Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

alt bölümlerden oluşmaktadır. Ayrıca bu iki sınıf arasında, orta sınıflar yer almaktadır. Weber’in sınıf analizinin Marx’ınkine göre daha karmaşık ve çoğulcu olduğu kabul edilmektedir (Edgell 1998: 20-23).

      Sınıf ile meslek arasında sıkı bir bağlantı vardır. Meslek, bireylerin toplum içindeki konumlarını ve yaşam biçimlerini yansıtır. Sosyologlar, mesleği sosyal sınıfın bir yansıması olarak değerlendirir. Onlar, aynı meslekteki kişilerin aynı sosyal imkân ve imkânsızlıklara, benzer hayat şartlarına sahip oldukları ve benzer fırsatları paylaştıkları inancındadırlar (Giddens 2005: 287).

      Sınıf eşitsizliklerinde önemli rol oynadığı düşünülen bir diğer faktör, toplumsal cinsiyettir. Bütün toplumlarda erkekler, ücret ve statü gibi konularda kadınlardan daha avantajlıdırlar. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarihi, sınıf sistemlerinden çok daha eskidir. Hiçbir sınıfın olmadığı avcı ve toplayıcı toplumlarda bile erkeklerin üstünlüğü söz konusudur. Bu sebeple, kadınların toplum içindeki konumları babalarının ve kocalarının durumlarıyla bağlantılıdır. Bazen sınıf analizlerinde, çalışan kadınların çalışan erkeklere göre daha az emek harcadığı varsayılarak kadınların eşleriyle birlikte aynı sınıf içinde değerlendirilmeleri gerektiği düşünülür. Yine, kadınlar daha çok yarım zamanlı işlerde çalışmaya eğilimlidirler ve kadınların büyük bir kısmı ekonomik olarak eşlerine bağımlıdırlar, bu sebeple onların sınıf konumları eşlerinin konumuyla belirlenir. Ancak modern zamanda kadınların toplum içindeki konumları değişmiş, kadının çalışması sınıf farklılıklarına tesir etmiştir. Günümüzde pek çok kadın çalışma hayatı içerisinde ve hatta getirisi yüksek meslek gruplarında çalışmaktadır. Bazı ailelerde eşlerin ikisinin de çalışması zengin ailelerin oluşmasını sağlarken, diğer tarafta sadece ailede erkeğin çalıştığı ailelerin gelirleri yetersiz gelmekte ve bu, toplumda aileler arasında gelir eşitsizliğine neden olmaktadır. Ailede eşlerin ikisinin de çalışıyor olması ailelerin çocuk sayısının azalmasına yol açmıştır. Her iki bireyi de çalışan ve çocuksuz ailelerin gelirlerinin yüksekliği toplumda gelir eşitsizliklerini tetiklemektedir (Giddens 2005: 297-298).

      Sınıf ile ilgili önemli kavramlardan biri “sosyal hareketlilik”tir. Sorokin’e göre sosyal hareketlilikten anlaşılan bireyin ya da sosyal nesne veya değerin insan aktivitesi tarafından düzenlenmiş ya da modifiye edilmiş olan bir sosyal konumdan başka bir sosyal konuma herhangi bir geçişidir. Sosyal hareketliliğin yatay ve dikey olmak üzere iki ana şekli vardır. Yatay hareketlilik ya da değişiklik ile aynı seviyede bulunan bir sosyal gruptan diğerine bireyin ya da sosyal nesnenin geçişi kasdedilmektedir. Bir vatandaşlıktan diğerine, boşanma ya da yeniden evlenme ile bir aileden başka bir aileye, aynı meslekî konumda bir fabrikadan diğerine geçişler yatay sosyal hareketliliğin örneklerindendir. Dikey sosyal hareketlilik ise, bir sosyal tabakadan başka bir sosyal tabakaya bir bireyin ya da bir sosyal nesnenin geçişini tanımlar (Sorokin 1959: 133).

      Giddens’e göre sosyal hareketlilik, farklı sosyoekonomik konumlar arasındaki gruplar ve bireylerin hareketlerine karşılık gelir. Dikey hareketlilik, sosyoekonomik ölçekte bireylerin aşağı ve yukarı yönlerdeki hareketleri olarak tanımlanır. Mal varlığı, statü kazanma yukarı doğru hareketlilik iken, bunun tersi yöndeki hareket de aşağı doğru hareket olarak adlandırılır. Dikey hareketlilik açık bir toplumun simgesidir, çünkü bir toplumda düşük bir tabakada dünyaya gelen bireyin sosyo-ekonomik merdivenin yukarısına tırmanabildiğini gösterir (Giddens 2005: 299).

