Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

asaleti ve şerefi korur ve herhangi bir alt sınıfa kolayca giremez. Ancak onun da çocukları alt sınıfla kaynaşır ve onda erir (Kessler 1985: 134-137).

      Sınıf ile ilgili klasik iki teori, Marx ve Weber’in teorileridir. Marx’ın teorisi, ilkel komünal toplum çağından sonra, evrensel olarak toplumun “üretim sisteminin efendileri” ve “doğrudan doğruya üreticiler” olmak üzere sınıflara bölündüğünü kabul eder (Bottomore 2010: 150). “Marx için sınıf, üretim araçları- insanların yaşamlarını kazanmak için kullandıkları araçlar- ile ortak bir ilişki içerisinde bulunanların oluşturduğu bir gruptur” (Giddens 2005: 283). Modern sanayinin gelişmesinden önce, üretim araçları toprağı işlemek, tahıl yetiştirmek ya da hayvan beslemek için kullanılan araçlardır. Bu sebeple sanayi öncesi toplumlarda iki ana sınıf, toprağa sahip olanlar ile toprak üzerinde üretimi gerçekleştirenlerdir. Çağdaş sanayi toplumlarında, fabrikalar, bürolar, makinalar ve bunları satın almak için gereken servet ya da sermaye önemli hâle gelir. Dolayısıyla iki ana sınıf, yeni üretim araçlarına sahip olanlar, yani sanayiciler ya da kapitalistler ile yaşamlarını onlara emek güçlerini satarak kazananlar, yani işçi sınıfı ya da Marx’ın deyimiyle “proleterya” olarak belirlenir (Giddens 2005: 283-284).

      Marx, sınıflar arasındaki ilişkiyi sömürüye dayanan bir ilişki olarak görür. Ona göre, çalışanlar ile işveren arasındaki ilişkiler baştan beri “düşmanca”dır. Bu düşmanca ilişkinin nedeni, işverenin, rekabetçi ekonomik koşullarda kâr edebilmek ve ayakta kalabilmek için çalışanı sömürmek mecburiyetinde oluşudur (Edgell 1998: 13). Feodal olarak tanımlanan toplumlarda sömürü, üretimin köylülerden aristokrasiye aktarılması şeklinde olur. Modern sanayinin gelişmesiyle büyük bir servet yaratılmaya başlamasına rağmen işçiler kendi ürettikleri bu servete pek az erişebilmektedirler. Mülkiyet sahibi sınıflar gün geçtikçe zenginleşirken, işçiler de giderek fakirleşirler (Giddens 2005: 285). Marx’a göre, sanayi işçisi gittikçe fakirleşirken bununla paralel olarak isyankârlaşacaktır da. İşçi sınıfı isyan etmedikçe, kendi şuurunu kazanamayacak ve işçinin hayat şartlarındaki düşüş devam edecektir. İşçi sınıfının sınıf şuuruna varması bir savaş eylemidir, proleterya kendi düşmanlarını tanıyınca kendini de tanımış olacaktır (Aron 1973: 26). Marx’a göre işçi sınıfı, şuuruna varmış bir sınıf olarak ihtilâlci bir eğilim gösterecektir. İhtilâlci olmayan bir işçi sınıfı proleterya adını almayı hak etmeyecektir, çünkü o zaman kendi sınıf şuurunu kazanmış sayılmaz. İşçileri ihtilâle çağırmak gereklidir, çünkü tarihin akışına göre işçi sınıfı toplumdaki organizasyonu kökünden değiştirecektir (Aron 1973: 30).

      Marksizm, sınıfı siyasal bir işlevle donatır. Marksizm devrimci bir teori olduğu için aynı zamanda bir siyaset yöntemidir. Marksizmdeki devrim, sınıf devrimidir. Devrimi gerçekleştirecek olan sınıf ise, işçi sınıfıdır. Sınıf ile devrim arasında, sınıf bilinci bir köprü görevi yapar (Belek 2007: 13). Marksizme göre, sınıf mücadelesi kapitalizmin nesnel sınıfsal yapısı üzerinde gelişir. Kapitalizmin başlangıç evresinde işçiler dağınıktır. Bu evrede makinalara karşı savaş söz konusudur. İşçiler makinalara karşı el emeğini savunurlar. İşçilerin kendi içindeki organizasyonları da zayıftır, işçiler ancak burjuvaziye karşı kendiliğinden ve tepkisel bir mücadele oluştururlar. Ancak zamanla makineleşmenin gelişmesiyle birlikte emek gücünün değerinin azalması ve krizler, sınıflar arasında çatışma yaratır. Çatışma bireysel olmaktan çıkar ve sınıflar kendini gösterir. Sendikalar da bu zeminde gelişir. İşçilerin örgütlenmesi güçlenir. Sanayinin ilerlemesiyle birlikte burjuvazinin bazı kesimleri proleterya tarafına geçer. Sonuç olarak, kapitalist üretim ilişkileri sınıflar arasındaki çelişkileri artırır, bu ise işçi sınıfının tepkisine ve dayanışmasına, sınıfsal örgütlenmesine yol açar. Buradan da devrimin stratejisi ortaya koyulmuş olur. Devrimci misyon ise, işçi sınıfına verilir (Belek 2007: 14-15). Marksist teoride, proleterya ve burjuvazi temel sınıflar olarak çok net bir şekilde ortaya koyulurken, ara sınıflar konusu yeterince açık değildir. Bunun sebebiyse, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi sonucunda sınıf yapısı da farklı karakterler kazanmaktadır ve yeni ara sınıflar ortaya çıkabilmekte hatta temel sınıfsal yapıların içeriğinde de değişiklikler olabilmektedir. Marx’ın eserlerine konu olan 19. yüzyıl kapitalizminde sınıfsal ayrışma henüz çok çetrefilli bir yapı arzetmez. Çünkü ara sınıflar kapitalist üretim ilişkilerinin teknik zenginleşmesine ve ara sınıfları besleyen sermaye birikim düzeyine bağlıdır (Belek 2007: 17-18).

