Yasin Yavuz

Reşit Hanadan ve Romancılığı


Скачать книгу

edebî ve düşünsel dokusunu zenginleştirmektedir. Diyalogun basit ama temel işlevi, gizli olanı ‘aşikar’ kılmak, somutlaştırmaktır. (…) İlk elde romanın bünyesinde katılmak istenen her şey, cansızdır; bir nesneden ibarettir. Romancı onlara, adeta bir ‘Mesih gibi’ ruh verir; canlandırarak okuyucusunun karşısına çıkarır. Bu işlemin gerçekleştirilmesinde ‘diyalog yönteminin katkısı büyüktür.”62

      2.1.3.9. İç Diyalog Tekniği

      Modernist romanlarla birlikte, kişiler kurmaca dünyada daha aktif olmuşlar, kendi iradelerini romana daha fazla yansıtmışlardır. Bu nokta, iç diyalog tekniği, roman karakterinin iradesine dayalı bir anlatım tekniğidir. Roman sanatında karakterlerin iç dünyalarını aktarmak için, roman karakterinin kendi kendisiyle, sanki karşısında biri varmış gibi, konuşmasına iç diyalog tekniği denilmektedir. Bilinç akımı tekniğinden ayrılan yönü ise cümlelerin gramer kurallarına uygun olarak kurulmasıdır.

      2.1.3.10. İç Çözümleme Tekniği

      İç çözümleme tekniği (interior analysis) , en kısa tanımıyla, roman kişisinin duygu ve düşüncelerinin anlatıcı ağzıyla anlatımıdır. Bu tekniği uygulayan yazar, karakterin duygu ve düşüncelerini aktarırken kendi yorumunu katmamalı, tarafsız olmalıdır. “Olay örgüsünde yer alan önemli kahramanların iç dünyalarını okuyucuya aktarma arzusunun doğurduğu iç çözümleme/tahlil, bir tür tahkiye/anlatmadır. Ancak bu tarz anlatımda anlatıcının yaptığı olayları nakletmek değil, kahramanların duygularını, düşüncelerini, korkularını, sevinçlerini; kısacası onların ruh veya psikolojik dünyalarını okuyucuya aktarmak ve deşifre etmektir.”63

      2.1.3.11. İç Monolog Tekniği

      İç monolog tekniği (interior monologue) roman kişisinin kendi kendisiyle tek taraflı konuşturulması tekniğidir. Bu sayede karakterin iç dünyası, anlatıcı olmaksızın, açığa çıkartılmış olur. Fakat bu tekniğin uygulanmasında dil ve anlatıma dikkat etmek gerekir. “İç monolog dilin düzeyini –veya niteliğini– şöyle değerlendirmek gerekir. Bu yöntemin uygulandığı bölümlerde dil, dilbilgisi kurallarına uygun ve bilinçli bir yaklaşımla kurulmuş cümlelerden çok, konuşma diline daha yatkındır. Konuşma dilinin doğallığı ve yalınlığı söz konusudur. Yani ‘iç monolog’ yönteminin uygulandığı parçalarda, ne ‘iç çözümleme’ yönteminde anlatıcının marifetiyle düzenlenmiş mantıktan gücünü alan cümlelerle, ne de ‘bilinç akımı’ yönteminde mantık silsilesi bozulmuş cümlelerle karşılaşırız. İç monologda doğal bir süreç, yalın bir yapılanma vardır ve cümleler, düşüncelerin, duyguların doğal akışına uygun olarak serbest bir akışla şekillenir.”64

      2.1.3.12. Bilinç Akımı Tekniği

      Roman sanatının psikanalize olan yakınlığının bir sonucu olarak oluşan bilinç akımı (stream of consciousness) tekniği, en kısa tanımıyla, roman karakterinin psikolojik yapısının aracısız ve düzensiz olarak aktarılması demektir. Bilinç akımını, kendisine benzeyen iç çözümlemeden ayıran en büyük özellik, gramer yapısının tamamen altüst ediliyor olmasıdır. Dahası, iç çözümlemede akan düşüncelerde mantıksal bir bağ varken, bilinç akımında mantıksal bir bağdan söz etmek mümkün değildir.

      Bilinç akımı tekniğinin kullanımı roman tarihi kadar eski değildir. “Bilinç-akışı tekniği yenilikçi romanın dokusuna yeni bir anlatım boyutu olarak eklenmiştir. Toplumsal insanın bireyleşme yönteminin sonucu olarak, roman kişileri gerçekliği yalnızca yaşamakla kalmayıp kendilerinde var etmeye başladıkça, roman teknikleri de sürekli yenilenmeye uğradı.”65 Bu yenilenmeyle romanda bağımsızlığını kazanan roman kişisinin bilinci doğrudan ve bütün çıplaklığıyla ortada olacaktır.

