Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

dikkat etmeden bir grubun bütün üyelerine aynı olumsuz tutumu genelleme hadisesine ön yargı adı verilmektedir” (2004: 15) şeklinde tanımlamıştır. Bütün bu tanımlarda görülmektedir ki önyargı bir gruba ve bu grubun üyelerine karşı oluşmuş peşin hükümlerdir. Bir grubun üyelerine sadece bu gruba üye oldukları için yapılan olumsuz genellemelerdir.

      Önyargılar çocuk yaşta ortaya çıkmaya başlar ve içinde bulunulan kültürden beslenir. Önyargının ilk işaretleri genellikle fiziksel işaretlerdir. Çocuk zamanla gruplarla ilgili küçümseyici, kötü ve olumsuz sıfatların kullanımlarının farkına varır. Çocuklar büyüyüp genç olduklarında önyargıları da gelişir ve erişkin topluluğun önyargılarının düzeyine ulaşır. Daha sonraki süreçte önyargılar bireyin bir parçası hâline gelir, dışgruplara ve bu grupların üyelerine ilişkin davranışları düzenleyen bir faktör olarak rol oynar (Şerif, Şerif 1996: 662). Tajfel de önyargıların erken yaşlarda, çocuk henüz grup hakkında hiçbir şey bilmezken öğrenildiğini ve bunun sonradan söz konusu grup hakkında edinilen bilgilere ve onlarla olan yaşantılara rengini veren bir çerçeve sağladığını belirtir. Ayrıca anne babanın önyargılarını çocuğa aktarması, çocuğun anne babasını örnek alması da önyargıların oluşumunda önemlidir (Hogg ve Vaughan 2007: 412). Önyargıların ortaya çıkışıyla ilgili bir diğer görüş ise, sınırlı kaynakların gruplar arasında çatışmaya neden olduğudur. Gerçekçi çatışma kuramına göre, karşıt grupların iş, yiyecek, sosyal konum gibi kısıtlı kaynaklar için mücadelesi grupların birbirleriyle ilgili stereotip ve önyargı oluşumuna neden olabilir. Şerif’in “Hırsızlar Mağarası” adıyla bilinen ünlü araştırması bir yaz kampında iki grup erkek çocuğun birbirlerine nasıl düşman olduklarını ve karşıt gruba ilişkin stereotipler ve önyargılar geliştirdiklerini ortaya koymuştur (Şerif, Şerif 1996: c.1, 302). Ancak sosyal kimlik kuramcıları, gruplar arasında kısıtlı kaynaklar için rekabet olmasa dahi çatışmaların doğabileceğini, önyargı ve stereotiplerin oluşabileceğini öne sürmektedirler. Çünkü insanların kendilerine saygıları sosyal kimliklerini ve kendi gruplarını dışgruptan daha üstün olarak algılamalarıyla yakından ilişkilidir. Bir gruba ait olma hissinin gücüne bağlı olarak çatışma, içgrup yanlılığı, stereotip ve önyargı da artacaktır (Taylor, Peplau, Sears 2007: 209; Yapıcı 2005: 49).

      Önyargılar da stereotipler gibi sosyal kimlik teorisiyle bağlantılı olan sosyal kategorizasyon ve içgrup yanlılığı gibi kavramlarla yakından ilişkilidir. Sosyal kategorizasyon önyargının ilk aşamasıdır. Bu ilk aşamada bireyler “biz” ve “onlar” olarak gruplandırma yapar. Ardından “biz”e karşı bir yanlılık tutumu gösterilirken “onlar”a karşı önyargı beslenir. Öyle ki bu yanlılık dil boyutunda bile kendisini gösterir. İnsanlar dışgrubun olumlu özellikleri hakkında konuşurken olayları basitçe betimleyen oldukça somut bir dil kullanırlarken, dış grubun olumsuz özellikleri hakkında konuşurlarken kalıcı özelliklerle ilişkili olan çok daha genel ve soyut terimler kullanırlar. İnsanlar kendi önyargıları hakkında konuşurken soyut ve genel ifadelere başvururlar (Hogg ve Vaughan 2007: 397). Hem stereotipler hem de önyargılar bireyin tutum ve davranışlarını güçlü bir biçimde etkiler. Stereotipler ve önyargılar bir kez oluşmuşlarsa yeni bilgilerin ışığında değiştirilmeye direnirler. Oluşmaları nasıl ki uzun bir süreçte gerçekleşiyorsa değişmeleri de çok uzun bir süreçte gerçekleşir. Bununla birlikte stereotipler ve önyargılar arasında bazı farklar da vardır. Stereotipler bilişsel, önyargılar ise duygusaldır. Önyargı bir tutumdur ve genellikle olumsuzdur oysa kişinin bir gruba yönelik inanışları ve atıfları olarak değerlendirilen stereotip olumlu ya da olumsuz olabilir (Yapıcı 2004: 18).

