metin kendi okuru ile tamamlanınca son bulur ilkesiyle hareket eder. Yani yazar, metni oluşturur; fakat o yalnızca oluşturulmuştur. Okuyucu metni okuyup anlamlandırınca açık olan metin kapanır ve yaratma da ancak bu sürede sağlanır.
Sonuç olarak, roman sanatına göre zaman kavramının ele alındığı bu kısımda, zamanın hem anlatı öncesinde hem anlatı sırasında hem de anlatının üreticisi yani yazarı tarafından bitirilmesinden sonra okur tarafınca alımlama/anlamlandırmasıyla sona erdiği bir süreci barındırdığı ifade edilmiştir.
2.2.2. Mekân (Uzam)
Roman sanatı için zaman kadar önemli olan bir diğer unsur da mekândır. Romancı itibari bir âlem oluşturmak için harici âlemi model alan bir mekânı oluşturmak zorundadır. Bunlar bir park, bahçe, yalı, kahvehane, restoran ya da yalnızca bir oda olacağı gibi; İstanbul veya Ankara gibi gerçek şehirler de olabilir. İtibari âlemde mekânın oluşması, romanda gerçekliği arttırıp, okurun romanda kaybolup gitmesini sağlayabilmektedir. Yine de oluşturulan itibari âlem gerçeğe her ne kadar yakın olursa olsun, o, özü dolayısıyla itibaridir. Ne kadar gerçekçi olursa olsun bu hep böyledir. Çünkü eserde gerçek mekânlar yer alsa da yazar kendi yaratıcılığını katarak onu farklılaştıracaktır.
Mehmet Tekin’e göre, romancı mekânı dört farklı amaç için kullanabilir. Bu dört madde şöyledir:
a) olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmak,
b) roman kahramanlarını çizmek,
c) toplumu yansıtmak,
d) atmosfer yaratmak74
Tzevatan Todorov ise, yazar için anlatıda tercih edebileceği iki ayırt edici mekân üzerinde durmaktadır: Olayların geçtiği yerin seçimine gelince, bu konuda ayırt edici iki durum vardır:
Durağan (statik) Durum: Bütün kahramanlar aynı yere toplandığında gerçekleşir. (Bu nedenle beklenmedik karşılaşmalara olanak veren oteller ve benzeri yerlere çok sık rastlanır.)
Devrimsel (kinetik) Durum: Kahramanların gerekli buluşmalara gidebilmek için yer değiştirdikleri zaman gerçekleşir. (Gezi anlatı türünde öyküleme)75
2.2.3. Kişiler
Roman sanatı en az bir vak’anın anlatımı ya da gösterimiyle oluşmaktadır. Bu vak’anın da en az bir eyleyeni olmalıdır. Bu nedenle roman sanatını kişiler olmadan düşünmek mümkün değildir. Bazı eserlerde kişi, insan dışında bir varlık da olabilir. Bu, kimi zaman bir hayvan kimi zaman bir koltuk kimi zaman da bir araba olabilmektedir. İster insan olsun ister kişi, bir anlatının iç tutarlılığını sağlamak için mutlaka bir kişiye ihtiyaç vardır.
Romanın bilinen estetik dünyası kurulurken, vak’aya, kişi veya kişilerle canlılık kazandırılır ve bu canlılık, dil ve anlatım teknikleriyle dışa yansıtılır, hissettirilir. Sonuçta aslının benzeri olan dünyada, literatürdeki adıyla ‘kurmaca’ bir dünya elde edilir. Romancının muhayyile gücü ve yazma yeteneğiyle aslına benzer yaratılan bu dünyada başlıca ilgi odağı, kişidir. İlgi odağıdır; çünkü, diğer ögeler onun için vardırlar ve söz konusu dünya onunla bir anlam ve işlev kazanmaktadır.76
Roman, altında toplumsal koşullar yatsa da, her zaman dipdiri, canlı bir bireyi, bireysel yaşantıyı vermeye çalışır. Bu nedenle dünyada savaş gibi büyük yıkımlar meydana geldikçe, yazarlar (ya da daha genel bir ifadeyle sanatçılar) bireyin durumunu izlemiştir. Örneğin “dünyayı, önce Birinci Dünya Savaşı sarstı. Sanatçılar bireyin mutsuzluğunu izlediler ve alışılmış tekniklerin bu çaptaki yıkımları sanata dönüştürmeye yetmediğini saptayarak yeni yollar aradılar (Gerçeküstücülük, Bilinç Akımı, Dadaizm…). Sonra da daha büyük yıkımlarla İkinci Dünya Savaşı geldi. 20. yüzyılın ikinci yarısında sesini duyurmaya başlayan postmodern ise, giderek gerek sanat gerek düşün yapısında büyük bir kırılmaya, paradigma değişikliğine yol açtı.”77 Roman kişisi tüm büyük yıkımlarla birlikte gelen yeni teknikler ve yeni kuramlar ile roman sanatında daha farklı bir konuma yükseldi ve artık romana kendi iradesini yansıtır oldu. Böylece roman, gerçek anlamda bireysel yaşantıyı vermiş oldu. Tüm bu süreç, roman sanatı içerisinde, roman kişisinin merkez kuvvet olduğunu açıkça göstermektedir.