      Sonuç olarak, sınıf teorisyeni Marx’a göre, işçi sınıfının yaptığı devrimle kapitalist sınıf alt edilecek, özel mülkiyet kaldırılacak ve böylece eşitliğe dayanan, sınıfsız bir toplum kurulabilecektir. Weber’e göre ise, kapitalizm modern toplumda kaçınılmazdır. Bu sebeple Weber, fırsat eşitliğiyle birlikte bürokratik örgütlenmeye sahip kapitalist bir sistemi destekler. Günümüz toplumlarında somut olarak sınıfsal eşitsizliklerin varolmadığı ve sınıfa dair eşitsizliklerin daha çok insanların zihinlerinde tasarlandığı düşünülse bile, geçmişte ve günümüzde gerçek ve değişmez bir olgu vardır ki, o da toplumlarda mutlak surette tabakalı bir yapının mevcut oluşudur ve bu tabakalar arasında da eşitsizlikler söz konusudur.

      Sosyal Kimlik ve Sosyal Kimlik Kuramı

      Sosyal kimlik kuramı, 1970’lerin başında Henri Tajfel ve John Turner tarafından geliştirilmiş bir kimlik kuramıdır. Kuram, grup üyeliğini, grup süreçlerini ve gruplararası ilişkileri ele alan bir sosyal psikoloji kuramıdır (Tajfel 1982b; Tajfel ve Turner 1986). Sosyal kimlik kuramı, bireyin ait olduğu sosyal kategorilerin (milliyet, din, siyasî düşünce, spor takımı veya çalışma grupları gibi) birey için referans çerçevesi olduğunu, sosyal kimliğin önemli bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Bireyin içinde bulunduğu bütün bu sosyal kategoriler bireye diğerlerinden farklı bir kimlik kazandırır (Hogg 1997: 94).

      Kuram, birbiriyle ilişkili olan bazı temel kavramlar üzerine kuruludur. Bu kavramlar, sosyal kimlik, sosyal sınıflandırma, sosyal karşılaştırma, minimal grup paradigması ve iç grup kayırmacılığıdır (Demirtaş 2003: 127). Kurama göre, kişiler belli bir grubun üyesi olduklarında kişisel kimliklerinde değişiklikler olur. Birey için anlamlı bir grup üyeliği, bireyin kişisel kimliğinin yerini sosyal kimliğin almasına yol açar (Meşe 1999: 19).

      Bireyler üyesi oldukları sosyal gruba göre kendilerini konumlandırırlar. Burada sözü edilen sosyal grup, “yüz yüze etkileşim içinde bulunan, grup içindeki üyelerin varlığından haberdar olan kendisini ve diğerlerini bu grubun üyesi olarak hisseden belli ortak amaçların gerçekleştirilmesi için birbirini destekleyici yönde hareket eden, karşılıklı olarak birbirine bağımlı iki ve ikiden fazla bireyden oluşan birlikteliktir.” (Hogg 1997: 7) şeklinde tanımlanabilir. Bireyler kendilerini konumlandırırken bu grupla özdeşleşirler. Bir kişinin ya da grubun özdeşliği, büyük bir ölçüde, sayelerinde kişinin ya da grubun kendisini tanıdığı değerlerle, ideallerle, modellerle ve kahramanlarla bu özdeşleşmelerden kurulur. Kendini “… sayesinde” tanıma, kendini “… olarak” tanımaya katkıda bulunur (Ricoeur 2010: 163). Bu özdeşleşme sonunda bireylerin sosyal kimlikleri oluşur. Birey üyesi olduğu grubun konumunu benzeri diğer gruplarla yaptığı sosyal karşılaştırma ile belirler. Yani birey üyesi olduğu içgrubu dışgrup ile karşılaştırır. Minimal grup paradigması olarak adlandırılan klasik paradigmada ise katılımcılar, birey olarak tanılanır ya da rastgele veya önemsiz bir ölçüt kullanılarak, grup üyeleri diye açıkça kategorize edilir. İnsanlar kategorize edildiğinde ayırt edici özellikleri önemli ölçüde artar ve bir gruba ait olma duygusunun ve grup değerlerine uymanın göstergesi olan bir dizi davranış, tutum ve duygu sergiler. Bu oldukça sağlam bir bulgudur (Hogg ve Vaughan 2007: 151). Birey üyesi olduğu içgrup ile dışgrup arasında sosyal karşılaştırma yaparken kendi üyesi olduğu gruba karşı yanlı davranır. Üyesi olduğu içgruba karşı kayırmacı bir tutum sergiler ve dış grubu küçümseyerek daima kendinden aşağı görme eğilimi gösterir. Bireyin içgruba karşı sergilediği bu yanlılık iç grup kayırmacılığı adını alır. Birey içgrup kayırmacılığı ile “öteki”nin değerini düşürerek kendi kimliğini korumayı amaçlar (Connolly 1995: 67).

      İnsanlar birey olarak değil de toplumsal bir grubun üyesi olarak algılandıkları zaman sosyal sınıflandırma devreye girer. Sosyal sınıflandırmada cinsiyet, yaş, etnik özellikler, din, temel paradigmalardır. İki ve daha çok kişi bir grup olarak değerlendirildiğinde artık diğer gruplardan farklı kabul edilir (Bilgin 1995: 21; Tajfel ve Forgas 1981; Demirtaş 2004: 33-53). İnsanlar sosyal sınıflandırma süreciyle içinde yaşadıkları dünyayı birçok farklı sosyal gruba bölerler. Bu sosyal gruplara ilişkin bilgilerini, inançlarını