      Önyargıların ve stereotiplerin değiştirilmesi her ne kadar çok zor olsa da dışgrup üyeleriyle tekrarlanan temasın stereotip ve önyargıları değiştirilebileceği ve azaltacağı düşünülmektedir. Temas kuramına göre, önyargıların ve stereotiplerin azalması iki şarta bağlıdır. İlk şart, her iki grup da eşit statüde olmalıdır. İkinci olarak ise, gruplar ortak bir amaç gütmelidir. Gruplar arasında başarılı bir temasın oluşması için Aronson ve arkadaşları şu altı şartın gerçekleşmesi gerektiğini belirtirler:

      1. Karşılıklı bağımlılık

      2. Ortak bir amaç

      3. Eşit statü

      4. Kişiler arası candan temas

      5. Birden çok üyeyle temas

      6. Eşitlikle ilgili sosyal değerler (Aronson, Wilson, Akert 2012: 804).

      Karşılıklı bağımlılık, iki ya da daha çok sayıdaki grubun her iki taraf için de önemli olan bir amaca ulaşmak için birbirlerine gerek duyduğu durumdur. Gruplar kıt kaynaklar için rekabet etmek yerine, iki tarafın birlikte mücadelesini gerektiren ortak amaçlarla beraberce çalışmak zorundadırlar. Temasta grup üyeleri statü ve güç bakımından eşit düzeyde olmadırlar. Statü dengesizliği sürdürülürse bu gruplar arasında önyargı ve stereotipler de devam edecektir. Ayrıca temas, gruplar arasında iyi ilişkilerin gelişmesine fırsat verecek kadar sık, uzun ve yakın olmalıdır. Dış grubun birden çok üyesi ile kurulan sıcak ve candan bir etkileşim yoluyla kişi, dış grup hakkındaki inançlarının yanlış olduğunu öğrenebilmektedir. Kişinin tanıdığı dış grup üyelerinin, grubun tipik üyeleri olduğuna inanması gerekir, aksi takdirde bir dış grup üyesinin istisna olarak görülmesi stereotip ve önyargılar üzerinde hiçbir değişiklik yapmayacaktır. Son olarak temas sonucunda stereotip ve önyargının azalması için, gruplar arası eşitliği teşvik eden ve destekleyen sosyal değerlerin de olması gereklidir. Sosyal değerler güçlüdür ve içgrup ile dışgrup üyeleri arasında temas kurulmasında onlardan faydalanılabilir (Aronson, Wilson, Akert 2012: 803-804; Taylor, Peplau, Sears 2007: 206-207).

      Önyargılar adeta nesilden nesile bir miras gibi aktarılır. Bunlar kültürün bir parçasıdırlar. Önyargılardan kaçınmak oldukça zordur. Rasyonel düşünebilen toplumlarda önyargılar azalmış olsa da önyargı bütün toplumlarda sıkça görülmektedir. Çünkü insanlar, çevrelerini ve “ötekileri” değerlendirirken her zaman nesnel davranmayıp, duygularıyla, sempati ve antipatilerinin etkisiyle düşünmektedirler. Bu sebeple önyargıların evrensel ve her çağda eskimeyen bir yanı vardır (Tezcan 1974: 10).

      Kültürel Kimlik ve Etnik Sınırlar

      Kültürel kimliğin oluşumunda temel unsur olarak kültür esas alınır. Kültürün toplumlar arasındaki farkları derinleştirdiği düşünülür. Larrain de insana kimlik duygusunu veren şeyin, esas olarak paylaşılan bir dilin açığa çıkardığı, paylaşılan bir kültür olduğu fikrindedir (1995: 45). “Kültürümüz bize bir kimlik ve bir dizi vasıf sağlar. Kültür neyi düşüneceğimizi, nasıl hissedeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, neleri nasıl yiyeceğimizi, nasıl konuşacağımızı, …, birbirimizle kuracağımız iletişimi ve çevremizi nasıl anlayacağımızı etkiler.” (Hogg ve Vaughan 2007: 671) İnsanların deneyim ve davranışlarını içinde doğdukları gelenek biçimlendirir. Konuşabileceği zamana kadar insanoğlu kültürünün küçük bir varlığıdır. Büyüdüğündeyse kültürün faaliyetlerine etkin bir şekilde katılır. Artık kültürünün alışkanlıkları onun alışkanlıkları, inançları onun inançları ve imkânsızlıkları onun imkânsızlıkları olmuştur (Benedict 1998: 25).

      Kolektif kimliğin ortak aidiyetin bilince çıkarılması olduğu gibi, kültürel kimlik de bir kültüre katılımın bilince çıkarılması ya da o kültüre ait olduğunun ilan edilmesidir (Assman 2001: 134). “Ortak bir coğrafyada, ortak idealler etrafında toplanmış, ortak tarihe ve ortak geleceğe yönelik birliktelikte oluşan ortak kültür, o ulusun kültürel kimliğini oluşturur.” (Mora 2008: 5) Bu tanımdan hareketle kültürel kimlik bir bakıma bir millete özgü