Etienne Souriau, roman kişilerini, roman içindeki konumu ve işlevlerine göre altı gruba ayırmıştır. Bunlar; asıl kahraman, hasım veya karşı güç, arzu edilen ve korku duyulan nesne, yönlendirici, alıcı ve yardımcıdır.78
2.2.4. Toplumsal Yapı ve İlişkiler
Roman sanatı, diğer sanat ürünleri gibi, toplumsal olaylardan etkilenen bir sanattır. Her roman, içinden çıktığı toplumun karakteristik özelliklerini içinde barındırır. Bu nedenle inceleme yapılırken, roman sanatının bu yönü göz önüne alınarak incelenmelidir.
2.2.4.1. Siyasal Düzey
Romanın belli bir zaman dilimi içerisinde geçtiğini daha önce belirtmiştik. İşte bu noktada, romanın geçtiği zaman dilimi içerisindeki siyasi yaşam ile romanın anlattığı siyasi yaşam ilişkisi ele alınır ve gerçeğe uygunluğu tespit edilir.
2.2.4.2. Kültürel Düzey
Toplumlar kimliklerini kültürler yoluyla korur. Kültür, bir toplumun geçmişiyle şimdisi arasındaki en önemli köprüdür. Romancı da, anlatısında kendi kültürüne ait unsurları kullanabilir. Araştırmacı, bu aşamada, anlatının ait olduğu kültürün özelliklerinden ne ölçüde faydalandığını ve bunları hangi amaç için yaptığını tespit eder, açıklar.
2.2.4.3. Ekonomik Düzey
Roman sanatında, harici âleme benzer bir itibari âlem oluşturmak isteyen her yazar, eserinde ekonomik yapıyı da inşa etmek zorundadır. Çünkü roman, bir toplumun özelliklerini yansıtıyorsa eğer, yazıldığı dönemin ekonomik şartlarını da içinde barındırmalıdır. Özellikle bir dönem romanının ekonomik düzeyi anlatılmadan başarılı olması söz konusu değildir.
Yazın metinleri belli bir yer ve zaman özgü egemen dünya görüşünün birey yoluyla ifade bulmuş biçimleridir. (…) Edebiyat yapıtlarıyla sosyo-ekonomik yaşamın yapıları benzeş (homolog) olduğuna göre, edebiyat türleri bu koşutluğa bağlı olarak ortaya çıkmış yazma biçimleridir. Goldmann’a göre, edebî eserler onlarla beslenir, büyür, değişir ve yok olurlar.79
2.2.4.4. Dinsel Düzey
Dinsel düzey içerisinde romanın dinsel yönü ele alınacaktır. “Sınıflı toplumlarda egemen ideolojinin dine yaklaşımı ve zayıf sınıfın dini algılayışı ele alınacaktır.”80 Kosova Türklerinin tarihsel süreçleri göz önüne alındığında, din özgürlüğü konusunda kısıtlamalar yaşadığı ve bu nedenle zor günler geçirdiği görülecektir. Kosova Türkü olan Reşit Ha-nadan da eserlerinde bu süreci işlemiştir. Bu nedenle, incelememizde, eserlere bu açıdan bakılacak ve tahlil edilecektir.
2.3. Açıklama Aşaması (Aşkın Çözümleme)
Goldmann’ın iki aşamalı çözümlemesinin ikinci bölümü olan “açıklama aşaması”, eserin içyapısını çevreleyen dış çerçevenin incelenmesi esasına dayalı dış çerçeveyi teşkil eden unsurlar incelendikten sonra eserdeki dünya