      Marx’a göre, eski çağlardaki toplumsal üretim organizasyonları, burjuva dönemi organizasyonlarına göre daha basit ve anlaşılır bir yapı arzeder. Bunun sebebi ise, insanların henüz birey olarak tam olgunlaşmamış ve doğa ile olan bağlarını da koparamamış olmalarıdır. Bununla birlikte, o dönemlerde toplumda güçlü bir hegemonya ya da kölelik düzeninin varlığı devam etmektedir. Bu sebeplerle emeğin üretken güçleri kendilerini tam olarak geliştirememişlerdir. Maddî üretim sürecinin değişebilmesi, ancak özgür bir biçimde toplumsallaşmış insanların, bu süreci bilinçli ve planlı bir biçimde kontrol etmelerine bağlıdır. Ancak böyle bir bilince ulaşmak için de toplumun belli bir maddî düzeye erişmiş olması gerekir (Fromm 1992: 65-66). Marx’a göre emekçiler, yani işçi sınıfı bu maddî üretim sürecini bilinçlenerek değiştirecek olan kitledir.

      Marksist görüşe eleştiriler iki açıdan olmuştur. Bunlardan birincisine göre, modern korporasyonların kurulmasıyla birlikte Marksist teoridekine benzer bir kapitalist girişimciler sınıfının varolmayışıdır. İkinci eleştiriye göre ise, emek genel kategorisinin, emek hizmetlerini satanların piyasa durumlarındaki değişmeleri ve sahip oldukları yaşam fırsatlarını yansıtamayacak kadar geniş kapsamlı olduğudur. Bir diğer ifadeyle günümüzde sınıflar arasındaki farklar oldukça küçülmüştür ve “herkesin işçi sınıfı olduğu” iddiası söz konusudur (Parkin 2002: 601).

      Sınıfla ilgili diğer teori Max Weber’in teorisidir. Weber de toplumu, Marx gibi kaynaklar üzerine yapılan çatışmalarla ele almıştır. Weber’in toplum analizi Marx’ınkinden biraz daha karmaşık ve çok boyutludur. Weber, toplumsal tabakalaşmayı sadece bir sınıf konusu olarak ele almaz, daha çok statü ve parti ile şekillenen bir olgu olarak değerlendirir. Weber, Marx gibi sınıfın ekonomik koşullara dayandığını kabul etmekle birlikte, Marx’ın düşündüğünden daha çok çeşitteki ekonomik faktörün önemli olduğunu dikkate almaktadır (Giddens 2005: 285).

      Weber’e göre statü, başkaları tarafından yüklenen sosyal onur ya da saygınlık bakımından sosyal gruplar arasındaki farklılıklara gönderme yapar. Weber için statü, insanların yaşam biçimleri anlamına gelir. Barınma, giyinme, konuşma tarzı ve meslek gibi statü sembolleri ve işaretleri bireylerin diğer insanlar gözünde sosyal konumunu belirlemeye yardımcı olur. Marx için statü farklılıkları sınıf bölünmelerinin bir sonucu iken, Weber, statüyü sınıftan bağımsız olarak ele alır. Zenginlik genellikle yüksek statüyü beraberinde getirmesine rağmen, pek çok istisnai durum da vardır. Bir aristokratın bütün mal varlığını kaybetmesine rağmen toplumdaki saygınlığını yitirmediği ya da “sonradan görme” birisinin her ne kadar mal varlığına sahip olsa da, toplum tarafından saygı görmediği durumlarla karşılaşmak mümkündür. Weber, partiyi gücün önemli bir yönü olarak görür ve partinin tabakalaşma üzerindeki etkisine dikkati çeker. Parti, ortak kökenleri, çıkarları ve amaçları olduğu için bir arada çalışan bir grup birey anlamına gelmektedir. Parti, genellikle üyelerinin çıkarına ve belirli bir amaca uygun hareket eden bir yapıdır. Marx, statü farklılıklarını ve parti örgütlenmesini sınıflara dayanarak açıklamıştır, ancak Weber için statü ve parti sınıflardan etkilenmelerine rağmen, sınıf bölünmelerine indirgenemezler. Partilerin, sınıf farklılıklarını