ve bu iki Türkistan Hanlığı arasında devamlı mücadele yaşandı. Hokand Hanlığı ile Buhara arasındaki sürtüşme 1865’e kadar devam etti. Hokand Hanlığı bir yandan iç çekişmelerle uğraşırken, diğer yandan da Buhara Hanlığı’nın saldırıları karşısında Ruslara karşı direnci kırıldığı için 1876’da Ruslara karşı mücadelesinde yenildi ve Rusya tarafından Hokand Hanlığı’na son verildi (Hayit 1995: 32-38).
Türkistan’ın en eski şehirlerinden biri Taşkent’tir. Taşkent, Türkistan’daki Buhara ve Hokand Hanlıkları için önem arzettiği gibi Çin, Rusya ve bölgeye yakın diğer devletlerin de ilgilendiği bir şehir idi. Taşkent, stratejik önemi nedeniyle sık sık çatışmaların ana sebebi durumundaydı. Taşkent, Deşt-i Kıpçak ile Amu Derya ve Sır Derya Havzaları için bir çıkış üssü konumundaydı. Taşkent, 1598-1723 yılları arasında Kazakların, 1723-1747 yılları arasında da Kalmakların hâkimiyeti altında idi. Kalmakların Taşkent Valisi Özbek Türklerinden olan Hâkim Bey, 1747’de Taşkent’in bağımsızlığını ilân etse de Kalmaklar’ın nüfuzundan kurtulamadı. Hâkim Bey’in 1749’daki ölümünden sonra Taşkent, Kalmak nüfuzundan kurtulsa da 1755’te Çin nüfuzu altına girdi. Taşkent’te merkezî otorite sağlanamadığı için 1780 yılına kadar Taşkent dört ayrı bölge olarak, dört ayrı beyin idaresi altında bulundu. 1780 yılında Yunus Hoca Taşkent’in dört bölgesine birden hâkim oldu. 1800 yılına kadar Sayram, Çimkent, Türkistan ve Sır Derya’nın sol kısmında Hoçent sınırına kadar olan bölgeler fethedildi. Bu fetihlerin akabinde Taşkent’in sınırları, kuzeyde Türkistan’a; kuzeybatıda Karadağ’a; doğuda Sayram Dağları’na; güneyde de Ugema Nehri’ne kadar ulaştı. Taşkent hem bağımsızlığını korudu hem de ticarete önem verdi. 1894’te Taşkent’in bir ticaret kervanı Omsk şehrine giderken, aynı yıl Rusya’dan da Taşkent’e bir Rus ticaret kervanı geldi. Rus kervanı içinde Ruslar tarafından görevlendirilmiş, Omsk’tan Taşkent’e kadar giden yolların haritasını çizmekle, yol boyunca bulunan yer altı kaynaklarını tespit etmekle görevli kişiler vardı. 1795 yılında Buhara Emirliği Taşkent’i emirliğe dâhil etse de 1796 yılında Yunus Hoca Taşkent’i yeniden ele geçirdi. Bu dönemde Ruslar da Taşkent ile yakından ilgiliydiler. 1797 yılında Dimitriy Tetyatnikov başkanlığında bir Rus keşif heyeti Taşkent’e geldi ve bir yıl burada kalarak çeşitli incelemelerde bulundu ve Taşkent-Omsk arasındaki yolların haritasını çıkardılar. Yine bu dönemde Taşkent’ten bir heyet de Petersburg’a giderek Rusya ile ticaretin geliştirilmesi için görüşmeler yaptı. Yunus Hoca döneminde istikrar korundu ve Yunus Hoca’nın saltanatı Yedisu bölgesine kadar genişledi. Ancak Hokand Hanlığı, Taşkent Hanlığı’nı kendi sınırlarına dâhil etmek istediği için 1799 yılında Taşkent’e saldırdı. Önce Yunus Hoca Hokandlıları yense de, ardından1800 yılında Hokandlılara mağlup oldu ve aynı yıl öldü. Yunus Hocanın ölümünden sonra da Taşkent ile Hokand arasında savaşlar devam etti. Hokand ile Taşkent arasında yaşanan savaşların ardından Hokandlılar galip geldiler ve Taşkent’in idaresini kendi tayin ettikleri valiler aracılığıyla yaptılar. Taşkent’in hâkimiyeti için Buhara Hanlığı da mücadeleye girişti. 1840-1865 yılları arasındaki yirmi beş yıllık süreçte Taşkent, Buhara ve Hokand arasında yedi kez el değiştirdi. Taşkent ile Hokand ve Buhara ile Hokand arasındaki Taşkent savaşları, sadece Rusya’nın bölgede kendisine çıkar sağlamasına yaradı (Hayit 1995: 38-40).
Türkistan hanlıkları arasında durmaksızın yaşanan mücadeleler, Türkistan’daki coğrafî sınırların değişken olmasına yol açmıştır. Sınırların değişkenliği, Türkistan ahalisinin de iç içe geçmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Türkistan’da hem coğrafî sınırlar keskin hatlarla ayrılmamıştır hem de Türkistan’da yaşayan ahali arasında keskin sınırlar yoktur. Bu bölgede yaşayan Türk boyları arasında sürekli bir ilişki söz konusu olduğu gibi, Kalmaklar gibi Türk asıllı olmayan diğer halklarla da devamlı bir ilişki söz konusudur.
