Sağat Aşimbayev

Eleştiri Yazıları


Скачать книгу

olmasına dikkat etmeleri sevindiricidir.

      Askar Süleymenov’un “Beşatar” hikâyetinin konusu meşhur 1916 olaylarıdır. Bu edebiyatımızda çok yazılan bir konudur. Buna rağmen A. Süleymenov kendisini aynı yollardan geçme, bilinenleri tekrar etme hatasından korumayı başarmıştır. Yazar, 1916 yılı tragedyasına bugünkü neslin gözünden bakmıştır. Askar’ı karmaşık olaylar, kıyasıya çatışmalar, yüzü parıldayan kılıçlar, beşatarın uzun namluları ilgilendirmiyor. Yazar ulus temsilcilerinin söz konusu tragedyaya dair ne düşündüklerini öğrenmeyi amaç edinmiştir. Halkın yazgısı hakkında başka insanların ne düşündüğünü göstermeye çalışıyor. Millî karaktere sahip başarılar ve başarısızlıklar, dışarıdan yapılan değerlendirmeler aracılığıyla ortaya konuyor. 1916 yılından önce de sonra da bir türlü arınamadığımız bazı gereksiz ve yararsız özelliklerimiz eleştiriliyor. Eski anlatılırken bugünkü meseleler gündeme getiriliyor. 1916 yılındaki halk isyanının tarihî nesnelik sebepleri olduğunu, ancak bu isyanın millî bilincimizin uyanışında bir dönüm noktası olduğunu anlatmaya çalışıyor.

      Hülasa Askar’ın anlattığı her vaka, iyice yoğunlaştırılmış, bunlara sanatkâr gözüyle psikolojik tahliller yapılmış ve böylece eser olabildiğince sıkıştırılmıştır. Bazen kahramanın karakterindeki psikolojik kıvrımlardan okuyucunun zar zor çıkmasının sebebi de bu olmalıdır. Sanatçı, kahramanın ruh dünyasına bazen gereksiz yere kurcalayarak iyice ağırlaştırıyor. Askar’ın psikolojik çözümlemesinde yalnızca Kazak ve Rus toprağına özgü değil, aynı zamanda Avrupa nesrinin gelişmiş geleneğinden alınmış unsurlara da rastlanmaktadır. Genç yazarın tip oluşturmadaki arayışlarını destekliyoruz. Diğer yandan cümlenin akışını bozan, cümleyi gereksiz yere karmaşıklaştıran ağdalı ve sanatlı sözleri ve söz öbeklerini çok kullandığını da belirtmeliyiz.

      Kazak nesrindeki yöneliş istikametlerini, her yeni eser aracılığıyla millî edebiyatımızın tipler galerisine çekine çekine giren tanıdık tanımadık tipler ve karakterlerin niteliğine bakarak da tespit etmek mümkündür. Esasen bunlardan bir kısmı dikkate alınmakta, bir kısmı ise yok sayılmaktadır. Sözgelimi Kalihan Iskakov’un “Pusu Sarını”ndaki ihtiyar Kerjak tipini alalım. Kalihan’ın ihtiyarı, iki toplum arasındaki geçiş döneminde rastlanan çok ilginç bir dramatik karakterdir. Bu, günümüz Rus edebiyatında kendisinden övgüyle söz edilen V. Belov’un “Alışılmış İş” hikâyetindeki İvan Afrikanov karakterinden hiçbir bakımdan geri değildir ancak ahlaki olarak onun zıddı bir karakterdir. Kalihan’ın ihtiyarı Kazak edebiyatında evvelce yazılmamış ancak yazılması gereken, sosyal değişimler, karışıklık ve belirsizliklerle dolu bir dönemde yaşamış bir karakterdir. Yazar bu kısa hikâyette karmaşık insan ve toplum meselesini kendince irdelemiştir. Yani toplumun içinde yaşadığı hâlde toplumluk değişimlerin gerisinde kalan bir kişinin çelişkili tragedyasını anlatının merkezine yerleştirmiştir. Hödüklük anlayışının acı tecrübelerine maruz kalan ihtiyarın portresi okuyucuyu düşünceye sevk etmektedir.

      Kendi anlayışının güdümüyle yaşayıp hayatın akışına karşı yüzmekte olduğunu kabul etmeyen, kabul etse bile hödüklük psikolojisinden sıyrılamayan, kalın kafalı, bir adım ötesindeki adamı bile görmeyen, gönlündeki ışık tamamen karanlığa esir düşmüş kişilerin bütün hayatını K. Iskakov’un ihtiyarına bakarak hayal etmek mümkündür. İmdi bu karakterin hangi ulusun temsilcisi olduğu hiç de önemli değildir, esas mesele Kalihan’ın umum insanlığa özgü yepyeni bir karakter ortaya koymasıdır. Dolayısıyla her halkın içinde böyle insanların bulunması mümkündür. Kalihan, bu ihtiyarı ülküleştirmemiş bilakis yermiştir; onun feleğin tokadını yemesini sebeplerini ortaya koymaya çalışmıştır. Demek ki ihtiyar karakterinin eğitici bir yönü de vardır. Kalihan, insan bilincinin bu şekilde çıkmaza girerek sakatlanması durumunu başka kişilerin de yaşaması taraftarıdır. Tabiatında mücadele ruhu bulunmayan kişilerin her şeyin günlük güneşlik olduğu dönemlerde de yanılgıya düşeceğine, ümitlerini yitirip perişan olacağına ihtiyar karakteri tanıktır. Bu tür insanların günümüzde de yaşadığına hiç şüphe yoktur. Gogol dünyadan göçüp gitti ancak onun yaptığı Akaki Akakeyeviç karakterinin örneklerinin aramızda yaşadığı bir gerçektir…

