Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

yaşanmaya değer kültür olarak görürler; diğer kültürleri görmezden gelir, hatta onların kültürlerini inkâr bile ederler (Lévi-Strauss 1997: 70). Etnosantrizm her çağda ve her toplumda varolan bir olgudur. Sağlam psikolojik temelleri vardır. Her yerde ve her çağda, her kültür insanlığın özünü kendisinin canlandırdığını iddia etmiş ve diğer halkları aşağılamıştır (Bilgin 1999: 62). Sosyal kimlik kuramı bu bağlamda “biz” ve “onlar” arasındaki karşılaştırmayı ele alır ve gruplar arası bir yaklaşımı benimser. Ancak içgrup ve dışgrup arasında yapılan ayrım, içgrup kayırmacılığını ortaya çıkarır ve “öteki”ne karşı katı ve kalıcı kalıpyargıların oluşmasına neden olabilir. Bu durumda dışgruba karşı olumsuz algıların oluşmasının yanı sıra, dış gruba düşmanlık beslenmesi ve daha da ileri boyutta gruplar arası çatışmaların ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bireylerin gruplarıyla bağları ne kadar güçlüyse sosyal kimliğe olan bağları da o kadar güçlüdür (Bilgin 1999: 86). Bireyin grubuyla güçlü bir özdeşleşme kurması “ötekine” karşı katı kalıpyargıların oluşmasına neden olurken, özdeşleşmenin yoğun olmadığı durumlarda bireylerin daha nesnel bir tutum sergiledikleri görülür.

      Tajfel ve Turner insanların olumlu bir sosyal kimlik elde etmeye çalıştıklarını varsayar. Sosyal kimliğin değeri ait oldukları grubun değerlendirmelerine bağlıdır. Bir grubun sosyal prestijini belirlemek için o grubun sosyal çevre içerisindeki başka bir grupla karşılaştırılması gerekir. Gruplar arasında yapılan bu karşılaştırma kendi grubunun lehine olduğunda grubun prestiji yükselir ve grup üyeliği olumlu bir sosyal kimliğin kazanılmasına araç olur. Aksi hâlde, gruplar arası karşılaştırma kendi grubunun aleyhinde olduğunda bu durum grubun prestijini düşürür ve grup üyelerinin benlik imajlarını tehlikeye sokar. Bu nedenlerle grup üyeleri her zaman kendi gruplarını diğer gruplara göre olumlu bir şekilde ayırt etme eğilimi gösterirler (Meşe 1999: 23). Ancak bazı durumlarda olumsuz sosyal kimlik oluşumuna neden olan karşılaştırmalar da yapılabilir. Bu durumda birey olumlu sosyal kimlik gereksinimini karşılayacak bir grup arayışına girer ve üyesi olduğu olumsuz sosyal kimliği terk etme yolunu seçer. Ancak bazen birey grubundan hoşnut olmadığı hâlde grubunu terk edemeyebilir, bu durumda ya grubuna dair yorumunu değiştirir ya da grubunu olduğu gibi kabullenme yolunu seçer (Demirtaş 2003: 140-141).

      Sosyal kimlik kuramı bireysel kimlik ve sosyal kimlik arasında ayrım yaptığı için eleştiriler almıştır. Çünkü sosyal kimlik ve bireysel kimliğin bütünüyle birbirinden ayrılması mümkün görülmemektedir. Bireysel kimliğin sosyal kimliğe tesir edeceği ve sosyal kimliğin de bireysel kimliği geliştireceği görüşünden hareketle, kuram gerçek hayatta uygulanma konusunda eleştiriler almıştır (Hogg ve Vaughan 2007: 140). Ancak kuram eleştiriler almasına rağmen, kimlik çalışmalarında ilgi görmekte ve yeni çalışmalarda da esas alınmaktadır. Kuram özellikle, gruplar arası ilişkiler bağlamında değerlendirilen kalıpyargılar (stereotipler) ve önyargılar konusunda yapılan pek çok çalışmada da tercih edilmektedir.

      Kalıpyargılar (Stereotipler)

      Stereotip terimini ilk kullanan Walter Lippman (1922) stereotipleri “kafamızdaki küçük resimler” olarak değerlendirmiştir. Stereotip, Aronson ve arkadaşları tarafından “aralarındaki farkları göz önüne almaksızın bir grubun hemen hemen bütün üyelerine aynı karakteristik özellikleri atfederek bir grup insan hakkında genelleştirme yapmaktır.” şeklinde tanımlanmıştır (Aronson-Wilson-Akert 2012: 752). Myers’e göre stereotip, “belirli bir gruptaki insanları diğer insanlardan ayıran genellemelerdir” (1987: 483) Taylor ve arkadaşlarına göre ise stereotip “belirli bir grup ya da toplumsal kategorideki insanlar tarafından paylaşılan özelliklere ilişkin inançlardır.” (Taylor, Peplau, Sears 2007: 179) Hortaçsu da stereotiplerin bir inanç olduğuna vurgu yaparak stereotipleri “bir toplumsal gruba (cinsiyet grubu, azınlık grubu, etnik grup, yaşlı, çocuk, Mülkiyeli, Bilkentli) ilişkin inançlardır.” şeklinde tanımlamıştır (1998: 229).