Kalmaklar (Kalmuk/Oyrat/Cungar) Türkistan tarihinde 17. asrın önemli bir gücü olarak yer almışlardır. 1520’li yıllardan itibaren Kazaklar ve Kalmaklar arasında Türkistan’da üstünlük kurmak amacıyla çatışmalar başlamıştır. Kalmaklar 1635 yılında Cungar Devletinin kurulmasıyla da, Kazaklar için ciddi bir tehlike hâline gelmişlerdir. Kazaklar ve Kalmaklar arasındaki kıran kırana süren mücadele aralıklarla neredeyse iki yüz yıl sürmüş ve 1700’lerin ortalarına kadar devam etmiştir. Kazak-Kalmak savaşları, her iki devletin de gücünü zayıflatmış, ekonomilerinin gelişmesine engel olmuş ve demografik açıdan da nüfuslarını azaltmıştır. Sonuç olarak Cungarlar da Kazaklar da başarısız olurken, Cungarları verdikleri silahlarla destekleyip Kazak-Kalmak savaşlarının uzamasına yol açan Ruslar, Kazaklar kendi istekleriyle gelip onların hâkimiyetlerini kabul ettikleri için yine kârlı çıkmışlardır (Sakhipova 2007: 53; Togan 1981: 157-158).
Çarlık’ın Doğu Siyaseti ve Uygulamaları
16. yüzyılda Altın Orda Hanlığının Rusya’daki hâkimiyetinin sona ermesinin ardından IV. İvan (Korkunç İvan), Moskova Prensliği’nin başına geçti. IV. İvan’ın 1533’te Çar unvanını alması ile de “Rus Çarlığı” devri başlamış oldu. İvan’ın 1584’te ölümünden sonra Rus Çarlığı bir süre karışıklık yaşamış olsa da sonunda 1613’te Çarlık makamına Mihail Romanov getirildi. 1917’de Çarlık’ın yıkılmasına kadar Rusya’yı Romanov hanedanı yönetti. Bu hanedan içinde özellikle I. Petro (1682-1725) ve II. Katerina (1762-1796) döneminde Rusya güçlü ve büyük bir Avrupa devleti hâline geldi (Armaoğlu 1999: 4). I. Petro, Rusya’yı daha çok batı yönünde genişletirken, Katerina ise güneyde genişlemeye gayret etti ve bu amaçla da daha çok Osmanlı Devleti ile mücadelede bulundu (Armaoğlu 1999: 5).
Rusya Asya’da yoğun bir ilerleme girişiminden önce, Avrupa’daki ilerleyişine önem verdi. Türkler’in İstanbul’u fethetmesi, Rusya’da Bizans İmparatorluğu’nun yerini alabileceği umudunu doğurdu. O dönemde Bizans mirasına talip olabilecek daha güçlü bir devlet de yoktu. Batı Avrupa bile, Moskova Prenslerinin İslamiyet karşısında Hıristiyanlığı koruyabileceğine inanmaya başlamıştı. 16. yüzyılın ortalarında Moskova’nın üçüncü Roma olduğu fikri yayıldı. Bu fikir, Rus siyasetinin rehberi oldu. Moskova Prensleri, artık bu siyasete uygun olarak hareket ediyorlardı. Osmanlı karşısında kendini zayıf gören Rusya, hayalini kurduğu Bizans İmparatorluğu’nu doğu yönünde, Türkistan’da devam ettirmeyi düşünmeye başladı. Kısa bir süre önce Altın Orda’nın baskısından kurtulup müstakil bir devlet durumuna gelen Rusya, bu tarihten sonra dikkatini Doğu’ya çevirdi. Önce 1552’de Kazan Hanlığı, ardından da 1556’da Astrahan Hanlığı Rusya hâkimiyetine girdi. Ruslar bu şekilde İdil ve Yayık nehirlerine, dolayısıyla da Hazar Denizi’ne ulaştılar. Rusların Doğu’ya doğru yayılmaları bundan sonra da devam etti (Hayit 1995: 41-42).
Rusya 1556 yılında Hazar Denizi’ne ulaştı, 1582’den sonra Sibirya yönünde yayıldı, 18. yüzyıl başından itibaren de gerçek anlamda Asya’nın zenginlikleri Rusya’nın dikkatini çekti. Ardından da batıda Avrupa devletleri ve güneyde Osmanlı aleyhine o günün şartlarında yayılmasının mümkün olmayacağını gören I. Petro, Hindistan’a ulaşmak amacıyla bütün Asya’nın işgalini amaçlayan Doğu Siyaseti’ni oluşturdu. Bu amacın ilk basamağı Petro tarafından ifade edildiği gibi, Kazak bozkırlarını bir anahtar ve kapı olarak kullanıp Türkistan’ın tamamına hâkim olmaktı (Yorulmaz 2005: 117).
I. Petro, Türkistan ve Hindistan’a büyük bir ehemmiyet vermiştir. O, Rusya’nın Türkistan’daki nüfuzunu ticaret aracılığıyla genişletebileceğini düşünüyordu. Bu amaçları için de Hazar Denizi’nin siyasî, iktisadî ve askerî açıdan oldukça önemli olduğunu anlamıştı. Petro, Hazar aracılığıyla