Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

istikrardır. En istikrarlı etnik sınırlar üyelerini genlerine göre belirleyen gruplarda görülür. İstikrarsız etnik sınırlara ise isteğe bağlı oluşan gruplarda rastlanır. İstikrarsız etnik sınırlarda bireyin aidiyet bilinci önemlidir, soya bağlı bir durum söz konusu değildir (Wimmer 2008: 976-984).

      Wimmer etnik sınır çiziminin temel stratejilerini şu şekilde belirler:

      1) Gruptaki insan kapsamını genişleterek yeni bir grup kurmaya çalışanlar. “Genişleme yoluyla sınırları değiştirme” (shifting boundaries trought expansion)

      2) Sınırlar arasında ilişki kurarak bu kapsamı daraltmaya çalışanlar. “Daralma yoluyla sınırları değiştirme” (shifting boundaries trought contraction)

      3) Etnik kategorilerin hiyerarşik yapısına karşı çıkarak mevcut sınırların anlamını değiştirmeye çalışanlar. “Evirme” (inversion)

      4) Kendinin kategorik üyeliğini değiştirerek sınırı aşmaya çalışanlar. “Yeniden konumlandırma” (repositioning)

      5) Diğer sosyal ayrımları vurgulayarak etnik sınırların üstesinden gelmeye çalışanlar. “Belirsizleşen sınırlar” (blurring boundaries) (Wimmer 2008: 986)

      Wimmer, ulus inşa etme süreçlerini ilk strateji içerisinde ele alır. Ona göre, Fransızların pek çok etnik gruptan Fransızları oluşturması bir “genişleme” örneğidir. İkinci grupta, sosyal dünyalarını dünyanın geri kalanından ayırarak kendine yalıtılmış bir alan kurmaya çalışan etnik grupları ele alır. “Amerikalı” üst kimliğini daraltarak kendilerini “Çinli-Koreli Amerikalı” alt kimliği içerisinde tanımlayan Los Angeles’taki Çinli ve Koreliler bu gruba örnek gösterilebilir. Üçüncü grup etnik sınırın konumunu değil, hiyerarşik yapısını ele alır. Dominant gruba karşı dışlananlar ve aşağı görülenler siyasî mücadele başlatır. Amerika’daki Afro-Amerikalılar ya da güney Amerikalılar bu gruba örnek verilebilir. Sömürgecilik karşıtı siyasî hareketler de bu gruba dâhil edilebilir. Dördüncü grupta, aktör kendi mevcut pozisyonu içinde sınırı değiştirmeye çalışır. Gönüllü geçiş ve asimilasyon şeklinde birey sınırı aşabilir. Birey, taraf değiştirerek azınlık durumundan kaçma stratejisi geliştirebilir. Wimmer’in bu gruba verdiği örnekler ise, 19. yy. Avrupasında kendi isteğiyle Yahudi kimliğinden vazgeçenlerdir veya Hindistan’da İslamı kabul eden Delit gruplarıdır. Sonuncu grupta etnik, millî ve ırkî sınırları ortadan kaldırmaya çalışanlar yer alır. Komünist enternasyonaller ya da İslamî hareketler bu görüştedirler. Medeniyetler arasındaki ortaklıkları vurgulamak da etnik sınırları ortadan kaldırmanın en bilinen yoludur. Yine dinlerarası diyalog çalışmaları ve “dünya insanı olma” temelinde etnik sınırları ortadan kaldırma çabaları da bu son strateji içinde ele alınabilir (Wimmer 2008: 987-990).

      Fredrik Barth, etnik grupların arasındaki sınırların tanımlanması amacıyla kullanılan kültürel unsurları analitik açıdan iki farklı grupta değerlendirir:

      (i) gizli olmayan işaret ve semboller- aktörlerin kendi kimliklerini açık olarak sergilemek amacıyla kullandıkları giysi, dil, yerleşim tarzı veya genel yaşam tarzı gibi özellikler; (ii) temel değerler: başarının değerlendirilmesinde dikkate alınan ahlâkî standartlar. Bir etnik gruba aidiyet, bireyin kendini ve diğerlerini o aidiyetten kaynaklanan kimliğin gerektirdiği standartlar çerçevesinde tanımlamasını da beraberinde getirir. Bireyin diğerleri karşısında kendini tanımlamak için girdiği bu süreç içinde hangi kültürel farklılıkların kullanılacağı önceden bilinemez. (Barth 2001: 17)