      Stereotipler bilişseldir. Bunlar grup üyelerinin en yaygın özelliklerine ilişkin inançlardır. Stereotiplerin doğruluk payı olmakla birlikte bunlar tümüyle gerçeği yansıtmayabilir (Taylor, Peplau, Sears 2007: 179; Hortaçsu 1998: 229). İçinde bulunduğumuz kültür, çevremizde gördüğümüz şeyleri bizim için önceden anlamlandırır. Bu bağlamda, yarısı sosyal çevreden diğer yarısı ise kişinin kendisi tarafından oluşturulan stereotipler aslî gerçeklikleri değil, olmasını istediğimiz veya olduğuna inandığımız şekilde yapılanırlar (Yapıcı 2004: 10) Bu bakımdan stereotipler yanlı bilgiler içerdiği için nesnel olmak yerine, “öteki” hakkında yapılacak objektif değerlendirmeleri engelleyen kör noktalar olarak kabul edilir (Yapıcı 2004: 12).

      Stereotipler doğrudan edinilmiş deneyimlerden çok, kulaktan dolma olarak öğrenilirler. Toplumdan, gelenek ve göreneklerden, kişisel eğilimlerimizden oluşurlar ve kalıplaşmış inanışlar yaratırlar. Stereotipler olumlu veya olumsuz, övücü veya yerici özellikte olabilirler. Sosyal psikolog Secord ve Backman stereotiplerin temel üç özelliği olduğunu belirtir. Bunlardan ilki kişilerin kategorileştirilmesidir. Buna göre kişiler belirli, ayırt edici özelliklerine göre (yaş, cinsiyet, ırk, etnisite, fiziksel özellikler, meslek, davranış modelleri vb.) kategorileştirilir. Kategorileştirme ile bir kimsenin bir kategoriye atfedilen bütün özelliklere sahip olduğunu kabul etmiş oluruz. Bir kişinin sadece o kategoriye üye olduğunu bilmek bunun için yeterlidir. Bir diğer özellik, atfedilen özelliklerde bir anlaşmanın olduğudur. İnsanlar, o kategoriye mensup bir kişide atfedilen özelliklerin bulunduğu konusunda hemfikirdirler. Üçüncü özellik ise, atfedilen özellikler ile gerçek özellikler arasında bir uyuşmazlığın olduğudur. Neredeyse her zaman, herkes tarafından stereotiplerin hiç değilse bir kısmının doğru olmadığı düşünülür (Tezcan 1974: 9-13). Yapıcı ise, stereotip denildiğinde birbirini tamamlayan iki temel noktanın bulunduğunu belirtir. Bunlardan ilkine göre, stereotip bir grup hakkında, genellikle üzerinde uzlaşılmış inançlardır, diğeri ise herhangi bir grubun zihinlerde çağrıştırdığı niteliklerdir (Yapıcı 2004: 13).

      Stereotipler bilişsel yapılar olmasına rağmen, çoğu zaman insanların kafasında kalmayıp davranışa dönüşebilir, farklı toplumsal grup üyelerine karşı ayrımcılığa neden olabilirler (Hortaçsu 1998: 229). Ayrımcılık “bir gruba ve bu grubun üyelerine karşı yersiz olumsuz davranışlardır” (Myers 1987: 484) Ancak, ayrımcılık genellikle olumsuz bir anlam ifade etmekle birlikte pozitif bir şekilde de tezahür edebilir. Tajfel ile Turner’ın sosyal sınıflandırma kuramı stereotipler konusuna yeni bir yaklaşım getirmiştir. Bu yaklaşım, stereotiplerin karşıt grupların varlığı ve kişilerin kendi gruplarının kimliğini ve dolayısıyla kendi toplumsal kimliklerini belirleme ve olumlu değerlendirme istekleri sonucu ortaya çıktıkları tezi üzerine kurulmuştur (Hortaçsu 1998: 230-231). Grup yanlılığı sonucunda ayrımcı davranışların geliştirildiği yapılan pek çok çalışmada teyit edilmiştir. Sosyal kimlik kuramcıları keyfî bir kategorilendirme sonucunda bile, içgrup yanlılığı ile birlikte, ayrımcı davranışların ortaya çıktığını tespit etmişlerdir. Bu bağlamda, ayrımcılığın oluşması için iki farklı grubun “biz” ve “onlar” şeklinde kategorize edilmesi yeterlidir. Bu durum göstermektedir ki stereotipler davranışa dönüşmese bile hem bilişsel olarak ayrımcılığı desteklemekte hem de ondan beslenmektedir (Yapıcı 2004: 20). Günümüzde, stereotip çalışmalarından karşıt grup ilişkileri söz konusu olduğunda, özellikle de etnik çatışmalar konusunda faydalanılmaktadır.

      Stereotipler ile önyargılar birbiriyle ilişkili kavramlardır ve çoğu zaman iki kavram birbirine karıştırılır. Bu iki kavramın da bir gruba karşı kötü duygular besleyen ya da davranan insanları içermesi, kavramlar arasında karışıklık yaratmaktadır.

      Önyargılar

      Önyargı