Sağat Aşimbayev

Eleştiri Yazıları


Скачать книгу

yönelik bir ironidir. Hikâyedeki insani ileti de bu sayede ortaya çıkmaktadır.

      Tölen’in “Kafatası” hikâyesinin de ciddi iletiler içeren ve okuyucuyu derinden etkileyen bir anlatı olduğu kanaatindeyiz. Bu eser, Abdikov’un karakter yapma beceri ve başarısını da göstermektedir.

      Anlatıda Hamit adlı heykeltıraşın portresi çok başarılı bir şekilde çizilmiştir. Hamit, eski dönemlerde yaşamış Javbörü adlı baturun heykelini yapmak niyetindedir. Ancak baturun gerçek portresini ortaya koyamaz. Görenlerini düşüncesine göre yaptığı heykelin Javbörü ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bundan sonra heykeltıraş bu işi beceremeyeceğini kabul eder.

      Müellifin başarılı olduğu nokta, hikâyenin ulaştığı son estetik çözümüdür. Hamit’in baturun yüzünü ortaya çıkaramaması hikâyenin gerçekçiliğini artırmaktadır.

      Sanat eseri, manevi sevginin en yüksek görünüşüdür.

      Hamit ise böyle işe gönlünden ve yüreğinden geldiği için değil, tarihçi bir arkadaşının “meşhur olursun, ödül alırsın” tavsiyesi üzerine girişmiştir. Ayrıca öz ulusunun geçmişini iyi bilmiyor, geçmişini merak edip tarihini öğrenmiyor da. Tarihe özensiz ve dikkatsiz bir bakışla yaklaşıyor. Böyleleri ise ulusun tarihini bilmedikleri için bu ulusun içinden gerçek bir ihtiyaç sonucu çıkmış Javbörü gibi baturların ruhunu da anlayamazlar. İşte hikâyedeki örtülü ileti budur.

      Hikâyede ihtiyar ağzından şöyle bir gerçek de dile getiriliyor: “Javbörü son seferine çıkmadan önce yakınlarını toplayarak ‘Kazak halkı diriyken kadrimi bilmedi, öldükten sonra da üstüme türbe yapayın.’ demiş. Mübarek adam geleceği görmüş demek ki. Lakin bu baturların ruhunu yükseltmeyi amaç edinmeyen kişi, gidip nerede sultan olabilir ki diye düşünüyor insan… Baturun ot basmış kabri bugün Kalmakkırğan’daki bir tepenin üstündedir. Muhasip Ermekbay ise bıldır ölen babası için süslü bir kümbet yaptırdı. Gördün mü?” İhtiyarın portresi akılda kalacak biçimde, çok tabii olarak çizilmiştir. Bu da yazarın bir başarısıdır.

      Kitaptaki üçüncü hikâye “Reyhan” adını taşıyor. Bu anlatı çok önceden yazılmışa benziyor çünkü edebî renk bakımından solgun. Tölen bu hikâyede kendisini yalın tahkiyeye kaptırmıştır. Buradaki kahramanlar da inandırıcı değildir. Hikâyedeki en büyük eksiklik ise kahramanların davranışlarının gerekçelerinin zayıflığıdır. İşte bu yüzden Dameş ve Reyhan’ın yaptıkları okura inandırıcı gelmiyor.

      “İki Buluşma” ve “Sendiköl” hikâyeleri de oldukça basittir. Bildik olay ve olay örgüsünden ileri geçemiyor bu anlatılar.

      Tölen’in hikâyelerinin dili güzel ve anlaşılır, anlatımı akıcı. Bu iyi bir özelliktir. Ancak yazar bazen oldukça itici kelimelerle lüzumsuz bir tahkiye işine girişiyor. Bu özellikle son iki hikâyede vardır.

      Bizim edebiyat ortamında görülen bir hastalık vardır. O da olmadan oldum diyerek mevcutla yetinmek, ilerlemenin yolunun arayış olduğunu unutmak, yükselmenin bilgiden geçtiğini hatırlamamak. İşte sırf bu yüzden bazı yazarlar on yıl önceki seviyesinde kalmaya devam ediyor.

      Son olarak şunu söylemek istiyoruz: Tölen böyle bir ruh hâlinden uzak olsun! Onu sonraki kitaplarında yeni edebî zirvelerde görmek istiyoruz.

1969

      Dala Balatları

      Genç yazar Abiş Kekilbayev, nesir sahasında iki kitabın müellifidir. Bunlardan sonuncusu “Dala Balatları”dır. Bu kitapta değişik temleri işleyen üç hikâyet (povest’ / novel) yer almaktadır. Yazıda bu hikâyetler söz konusu edilecektir.