      Etnik grupların sürekliliği sınırların korunmasına bağlıdır. Sınırları belirleyen kültürel unsurlar zaman içerisinde değişikliğe uğrayabilir; grup üyelerinin kimliklerini ve grubun örgütsel yapısını belirleyen kültürel karakteristikler de değişebilir ancak, grup üyeleri ile grup dışında kalan kimseler arasında kutuplaşmaya varan farklılıklar sınırların sürekliliğinin teminatıdır (Barth 2001: 17-18). Etnik gruba aidiyeti belirleyen unsurlar “objektif” farklılıklar değil, toplumsal süreçte oluşan farklılıklardır. İnsanlar sergiledikleri davranışlar bakımından ne kadar farklı olurlarsa olsunlar eğer kendilerini akraba bir topluluk olan B grubuna değil de A grubuna ait hissediyorlarsa bu tanımlamayı kimse engelleyemez. Burada objektif farklılıklardan ziyade, toplumsal etkileşimin belirlediği farklılıklar önemlidir. Fredrik Barth’ın bu noktada üzerinde durduğu konu, gruplar arasındaki objektif farklılıklar değil, bireylerin kendi kimliklerini tanımlarken kullandıkları unsurların neler olduğudur (Barth 2001: 18). Barth’a göre, bir etnik kimliğin sınırlarının anlaşılması öncelikli olarak bu kimliğin oluşumuna yön veren faktörlerin algılanmasına bağlıdır (2001: 142).

      Bireylerin davranış kalıplarını anlamak, onların tabi oldukları toplumsal değerlerin ve yaptırımların haritasını çıkarmakla mümkündür. Bir grubun kimliği, o grubun bazı değerlere göre algılanması ve tanımlanması anlamına gelir. Kimlik, o grubu tanımlayan bu değerlerin korunmasıyla doğru orantılı olarak sürdürülebilir. Değerlerin yitirilmesi durumundaysa, kimliğin zayıflayarak diğer kimliklere asimile olma durumu söz konusu olabilir. Bireyler davranış kalıplarını ilişkide bulunulan etnik gruptan etkilenerek oluşturabildiği gibi bundan bağımsız objektif bir şekilde de oluşturabilmektedir. Bu nedenle, günlük hayatın rutini kimliklerimizin nasıl kurgulanacağını bize dikte eder (Barth 2001: 61-62).

      Kimlikle ilgili bütün bu bilgiler ışığında kimliğin sosyal ve kültürel boyutunun birbirinden ayrılamayacağı ve bu kimliklerin iç içe geçmiş bir yapıya sahip oldukları görülmektedir. Dolayısıyla sosyal kimlik kuramının ışığında, Kazak Sovyet devri romanlarındaki stereotipler ve önyargılar gibi konular değerlendirilirken, bununla birlikte kimliğin büyük ölçüde kültür aracılığıyla kurgulandığından hareketle, kimliğe kültürel kimlik perspektifinden bakmak da mümkündür. Kültürel kimlik ortaya konulurken Fredrik Barth ve Andreas Wimmer’in yaklaşımları esas alınarak Kazak Sovyet devri romanlarında yer alan etnisiteler arasındaki “etnik sınırlar” da değerlendirilebilir. Smith’in belirttiği gibi bireylerin iradelerinden bağımsız olarak varlığını sürdüren hatta onlara birtakım mecburiyetler dayattığı görülen “kültürün nesnel yapıcıları”nı veya ayırt edicilik vasfını tarif etmek için dil, din ve gelenek gibi kültürel unsurlar kullanılarak bu sınırlar keşfedilebilir (Smith 2009: 45).

      2. Bölüm

      Kazak Edebiyatının Tarihî ve Sosyo-Kültürel Arka Planı

      Kazak Edebiyatının Tarihî Arka Planı

      Türkistan olarak adlandırılan bölge şu sınırlardan meydana gelir: Güneyden Gürgan Nehri, Horasan Dağları, Küpet Dağı, Kuhi Baba (Kara Dağ), Mezdûran, Topçak ve Ak Dağ dağları, Hindukûş sırtları, Mustağ-Künlün Sıradağları; doğudan, Doğu Türkistan’ın doğu sınırları, Sucav civarında 98°50’ kuzey paralelinden Moğol Altayında Burucan geçidi, 93-50 kuzey paraleli ve 40°50’ doğu meridyeni noktası; kuzeyden Cungarya ve Kazakistan’ın kuzey sınırlarını meydana getiren İrtiş Havzası ve Aral-İrtiş su ayrımı hattının kuzey yamaçları; batıdan Güney Ural Dağı, Yayık nehri, İdil’in denize döküldüğü yer olan Bökey Orda ve Hazar Deniziyle çevrilidir (Togan 1981: 1).

      Bugün Türkistan’ın daha çok “Doğu Türkistan” diye bilinen ve çoğunlukla Uygur Türklerinin yaşadığı kısmı hâlen Çin idaresi altındadır. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan cumhuriyetlerinin bulunduğu ve toplu olarak Batı Türkistan diyebileceğimiz kısmı ise, önce 1730’lardan itibaren Çarlık Rusyası’nın idaresi altına girmiş, sonra da SSCB sınırları içinde kalmıştır. Rus Çarlığı’nın