      Aynı şekilde Akim Tarazi’nin acı alaycılık temeli üzerinde yükselmiş, hödüklüğe atılan kurşuna benzer akıllı kahramanları, Sayın Muratbekov’un hikâyelerindeki insan ruhunun en hassas noktalarına değin inen psikolojik duruluk, Oralhan Bökeyev’in hikâyelerindeki ateşli romantik ruh ile duygulu ses ve renk, Enes Sarayev ile Tölen Abdikov’un hikâye ve hikâyetlerindeki hayat gerçekçiliği ile bilgili çağdaş insanların portreleri, ustalarımızın teslim ettiği bayrağı taşımakta olan genç nasirlerimizin yeteneğinin ve yenilikçiliğinin tanıklarıdır. Bu gençlerin hâlihazırdaki gidişatı, büyük sanatkârlık ilhamı içinde olduklarını ispat etmektedir. Tem ve konu kapsamının genişliği, hayata özgün bakışları, kendilerine has düşünce ve görüşleri, insani düşünce ufukları, gelecek vadettiklerinin delilidir.

      Uzun sözün kısası, son dört beş yıl içinde millî edebiyatımızın şahdamarı sayılan nesrin eskiden çehresi eskisinden de belirginleşmiş ve güzelleşmiştir. Nasirler cephesi, edebî bilgi ve görgüleri yüksek, enikonu tecrübe edinmiş taze kanla güçlenip gelişmeye devam etmektedir.

1971

      Büyük Deha

M. Avezov’un Doğumunun75. Yıl Dönümü Münasebetiyle

      Edebiyatın ulus vicdanının estetik görünüşü olduğu; milletin estetik, etik amaç ve ülkülerinin kendini öncelikle edebiyatta gösterdiği herkesin bildiği bir gerçektir. Bir ulusu diğer bir ulusa bütün yönleriyle tanıtan, iki ulusu birbirine yakınlaştıran; halkları birbirini samimiyetle saymaya çağıran, kısacası manevi açıdan eşitleyen de sanattır. Sanat dalları içinde ise edebiyatın kaldırdığı yük ve ettiği hizmet çok büyüktür.

      Edebiyat tarihi, ulus tarihidir. Bu, ispata ihtiyaç duymayan bir belittir. Öyleyse ulusun olduğu yerde edebiyatın sahneden düşmesi mümkün değildir. Edebiyatı halkın fikrî gelişmesinin, manevi olgunlaşmasını bedii tarihi olarak değerlendiriyoruz. Çünkü umumen insani düşünce ve bilincin alabildiğince gelişmesi de ilkin halkın edebiyatında görünüş bulur. Buna her milletin edebiyat tarihinden sayısız örnek vermek mümkündür. On dokuzuncu yüzyıl Rus edebiyatı ile yirminci yüzyıl Japon edebiyatı bunun en somut delilleridir.

      Edebiyat, ulusun en değerli hazinesidir, onu yapanlar ise ulusun içinden çıkan kabiliyetli ve gayretli evlatlarıdır. Tam da bundan dolayı şahısların yaptığı edebiyatı binler, milyonlar okumaktadır. Ondaki yüksek fikirlerden yararlanmaktadır.

      İşte, edebiyatın kudreti, sosyal eğitimlik önemi de bu özelliğinden kaynaklanmaktadır.

      Abay’ın “Ben yazmıyorum şiiri eğlenmek için / Varı yoğu, masalı derlemek için.” demesi de edebiyatın gücünü kabullenip eğitimlik önemini anlamasındandır. Şiddetli eleştiri, taşkın insani öfkeyle dolu Abay şiirleri, şairin yaşadığı dönemde düşünen birkaç kişinin manevi uyanışına önayak olmuştur. Abay, şiirlerinde Kazak ulusunun eksiklik ve kusurlarını çok dile getirmiştir. Bunun da halkın onuru ve saygınlığı için olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Abay’ın şiirleri halkı birliğe, ortak harekete ve insanlığa çağırıyor.

      Çekişerek boş yere,

      Düşman olarak kardeşe,

      Hor olup kuruyup gidiyorsun.

* * *

      Birbirini, Kazak, dost

      Görmezsen her şey boş.

      Bu