Avelbek Koniratbayev

Kazak Folklorunun Tarihi


Скачать книгу

Orta Asya’yı mekân eden Türk kabilelerinin atıdır” (Tolstov, 1935: 15-20), -demiştir.

      S.P. Tolstov Marrın “Skif tili/İskit dili” adlı makalesindeki sözcüklere duraklarsak, “oğız” kökündeki “ğ-z” toplanarak “s” olmaktadır, İskit dilinde ba-kar (sığır, inek), i-kuj (öküz), Latincede pe-ko-ris (sığır) olmaktadır. Almancada okş (peri, oh-sığır, Arap dilinde ba-kar (sığır, ba-ğır (deve), ba-kir (tailak), buradan Abu-Bekir sözü ortaya çıkmaktadır. Çuvaş dilinde bo-kor, bı-kır (öküz). Ay-gır sözünde şu kök dâhil edilmektedir. Bu isim sonradan Oğuz boylarının adı olarak geçmektedir. Bundan Oks-Okus, Yun. Oksos sözü çıktığını göstermektedir. Onun eski kökü de –Vahş. Eski Yunan, Arap seyahetçilerin eserlerinde Varahş-Aral denizidir (Hazar).

      Böylece dillik analizle ortaya çıkarak, S.P. Tolstov. “Oğuzların boylık birliği Oksa kadarki zamanda başka bir yerden göç edip gelen kabileler değil, birlik adı da ırmak adı da eskiden beri herkese ortak totem adından, yerel dil sözünden gelmektedir. Öyleyse Orta Asya Oğuzlarına eski zamanlarda şu yeri mekân eden İskit kabilelerinin meşru mirasçısı olarak bakmamız gereklidir. Oğuz toteminin adı eski İskitler orta sırasında olması gereklidir” (Tolstoy, 1935: 16), diye yazmaktadır.

      Öküz totemi bütün dünya halklarına aittir. Halk çocuğu olan ilk büyük baş hayvan o olması gereklidir. Örneğin, Halkaslar (bir Moğol kavmi) efsanesinde onun soyu kuku boğa (gök öküz), onun kadına yaklaşmasından Moğollar ortaya çıkmaktadır. Brutlar kendilerini han kızıyla evlenen Buke Noyan’dan yayılmaktadır diye saymaktadırlar. Doğuda gök öküz yeri kaldırıp durmaktadır denilen kavram vardır. O yer yaratılışındaki dönemden, Âdem atadan beri vardır. Yunan mitlerinde Gerakl, Skifiyaya gittiğinde Borispen adlının bozgun kızı Geriyonu öküze bağlayıp sürdürerek vatandan kovmaktadır. Ondan da İskitler ortaya gelmektedir. Harezm efsanesinde Sasrauka öküzüne binerek gelen Jamşid onun ilk geleni denilmiştir. Kabileyi öküzden yaymak Altay Türklerinde de vardır. Örneğin, “Oğıznâmede” Oğuzhan’ın ayağı sığıra, gövdesi bozkurda, omuzu sansara, yüzü ayıya benzetilmiştir. Bütün vücüdünde tüy olmaktadır. Burada çeşitli hayvanlar ve kuşlar totemi birleşmektedir.

      S.P. Tolstov öküz totemini erkekler kültü olarak saymaktadır. Kidanlarda kadın totemi sığır, erkekler totemi de beyaz at olmuştur. Kidanlar efsanesinde de şu ata binerek Tuhe ırmağında yüzüp gelen erkek Huan-He ırmağında kırmızı sığıra binip gelen kıza rastlamaktadır. Şu ikisinde Kidan halkı türemektedir. Kidanlar buradan itibaren dedelerinin ruhuna beyaz atı kurbanlığa çalmaktadır. Onlar sonradan Türkleşmektedir.

Yıl Sayma Totemi

      Tibet, Çin, Türk-Moğol halklarında eskiden beri yıl sayma geleneği olmaktadır. Onun en küçüğü (25), ortası (50), büyüğü (75) olarak dizilmektedir. Bu üç yıl saymasını Türk kabileleri hayata felaket getirecek diye saymaktadır. Buna halk ağızından bir örnek sunarsak: 1844 yılı Kenesarı Sarısu’ya gelip, Sır Kıpçaklarına deve, buğday, insan bul deyip bir feryat çıkarmaktadır. Bunlarda da hayvan, buğday olmamaktadır. Ve o zaman Dosbol akıl sormaya, Törttöbe Kıpçağının ihtiyarı Toba biye yönlenmektedir. Kapıya girer girmez Dosbol başını geri çevirmiştir. Yanındakiler bunun sırrını sorduğunda: “Benim ervağım tilki idi, Toba biyin ervağı leoparmış. Kapıdan girdiğim an tilkim korktu, ben de korktum”, -demiştir. Kazaklar hayvan, bura, ülek, öküz totemlerin insan ervağı olarak kullanmaktadır. Bundan başka yılı herhangi bir yuvarlak on iki sayıya ekleyip (müşeli/yıl sayısı) çıkarmaktadır. Onlara da hayvan adları konulmaktadır. Sıçan, sığır, leopar, tavşan, salyangoz, yılan, yılkı, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz. Bunların yeri değişmemektedir, sayı sırası da bellidir. Doğa durumunu, insanın yaşını buna bakarak öğrenmiştir. Kazaklar “yaşın kaç” demeden “yılın ne” deyip soruşturarak bilmektedir. Bu sayıyla insan yaşını yanılmadan bulmaktadırlar. Müşelden yıl sayısını Moğollar 1027 yılında Tibet halkından almışlardır. O da Moğollardan Kazaklara gelmiştir. Tibet halkında yıl sayma sırası biraz değişiktir (tavşan, ejderha, yılan, yılkı, tavşan, maymun, tavuk, köpek, domuz, sıçan, sığır, leopar), fakat totem gizemleri aynıdır. Moğol ve Türk boylarının müşelleri aynı: sıçan (kulğana), sığır (uhar), leopar (tuulay), salyangoz (lu), yılan (ogay), yılkı (morin), koyun (konin), maymun (maşin), tavuk (takya), köpek (nokay), domuz (kukay). Bunlar kutsal hayvan olarak sayılmaktadır. Kulğana-hastalığın adı, yılan-yut simgesidir, yılkı-savaş, koyun- huzurlu, bereketli yıl. Sonradan Moğol-Türk boyları kutsal hayvanların adını soyut kavramlar olarak kullanmışlardır.

