Sağat Aşimbayev

Eleştiri Yazıları


Скачать книгу

Avcılar dönüp bakıverdiler. İki oğlanı peşine takmış bir ana sayga su içmeye geliyor. Üç avcının o andaki ruh hâli hikâyede şöyle verilmiştir:

      “– Aha, elik, diyen bilim adamı, gazeteden yayılmış sofranın üstüne pusuverdi. Boynu kıvrılmış, gözleri “elik” diye bağırılan tarafa dikilivermiş.

      – Elik değil, ceylan deyip bakan da pusuverdi. Onun da kâsesi yan yattı ve konyağı dökülmeye başladı.

      Hiçbir şey görmemiş olmama rağmen ben de pustum. Benim konyağım da dökülmekte…”

      İlk bakıldığında bu sahnede fazla sözler ve cümleler var gibi görünüyor. Üç kez dökülen konyak ile yazar ne söylemek istiyor sorusu akla geliyor. Erguvani konyak, sayga yavrusunun ecelini simgelemektedir. Bu şekilde kurdun sağ kalması ama buna karşılık elik yavrusunun öldürülmesi anlatılmaktadır.

      Aynı şekilde “Kartal Yırı”nda da ele alınan ahlaki mesele imler ve simgeler vasıtasıyla anlatılmıştır. Bu hikâyede de yazarın ne anlatmak istediğini bir anda anlamak zordur. Ancak derinlerden hareket eden düşünce akışını takip edince yazarın amacını anlamamak da mümkün değildir.

      “Akranlar, oyununuza ve düşüncenize bakıyorum… Yüksek uçarsanız sevinirsiniz, alçak uçarsanız yine kendiniz yerinirsiniz… Ben de sevinmiş ve yerinmiş bir büyüğünüzüm. Bazen hevesleniyorum, bazen de sıkılıyorum… Kendim uçarak ulaşamadığım zirveyi size bırakıyorum. Kendiniz gökte, düşünceniz yerde olacağına kendiniz yerde, düşünceniz gökte olsun, canım! Yüksek denen neymiş, alçak denen neymiş, o vakit anlarsın.” (s. 110) “Kartal Yırı”ndan kartalın ağzından dile getirilen simgelik düşünce budur. Dışarıdan bakılınca hikâyenin, kartalların hayatını anlattığı zannedilir. Aslında hikâye, insan ilişkilerini, iyi işler ile kötü işleri ele almaktadır.

      Romantizm de eserde bulunması gereken temel bileşenlerden biridir. Romantizm esere ayrı bir güç, coşku ve hareket bahşeder. Bununla alakalı olarak Ğ. Müsirepov şunları yazmıştır: “Bizde romantizmin anlamını anlamama, onu sosyalist realizmin karşısına koyma ve sürekli kötü bir akım gibi gösterme hastalığı vardır.” (28 Mart 1968, Kazak Edebiyatı)

      Devrim ruhuna sahip romantizmi sosyalist realizmin karşıtı gibi göstermenin hiçbir mantığı yoktur. Nitekim M. Gorki de “Devrimci romantizm dediğimiz şey gerçekte sosyalist realizmin takma adıdır.” demiştir. (s. 159, c. 27, 1958).

      Bu düşünceleri dile getiren büyük yazarın hikâyeleri, gücünü devrimci romantizmden değil de neden almaktadır?

      Romantizm, hikâyeyi kanatlandıran etkenlerden biridir. Kazak hikâyeciliğine romantizmi getirenlerden söz ederken Ğ. Müsirepov’un ismini ilk başta zikretmek lazımdır. Nitekim onun hikâyelerinin güzelliği de romantizm ruhuyla doğrudan ilintilidir. “Japon Baladı” eserinde Taş’ı, Sırt’ı, Göz’ü konuşturması da alışılmış bir durum değildir ancak romantizmin gerçek bir tezahürüdür. Yazarın Hiroşima gerçeğini başka bir yöntemle yansıtmak yerine bu yöntemi tercih etmesi daha isabetli olmuştur. Hülasa yazarın hikâyelerinin okuyucuları heyecanlandıran yeniliğini de romantizm ve sembolizmi güçlü biçimde kullanmasında aramak lazımdır.

      Kitabın en hacimli eseri “Rastlanılmayan Bir Kişilik” adlı poema yani destandır. Anlatının destan olarak adlandırılması sıradan bir tercih değildir. Böyle adlandırılması öncelikle eserin estetik tabiatının bir sonucudur. Çünkü “Rastlanılmayan Bir Kişilik” bildiğimiz şiir diliyle ve coşkun duygularla yazılmış bir eserdir. Esere şiirin başlıca gücü sayılan lirik iniş çıkışlar ile yüksek heyecanlar hâkimdir; ayrıca vaka şiir kıtalarında olduğu gibi yumuşak ve hafif geçişlerle okuyucuya da kolaylık sağlamaktadır.