      Bilinç akımından yararlanmak isteyen bir yazar, özellikle şu üç unsuru dikkate almak, onlar aracılığıyla elde ettiği verileri özenle kullanmak zorundadır:

      1. zihnî alan,

      2. söz sanatları,

      3. imaj ve semboller (Humprey R., “Bilinç Akımında Kullanılan Araçlar”, Yeni Dergi, sayı: 8, 1965).66

      2.2. Anlatı Yerlemleri

      2.2.1. Zaman

      Anlatmaya bağlı edebî metinler şekillenirken zamana ihtiyaç duymaktadır. Romancı ister gizil, ister açık olsun, anlattığı öyküyü mutlaka bir zamana oturtmak zorundadır. “Romanını dokurken roman yazarının zamanı yok sayması diye bir şey olamaz. Sımsıkı değilse bile, az çok öyküsünün ipini elinde tutması, o upuzun zaman şeridini bırakmaması gerekir onun. Yoksa o da bizim gibi anlaşılmaz duruma gelir ve bu da romancı için kötü bir kusurdur.”67 Dolayısıyla bir romanı zamandan soyutlamak, roman içerisinde zamanı yok saymak mümkün değildir. Forster’ın da dediği gibi, her romanda bir saat vardır.68

      Anlatı zamanını tek yönlü bir zaman olarak ele almak mümkün değildir. Anlatmaya bağlı edebî metin için iki farklı zamandan söz edebiliriz. “Bir romanda zaman tablosu, ilk elde, ‘vak’a zamanı’ ve ‘anlatma zamanı’ olmak üzere iki düzeyde şekillenir. Bir vak’a –veya olay– hiçbir zaman sıcağı sıcağına anlatılamayacağına göre, ‘vak’a zamanı’ ile ‘anlatma zamanı’ arasında geçen süreyi de hesaba katmak, roman sanatı açısından bu süreyi gözden uzak tutmamak gerekir.”69 Anlatma zamanı ile vak’a zamanı arasında mutlaka bir boşluk vardır. Çünkü olay önce yaşanır, sonra anlatılır. “Anlatma zamanı ile vak’a zamanı arasındaki boşluğun mesafesi, anlatıcının olaya yakınlığı, görme/bilme imkânları ve anlatma tercihine bağlıdır. Mesela; tanrısal bir güce sahip olan hâkim bakış açılı anlatıcı, itibari dünyadaki her şeyi anında görme, bilme, duyma hususunda çok geniş imkânlara sahip olduğu için, anlatma zamanı ile vak’a zamanı arasındaki boşluğu son derece küçültebilir. Hatta şimdiki zaman kipiyle olayları, anında anlatabilir. Bu durumda, iki zaman çizgisi arasındaki boşluğun kapandığı ve adeta çakıştığı görülür.”70

      Şerif Aktaş ise, anlatının itibari olmasını göz önünde bulundurarak, itibari metinde yazma ve yaratma zamanı olmak üzere iki farklı zamandan söz etmektedir.71 Yazma zamanı, gönderici durumundaki sanatkârın eserine vücut vermek üzere harcadığı süreye verilen addır. Bunun itibari zamanla alakası yoktur, takvim ve saatle ölçülebilen cinstendir. Okuma zamanı da aynı mahiyettedir. Ancak okuyucudan okuyucuya değişir, daha yerinde bir ifadeyle, okuma işine bağlı saat ve takvimle ölçülebilen zamandır.

      Şerif Aktaş’ın bu yorumları Paul Ricoeur’ün ünlü üçlü mimesis teorisiyle örtüşmektedir. Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı serisinin ilki olan, “Zaman ve Anlatı Bir: Zaman-Olayörgüsü-Üçlü Mimemis”de kabaca, “anlatısal düzenlemeyi sağlayan zaman ile hayatın ve gerçek eylemin zamanı arasında belirli bir bağıntı kurduğunu”72 söyleyebiliriz.

      Paul Ricoeur, Augustinus’ta zaman kavramını, Aristoteles’te de olay örgüsü (olay örgüselleştirme) kavramını incelikten sonra şu temel savını ortaya atar: Her anlatı üç mimesis bağıntısı (mimetik bağıntı) içerir: Eylemde bulunulan