      Bunun hepsi şimdiki Türk boylarının folklorunda yer almaktadır. Bunların sırları ile özelliklerini anlamadan, folklordaki efsane karakterlerinin doğasını anlamak bayağı zordur. Bu batıl inançlara bakarak biz Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak folklorunda İskit, Massaget, Ğun, Üysin, Oğuz-Kıpçak zamanlarından kalan kavramlar ile gelenek ve âdetler çoktur diyebiliriz. Bunların hepsi İslam öncesindeki gelenek-göreneklerin izidir.

      EFSANELER

      Efsane, masal, vakayinâme, şecere tüm halklarda vardır. Onlarda tarihî olay, kahraman, hızlı at, av kuşu, coğrafik isimler, ay, güneş, yıldızlar hakkında söz edilir. Bu özelliklerine göre onları mitolojik ve tarihî efsaneler olarak sınıflandırmaktayız. Çoğu durumlarda masal, efsane, destan birbirleriyle bağlıdır. Masalın efsane, efsanenin destan şeklinde söylenmesi mümkündür.

      Mitolojik efsanelerin başlıca niteliği komşu olan farklı ülkeler ile milletlerde ortak olmasıdır. Örneğin, Madi (Mode) efsanesi tüm Orta Asya, Altay, Sibirya, Kafkas halklarında ortaktır. Çünkü o zamanlardaki toplumların inançları da aynıydı. Nuh tufanı hakkındaki efsaneler sadece Yakın Doğu’da değil Çin, Orta Asya folklorunda da yer almaktadır. “Kazıgurt’ta gemi kalmış, o evliya değilse neden kalmış?” ifadesi İslamî niteliğe sahip olduğunu bazı araştırmacılar fark etmemektedir. Bu sonra ortaya çıkan bir efsanedir. Masaldaki eski efsaneler insan şeklinde değildi güneş, ay, toprak, gemi, tufan, Âdem Peygamber, Havva Ana şeklindeydi. Zamanla onlar ayrı bir kahraman, şahıs adına geçer. Bu efsaneleri kozmolojik, antropolojik olarak sınıflandırarak bir düzene getirilmelidir. Bize antropolojik destanlar çok yakındır. Bu folklorumuzu detaylı olarak araştırırsak, geçmişimize yaklaşmamıza neden olur.

      Eski efsanelerde beyaz at, Ülker, Zuhre hakkındaysa, IX. yüzyıla ait “Oğuz-nâme” etnogenez56 efsanedir. “Şahnâme”, “Ramayana”, “Bin Bir Gece”, “Manas”, “Dede Korkut”, Orhon yazıtlarında efsane, masal, şecere karışıktır. Böyle mitolojik efsaneler Hindistan, Mısır, Roma gibi ülkelerde çoktur. Sonra efsanelerde insandan ve hayvandan bahsedilmiştir. Çünkü hangi masal, efsane, destan olursa olsun, ilk olarak gerçek hayattan alınmış vakadan ve sonrada bilinçteki kalıntılardan ortaya çıkmıştır. Bazen tasavvur etme, bazen mantıki düşünme yoluyla yaratılan efsaneler insanoğlunun hayalinin harika bir başarısıdır.

      Doğu sultanlarının saraylarında meydana gelen efsanelere vakayinâme denir. O vakayinâmelerden “Ferhad-Şirin”, “Yedi Güzel” gibi destanlar ortaya çıkmıştır.

      Efsane mi yoksa vakayinâme mi daha önce meydana gelmiştir? Bu konu üzerinde tartışma yapılabilir. Fakat belli bir konudan söz edince, tam olarak bir şey söylemek zordur. Örneğin, Orta Asya halklarında “Şahnâme” hakkındaki efsaneler çoktur. Bunun yanısıra bu eser bizim için büyük bir mirastır.

      Efsanenin şecerelik, vakayinâmelik, efsanevi biçimleri zamanla tarih ilmine yön vermiştir. Reşiddin’in “Moğol Şeceresi” tarih, “Altın Topşı” vakayinâmeyse, Rabat Oğuzi’nin “Kissas-ül Anbiya”sı tarihi şahısların hayatını anlatan bir romandır. Orhon Yazıtlarına biz vakayinâme