      Bu denli gerçekçi ve inandırıcı biçimde verilen duygu katmanlarını okurken hayranlık duymamak elde değildir. Erkebulan ile Akliyma’nın ilk buluştukları yer, sonra Erkebulan hapse düşünce Akliyma’nın yaptığı ziyaretler, sürgünün hayatının zor şartlarına rağmen Erkebulan’ın kaçarak ölüm döşeğinde yatan Aklima’yı bulduğu sahne, burada Erkebulan’ın içinde bulunduğu ruh hâli, tabii ve unutulmayacak bir biçimde gözler önüne serilir. Bu sahnelerin her birinde Erkebulan ile Akliyma’nın ruh portreleri daha da derinleştirilir. Akliyma, kır lalesi gibi güzel ve akıllı bir kızdır. Lakin zalimlerin ve zorbaların hışmından kurtulması mümkün değildir. Her an bozkır vahşetinin elinde ziyan olmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nitekim ziyan olmuştur da.

      Poemada etkili bir dramatiklik, kahramanlar arası çekişme ve sosyal vasıf kazanmış bir çatışma vardır. Zamanın ortaya çıkardığı iki gücün yani vahşet ile hümanizmin çatışması… Otarbayları da azgınlaştırıp nobranlaştıran zamanın gücüdür. Onlara karşı başkaldırtıp bileyen, mücadeleye çağıran da yine o zamanın gücüdür. İşte bu yer ile gök kadar bir birinden uzak ve farklı iki güruhun, çıkarları birbirine tamamen zıt iki öbeğin mücadelesi, gittikçe şiddetlenir ve vaka örgüsü mantığı içinde çözülür. Ciddi bir mücadele olur lakin hakikat, adalet tarafı üstün gelir, hükümran olur, yeni zaman gelir.

      Eseri okurken insan yazarın ustalığına hayran oluyor. Kitap yazarın zirve eserlerinden biri gibidir.

      Erkebulan ve Akliyma’nın Kazak edebiyatında yeni karakterler, meçhul kişiler olduğunu söylemek mümkündür. Yalnızca bu ikisini değil, eserde ara sıra sahneye çıkıp kaybolan tipleri de unutmak olanaksızdır.

      “Göz, gönlün aynasıdır.” diye bir söz vardır. Yazar çoğu zaman kahramanların gözlerini tasvir ederek nasıl bir olduklarını verir. Gerçekten de insan -bütün özelliklerini ortaya koymamakla birlikte- bazı sırlarını gözleriyle de ifşa edebilir.

      “Gözleri hiç durmadan koşturarak birinin koynundan çıkıp gelerek diğerinin koynuna atlayıveren ufacık kara sıçanlara benziyor.” İşte Beriş’i teşhis eden adamın karakteri ve ne menem bir adam olduğu…

      “Yalnızca gözler birbirine dokunup geçiyor. Koyancırık’ın gözlerine düşen ateş ışığı parlıyor, ruhunun derinliklerinde yatan ala yılan yuvasını göz önüne getiriyor.” Bircan Sal’ı döven Poştabay’ın Koyanjırık’ın portresi böyle canlanıveriyor.

      “Bir gözü sana bakarken diğer gözü çevreye bakıyor. Sana bakan gözü hafice oynayıveriyor. Çevreye bakan gözü yeni doğmaya başlayan yıldızları sayıyor gibi.” Böyle bir Otarbay’dan iyilik beklemek akıl kârı mıdır? Onun bu pörtlek gözlerinden nasıl bir adam olduğunu anlamak zor değildir.

      Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bu kitap ve içindeki anlatılar, büyük yazarın yalnızca sanatkârlığının seviyesini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda hayata ve sanata bakışını da gösteriyor. Kazak eleştirisi bu eseri henüz hak ettiği biçimde çözümleyip kitlelere tanıtabilmiş değildir. Hülasa Ğabiyt Müsirepov’un “Rastlanılmayan Bir Kişilik” kitabı Kazak SSC Devlet Ödülü’ne aday gösterilmesi gereken bir eserdir.

1970

      Nesir Anlığı ve Arayış

      Günümüz Kazak nesrinin gelişme eğilimi herkesin dikkatini çekmektedir. Başka bir deyişle Kazak edebiyatının belli ve saygın alanı, öncü gücü nesirdir. Çünkü günümüzün önemli meseleleri, toplumluk sorunları esasen bu alanın imkânlarıyla ortaya konagelmektedir. Edebî niteliği değişik seviyelerde olmasına rağmen büyük küçük bütün nasirlerimizin ele almadığı konu yok denecek kadar azdır dersek mübalağa etmiş olmayız. Bu, nesrin gelişme ve büyüme hızını göstermektedir; yazarlarımızın hayatın içinde bulunduğunu, sürekli arayış içinde olduğunu