonları nedeniyle üst sınıfta yer alırlar. Yine bazı mesleklerin toplumda saygınlığı daha fazladır. Yaşam tarzlarının farklılığı da sınıflar için belirleyici bir özelliktir. Yaşam tarzı ise, o sınıftakilerin gelir düzeyleriyle bağlantılıdır. Bireylerin barınma, giyinme ve beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılarken ortaya koydukları yaşam tarzları onların ait oldukları sınıfa uygunluk gösterir. Farklı yaşam tarzları doğal olarak farklı psikolojik davranışları da beraberinde getirir. Bir sınıfa üyelik belli bir tarzda düşünmeyi ve bazı problemlere belli tepkileri vermeyi gerektirir. Her sosyal sınıfın kendine özgü önyargıları, ahlakî ve sosyal tasarımları mevcuttur. Yine aynı şekilde her sosyal sınıfın kendi mitleri, gelenekleri ve kendisi için önemli olan konularda temel fikirleri vardır. Bir sosyal gruba üyelik, ortak bir yaşam tarzı, ortak psikolojik davranış bireyler arasında bir bilinç oluşturur. Sınıf bilinci, bir sınıfın dayanışmasını ifade eder. Bu dayanışma ise hem olumlu hem de olumsuz bir anlam taşır. Olumludur, çünkü sınıf içinde bir dayanışma duygusu vardır. Öte yandan olumsuzdur, çünkü bir sınıf kendini diğer sınıfa karşı konumlandırır ve kendini korumaya alır (Laroque 1968: 10-18). Sınıf bilinci, cemaat fikrinin güçlü olduğu toplumlarda zayıftır. Ortak bir soy bilinci, ortak din, güçlü ortak ülküler, güçlü devlet fikri toplumlarda sınıf bilincinin oluşmasına engel olur. Irk farklılıkları ise sınıf bilincini güçlendirir. Ayrıca, lüks bir hayata sahip olanlarla dilencilerin hayat tarzlarının çatıştığı gibi, çeşitli hayat tarzları arasındaki çatışma da sınıf bilincini tetikler. Esirlerin, köylülerin, işçilerin isyanlarında olduğu gibi, bireyler arasındaki aşırı sosyal farklar isyana neden olabilir, ihtilâl noktasına kadar gidebilir (Kessler 1985: 138-139).
Sınıf, kölelik, kast ve toplumsal konum gibi diğer tabakalaşma türlerinden belirli açılardan farklılıklar gösterir. Öteki tabaka türlerindekinin aksine, sınıflar yasal ya da dinsel emirlerle kurulmazlar. Sınıfa üyelik yasal ya da gelenekle belirlenen, kalıtsal olarak edinilen konumlara dayanmaz. Sınıflar arasındaki sınırlar geçirgen bir yapıya sahiptir. Mesela, farklı sınıflardaki kişilerin evliliğine getirilen biçimsel bir kısıtlama yoktur. Sınıfı diğer tabakalaşma türlerinden ayırt eden bir diğer özellik, doğuştan kazanılmamış oluşudur. Sınıf en azından, kısmen elde edilmiş bir niteliktedir. Sosyal hareketlilik, diğer tabakalaşma türlerinden çok daha yaygındır. Sınıflar ekonomik eşitsizliklere dayanır, oysa diğer tabakalaşma sistemlerinde ekonomik olmayan etkenler önemlidir. Diğer tabakalaşma türlerinde eşitsizlikler kişisel boyutta kendini gösterirken, sınıfta kişisel olmayan türden büyük ölçekli bağlantılar esastır. Mesela, sınıf farklılıkları için önemli bir konu olan ücret ve çalışma koşullarındaki eşitsizlik, belirli meslek gruplarındaki herkesi etkiler (Giddens 2005: 282).
Sınıfların kaynağını açıklayan çeşitli görüşler vardır. Bu görüşlerden ilki sınıfın kaynağını Tanrıya dayandıran görüştür. Bu görüşe göre sınıf, ilâhî bir sistemdir. Mesela Hindistan’da böyle bir anlayış söz konusuydu. Din adamlarının Tanrı tarafından verilmiş bir ayrıcalığı olduğuna inanılıyordu. Her sosyal tabakalaşma gibi sınıfın doğuşu da insanlar arasındaki doğal eşitsizlik fikrine dayalıdır. İnsanlar arasında her ne kadar eşitlik sağlanmaya çalışılsa da maddî, manevî ve karaktere dayalı eşitsizliklerin varlığı inkâr edilemez. Öyle ki savaş şartlarında itibar gören ve ayrıcalıklı kabul edilen kişiler ile barış zamanlarındakiler arasında bile büyük farklar mevcuttur. Sınıflar da bu bakımdan doğal eşitsizlikler fikrini baştan kabul eder ve bu eşitsizlikler üzerinden inşa edilir. Her sosyal sınıf, kendiliğinden var olan bir gerçeklik değildir, o insanların zihinlerinde oluşturulan bir yapıdır. Sınıf olgusu, insanların doğal eşitsizliğine dayanır ve en azından bu bakımdan eski “ilâhî kaynak” görüşü doğruluk payı taşımaktadır. Bir diğer görüş, sınıfın kaynağının ırk kökenli oluşudur. Bu anlayışa göre üst sınıf ve alt sınıf ırk olarak birbirinden ayrılır. Buna göre “efendi ırk” efendi, “uşak ırk” ise uşak olarak doğmuştur. Ancak bu görüşe yapılan haklı eleştiriler olmuştur. Orta Çağ’ın derebeyleri ve asilzadeleri köylü kökenden gelmedir. Din adamları da asilzadeler sınıfından olabileceği gibi alt sınıflardan olabilmektedirler. Doğu toplumlarında da kölelikten azat edilip devlet işlerinde önemli görevler üstlenip, prenseslerle evlenen kişilere rastlamak mümkündür. Yine prenslerin genellikle köle kızlardan doğduğuna şahit olunur. Dolayısıyla sınıfın ırkî kaynaklı oluşu da bu şekilde reddedilmiştir. Son görüş ise, sınıfın atalardan devralınan meslekler sonucunda oluştuğudur. Bu görüşe göre meslek, bir toplumda ırsî hünerler doğurur ve sınıflar da bu sürecin sonucudur. Ancak meslekî becerilerin kalıtımla geçmediği bir gerçektir. Zeki bir hukukçunun çocuğu da zeki olabilir, ama bu onun da mutlaka zeki bir hukukçu olacağı anlamına gelmez, ya da zeki bir köylü çocuğu kendisine imkânlar sunulduğu takdirde birçok meslekte başarılı olabilir. Dolayısıyla mesleklerin babadan oğula geçmesi doğal bir olgu olmakla birlikte, bunun sonucunda sınıfların oluştuğu sonucuna varmak mümkün görülmemektedir. Bütün bu sebeplerle ilâhî, ırkî