      “Küy”7 adlı hikâyet, bir küycünün hayatını konu edinmektedir. Müellif bu hikâyette, çok eski zamanlarda hayatını küy çalarak geçiren masum bir insanın feci bir şekilde ölmesi vasıtasıyla devrin tragedyasını gözler önüne sermek istemiştir.

      Hikâyetin olay örgüsü, eski zamanlarda komşu Kazak ve Türkmen avılları arasındaki sebepsiz anlaşmazlık ve ezelî düşmanlık üzerine kurulmuştur. Sözgelimi biri diğerinin malını mülkünü gece çapul ederken, ertesi günü o diğeri de onun malını mülkünü yağlamaktadır. Bundan dolayı kan dökülmekte, suçlu suçsuz demeden bir sürü insan ölmektedir. Bu karmakarışık dönemde bir Kazak küycü tutsak düşer. Kısacası olay örgüsü budur.

      Şimdi hikâyetteki başlıca kişiler üzerinde duralım:

      Cüneyt ve Kökbörü kardeşler, Türkmen avılının önemli güçlü bahadırıdır. Bunlara azılı demek de yanlış olmaz. İkisi de gece gündüz kimin için dolaşıp durduklarını bile bilmezler. İki bahadırın dış görünüşleri başka olduğu gibi karakterleri de birine tamamen zıt. Âdet ateş ile su gibiler.

      Kökbörü, küçük olanıdır. Kökbörü ağabeyine nazaran anlayışı kıt biri, söz anlamak gibi bir şeyden haberi bile yok. Helal ile haramı birbirinden ayıracak zekâya da sahip değil. Öyle bir şey yazgısında yok. Mambetpana’nın öz kardeşi hakkında söylediği kötü sözlere inanıvermesi Köbörü’nün bu özelliklerini tescil ediyor. Zira adamın sözlerine hiç sorgulamadan inanır.

      Kökbörü’yü yalanlarıyla devamlı kışkırtıp duran Mambetpana seyrek rastlanan bir karakterdir. Ancak hikâyetteki bütün kahramanlardan kötülük ve kurnazlık bakımından kıyas edilmeyecek kadar önde olduğu kesindir. Zaten köyde de kırda da vurup kırmaktan başka bir şey bilmeyen bu Kökbörü, Mambetpana’nın doldurmasıyla, tenhada Düyümkara’ya saldırır ve ölür. Hikâyette iki adamın vuruşması çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.

      Küçük kardeşinin ölümü Cüneyt’e çok ağır gelir. Kendisini eşinden ayrılmış kuş gibi hisseder. Artık ellili yaşlara gelmiştir. Gücünün tükenmeye başladığını da bilmektedir. Bu onun zayıflığının değil azıcık da olsa anlayışının bulunduğunun göstergesidir. Cüneyt’in iki oğlu da genç yaşta çarpışmada ölmüştür. Artık tek direği küçük oğlu Devlet’tir. Artık onu yetiştirmeye karar verir.

      Düyümkara’ya iliklerine kadar kin ve nefretle dolan Cüneyt, sonunda dutarcı oğlu Devlet’i can düşmanı Düyümkara’nın üstüne salar.

      İnsan içine çok çıkmayan Devlet herkesçe sevilen biridir. Diğerlerinin içinde insanlık sultanı gibidir, çok hassas ve duyguludur, kendine göre bir derinliği de vardır. Devlet’in karakteri, babasın tutsak yiğitleri acımasızca cezalandırmasına için için karşı çıkışıyla ortaya konmaktadır. Yazar, Devlet’in iç güzelliğini dış görünüşünü tasvir ederken de belirginleştirmektedir. Devlet, düşmanlarının arkasından ilk gidişinde ölür. Yanındaki hizmetçileri, babasının kahrından korktukları için, bozkırda kendi hâlinde av avlayarak dolaşan küycü Kazak’ı oğlanın katili diye tutup getirirler.

      Bu tutsağın adı hikâyette belirtilmemiştir. Dış görüşü de çok belirgin değildir. Dışarıdan bakılınca dikkat çekici hiçbir özelliği bulunmayan silik bir kişidir küycü. Ancak onun nasıl bir kişi olduğu iç monologlar ve Cüneyt ile bir öbek Türkmen önünde çaldığı son küyün anlattığı felsefi düşünceler sayesinde anlaşılmaktadır.

      “İnsanın ancak avuç içi kadar yerine razı olduğu zaman gönlünün zenginleşeceğini, kişinin kendi gönlü zenginleşmeden yerin de elin de genişlemeyeceğini, koparılan başlar ile saçılan kemiklerin hiçbir ele sınır olamayacağını, insanlığın temelinin merhamet olduğunu, merhametin olmadığı yerde insanlığın da bulunmayacağını, sen kimseye acımazsan sana da kimsenin acımayacağını” küycü dombırası8